31 Aralık 2007 Pazartesi

BEYAZ KARTAL.......Ebedi Sevgiliye

BEYAZ KARTAL......Ebedi Sevgiliye

Çığlık çığlığa
Gözleri sabitlenmiş hedefine
Kanatları dünyanın üzerinde
Hışımla çırpıyor
Ebedi bir Günün Şafağına

Pençelerinde
İnsanlığın maskeleri
Ve binyıllık sefalet

Kanatlarında
Özgürlük ve Asalet
Aşk Sevgi ve Nezaket

Kendi Gerçeğimize
Efendiliğimiz için
Beyaz Kartalız

Nilgün Nart 25/12/2007

24 Kasım 2007 Cumartesi

MATRİXİN MASKELERİ – VAROLUŞU DİNLEMEK

MATRİXİN MASKELERİ – VAROLUŞU DİNLEMEK


2008 senesi; Matrix filminde Leo’nun, Morfeustan kırmızı ve mavi hapı alarak hangisini içeceğine karar vereceği bir zamana benzemektedir.

Mavi hapı içerek, hangi düşte yaşıyorsa o düşün içinde kalarak gerçeği bilmeden geçirilen ve yaşandığı sanılan bir “yaşam” olacaktır. Leo’nun karar anından öce bu yaşamda tıpkı gerçek gibi yaşanmaktadır. Fakat bir şeyler eksiktir. Aslında bir şeyin eksikliği de her şeyin eksikliğidir. Çok Standard, yapay, sıradan bir yaşamdır. Belki de yaşandığı sanılan yaşam için bunlar yeterlidir. Bir de insanın içinde garip zamanlarda tıpkı Leo’nun gördüğü zamansız düşler gibi, yaşadığı eşzamanlılıklar gibi ve içinde hiç susmayan bir ses olmasa aslında her şey yolunda gibidir.

Veya Leo kırmızı hapı içerek iilluzyondan ve sahteden sonsuza kadar uyanacaktır. İçini kemiren o sesin gerçekliğini nihayet eline geçirme ve onu bilme, gerçeğin ne olup olmadığını görme şansı ona sunulmaktadır. Kırmızı hapla sunulan gerçek diye nitelenen bilinmeye değerdir. Ve kırmızı hap içilmeden de asla bilinemeyecek olandır.

Ve Leo seçimini yapar. Kırmızı hapı içer. İllüzyon olan yaşamda bin kez ölmektense gerçek yaşamda, gerçeği bilerek illüzyon yaşama bir kez ölmeyi seçer. Ve Efendi olur. Kaderini gerçekleştirir.

Şimdi Burada bizim de ne olacağımızı ve buradan nereye gideceğimizi seçeceğimiz ve Kaderimizi gerçekleştireceğimiz gibi.

Gerçek mi İlluzyon mu?
Mavi hap mı kırmızı hap mı?

Bizim realitemizde kırmızı veya mavi hapımız yok ama maskelerimiz var.
Bizim seçimimiz maskelerimizi bırakacak mıyız veya bırakmayacak mıyız seçimi olacak.

Neden maske takarız?
Homosapiens doğamızın bize armağanı olan birlikte fiziksel yaşamdan güç doğar eğiliminden, felsefeye, oradan da kemikleşmiş ve hapishaneye dönüşmüş sistemler yarattık.
Ve zaman içersinde nufus kalabalıklaştı toplumsal bilinç karmaşıklaştı.

Şimdi bizler farkında olmadan kurduğumuz sistemler içinde hem kendimiz bir mahkumuz hem de diğerlerinin hapishanesiyiz.

Bu hapishane öyle bir hapishanedir ki tamamen Matrixteki gibi sanal bir yerdir. Ve yeri de zihinlerimizin içindedir.
Eğer bizler, kendi elimizle yarattığımız Toplumsal Bilinç Matrixinin içindeysek neyi neden yaptığımızın, kim olduğumuzun, ne istediğimizin önemi yoktur. Yüzlerce yılın birikimi bir “Birlikte Yaşayış Modeli” meydana gelmiştir. Ve her yeni doğan varlık bu sistemin içine doğar ve bu sistemi zihninde modeller. Diğerleri gibi sistemin bir dişlisi olur. (eğitimler, birlikte yaşayışın getirdiği kurallar, bağımlılıklar v.s) Ve sistemi beslemeye devam eder. Sistemi besleyenler ve sistemden beslenenler aynı düzenin içindedir. Tek bir farkla. Sistemi besleyenler kitleler veya sürülerdir. Nerede olduklarının ve neye hizmet ettiklerinin farkında değillerdir. Kurallara uyanlar ve sefalet içinde yaşayanlardır. Sistemden beslenenler seçilmiş olduğunu sanan sahte cennetlerin, sahte tanrısal Egolarıdır. Ne yaptıklarını ve neye hizmet ettiklerini bilirler. Kuralları koyanlar, acıya sefalete savaşa neden olanlardır.

Maskeler, bu Matrixin içinde kalmaya devam etmek için; ihtiyacımız olarak betimlenen ve zihnimize işlenen psikolojik, sosyolojik, ekonomik vs ihtiyaçlarımız olduğunu zannettiğimiz “şeyleri” karşılamak için takılır.

Matrix Hapishanesinin halkı artıkça sistem karmaşıklaşır, Riskler artar ve çıkarlar tehlikeye girer. Kişilerin maskeleri çoğalır. Çünkü konumu ( sahte kralın küçük cennetini) ve “şeyleri” korumak için daha fazla oyun çevirmek, daha fazla egosal marifet gerekir.

Maskeler çoğaldıkça ve takma süreleri uzadıkça içimizde küçülür, büzülürüz. Bazen de yok oluruz. İşte bu An kendimizi tanıyamadığımız An’dır.
İnsanın “kendine” yabancılaştığı ve anlamsızlığın içimize çöktüğü An’dır.
Çünkü her şey maddidir ve sahtedir. İçimizde küçülen bunu bilmektedir. Bir şey eksiktir. O bir şey de aslında her şeydir. Maddi manevi her şeyi birbirine bağlayan ve birlikte durmasının nedeni olan “Sevgi” eksiktir. Mana eksiktir.
İnsanın gerçeği mana aleminde olduğundan arayışı, genişlemesi, mutluluğu da de manen olmaktadır.

İnsanın kendisi sevgidir. İnsanın kendisine yabancılaştığı an sevgiden uzaklaştığı andır.

Çünkü maskelerimiz o kadar kalındır ki, içinden ruhumuz (sevgi) asla yansıyamaz.
Ve “Sevgi” Güneştir. Güneşin olmadığı yer alacakaranlık kuşağıdır. Bazen de zifiri karanlık gecedir.
Ruh Güneşinin, Sevginin olmadığı her yer buz keser.
Tıpkı güneş olmadığında bitkilerin büyüyemeyeceği, yaşamın hiçbir türünün gelişemeyeceği gibi.

Ruhun-Sevginin tıpkı bir güneş gibi ışımadığı yerde de ( Toplumsal Bilinc Matrixinde); İlişkiler donuktur, işler verimsizdir, sözler anlamsızdır, bakışlar sönüktür, kısaca yaşam her birimizin içinde An be An ölmektedir. Yansıma yoktur.

Dünyanın bu kadar karanlık olmasına şaşmamak gerek.

Her şey fiziksel alemden, dışardan bakıldığında yolunda görünse bile, var olan her şey içten içe çökmektedir. Çöküntü içerden geldiği için, insan görsel ağırlıklı olduğu, yüzyıllardan beri gördüğü her şeyin bundan ibaret olduğuna inandığı veya inandırıldığı için yıkımın nereden geldiğini fark etmez bile.


Her şey birden bire olur.
Her şey kararır. Kararır.
Yaşam işte bu Anlarda ayağımıza bir pranga gibi dolanır.
Nefes alamayız. Aklımız karışık içimiz korku doludur.
Adeta ölüyoruzdur sevgisizlikten. Herkes aynı şeyi arar “Güneşi”.
Arayış depreştiğinde kuvvetlice maskenin ardına iteleriz. Sistemin ve matrixin içinde “böyle gelmiş böyle gider” der ve kalmaya devam ederiz. Hapishane psikolojisi doğar. Güvenli sandığımız bölgelerde ölü yaşamlarımız olur.

Hapishaneden çıkmanın bir yolu vardır. İçerden gelen bir şok veya maskede bir kırılma, çıkış yolumuzu hazırlayabilir. Bu bir Lutufdur.

Şoklar içimizde biriktirdiklerimize göre güzel ve iyi olarak bize gelir. Her ikisi de bilene göre, Yaradan’ın bir latifesidir. Çünkü karşılığında çıkış “yoluna” koyuluruz. Gidecek başka kapımız kalmaz. Şoku aldığımız An’daki “Görüş” hapishaneyi bir anda yerle bir eder. Her şey açıkça anlamsız saçma ve boşunadır.
İyi şoklardan en muhteşemi “Aşktır”. Kötü şoklardan en acısı "canımız gibi sevdiklerimizi sonsuza kadar kaybetmektir”. (Ne ekersek onu biçeriz. Aslında ekmek iki taraflıdır. Ama hasat tek seferde yapılır.)

Hapishaneden topluca çıkmanın yolu da gezegenin geçtiği galaktik bölgelerdeki kozmik döngülerin evrimleştirici yüksek ışınımlarıdır.
Bunlar Kaderseldir.
Evrim vakti geldiğinde Kozmik döngüye girilir. Kozmik döngüye girildiğinde evrimleşilir. İkisi birlikte olur.
Ve Tek’in Evrenleri ve Alemleri kendi kendinde, spirallendirerek yaşamı Sonsuz Sınırsız şekillerde – hallerde var edişidir. Yaratışıdır.

Bu nedenle Dünyamızın galaktik düzlemde geldiği momentten “Şekil” yaratılmıştır Varlığın Kendinde (fiziksel alemde görünüşe çıkmak).
Şimdi Burada, Kozmik Döngüde olmakta olan Varlığın “Kendini”(Hal-OL’mak) Kendinde (Şekil içinde) yaratışıdır (maddeye inişidir).

Bu momentte dört mevsim bahardır.

Bu nedenle İnsanoğlunun ikinci baharı beklemeden, dört mevsim baharda Değişim geçirerek Evrimini gerçekleştirmesi Kaderseldir. Bu kader İnsanoğlunun tanrısal hakkıdır. Tabiî ki bilinçli olarak her birey kendi için veya İnsanlığın hepsi için Tanrısal kaderi seçerse. Gezegendeki Özgür İrade Yasası gereği varlıkların seçimleri sonsuz ve sınırsızdır. Sonun sonu da her zaman sınırsız seçimlerden biridir. Ve her seçim gibi olasılık dahilindedir.

Gelinen zamanların doğasından Gezegenimize yağmakta ola Rahmet de sonsuz ve sınırsızdır. Her şok bir lutufdur. Lutfu da nasıl alacağı İnsanoğlunun seçimine kalmıştır.

Matrixin içinde bulunmamızdan ve taktığımız maskelerden doğan stres, endişe, korku, hırs, kibir, öfke, yargılama vs gibi duygular bedenlerimizde kasılmalar neden olmaktadır. Çünkü içimizde doğmakta OL’anın basıncı artmıştır.

Bedenimiz kasıldığında; DNA mızda kasılmakta ve büzülmektedir. DNA mızdaki kasılma ve büzülme Kozmik Döngünün momentinin içindeki ışınımları alamamasına neden olur.
Ve DNA momentin ışıklarını (bilgileri) alamadığı için bedeni “”Gelmekte olan Evrim için” dönüştüremez ve düzenleyemez Çünkü ne yapması gerektiğini bilemez.

Maskelerimizi çıkardığımızda doğal halimize döneriz. DNA mız orijinal esnekliğine ve salınımına kavuşur. Alması gereken evrimleştirici ışınımları (bilgileri) alır ve değişimini lutufla gerçekleştirir.

Bizler DNA mızda tutuğumuz ışık kadar ( fiziksel karşılıkları, neşe huzur sevgi aşk v.s) değişiriz. DNA mızda topladığımız ışık veya hayatımızdaki neşe huzur sevgi aşk bizlerin yaratım enerjisidir. Yaratımlarımızı ateşleyendir-pişirendir. Yüreğimizde “kendimiz” için yaşamak istediğimiz ne var ise bunlarda, deneyim modellerimiz ve şablonlarımızdır. DNA mızda tutuğumuz ışık miktarına göre ( neşe huzur sevgi aşk) modellerimiz ve şablonlarımızda aynı anda yüksek titreşimlerin modellerine dönüşür. Deneyimlerimizde daha çok sevinç, daha çok coşku ve neşe olması gibi. Yaşamın kendisinden alınan tadın ve lezzetin artarak değişmesidir.

Öfke, hırs, kibir, acı, korku içindeysek ( yüreğimize ne ektiysek) ve bu duyguları taşıyorsak DNA mızdaki kasılmadan dolayı ışınımı yeterli miktarda alamayız. Yüreğimizdeki modeller de düşük titreşimin modelleri olur. Ve bu modellerde yaşayacağımız gene korku sefalet acı hırs ve öfkedir. Döngü ektra şokla kırılır
( yüreğimize ektiğimize göre uygun şoku çekeriz).

Evrenden gelen Kozmik Işınımlar, Kainatın yaratılışında DNA mıza kodlanmış bilgileri açacak anahtardır.
Tek yapmamız gereken maskelerimizi çıkarmaktır. Maskelerimizi çıkarmaktan başka hiçbir şeye ihtiyacımız yoktur. Sahte-illuzyon ( karanlığı-ağır titreşimleri) olanı bıraktığımızda güneş doğabilir. Evren gerisini halledecektir.

Evrenden gelen Kozmik Işınımlar sonsuz bir hiçlikte (Nirvanada) dağılıp gitmek için değildir. Beyin kapasitemizin veya DNA mızın kodlarının hepsi açılmamıştır. Beyin kapasitemizin daha % 10 nu kullanabiliyoruz.
Geriye kalan kapasitemizin %90 ı değişimimiz sonucu gelen evrimle birlikte kullanılmak üzere bizi bekliyor.
Evren Hiçlikte ( Nirvanada) dağılıp gidecek bir var oluşa bu kadar yüksek bir yaratım yüklemez.
DNA larımızda görünüşe çıkmayı bekleyen yaratımlar vardır. Bu sonsuz bir süreçtir. Sonu olmadığı içinde varışı yoktur.
Her An Yolda olmak gibidir

Evren muhteşem bir sistemdir. Ve aşağısı nasılsa yukarısı da öyledir.
Kozmik Işınımlar; Kozmik Kalbin içindeki Evrenlerin ve Alemlerin yaratım modellerini ateşler. Model spiraldir.
Spiral; Kozmik Kalbin, Evrimde-Tekamülde olmasını Murad etiğidir.


Tıplı İnsanın yüreğinde kendisi için ne yaşamak istediğini Murad etmesi gibidir.


Kozmik Döngüler, Kozmik Kalbin ritmidir. Her seferde yükselir ve genişler.

Tıpkı insanın nefes alıp verdiğinde kalbin genişlemesi – yükselmesi gibidir.

Her Kozmik Döngü (nefes) yeni bir yaratımdır. Her Nefes ( kozmik döngü) yeniden var olmaktır.
An’da Ol’maktır. An’da eskiye ölmek yeniye doğmaktır. Her An yeni bir farkındalıktır. Yeni bir genişliktir. Yeni bir Yüksekliktir.

Kozmik Döngü ( Nefes) = AN; Sonsuz yekpare zamandaki sonsuz bir An’dır. Sonsuz bir Var oluştur. Tamdır Bütündür ve Tek’tir. Her şeyden münezzehdir.
Kendini kendinde, sınırsızca sonsuz zamanlar boyunca aşkla sevgiyle döndürür. Sema etmek gibidir.
Neşedir.

Tıpkı insanların her An’da yeniden var oldukları, Tam, Bütün ve Tek oldukları gibi.
Ne geçmiş ne gelecek. An’da var olmanın dayanılmaz hafifliği gibi. Her şeyden özgür olmak gibi. Kendini kendinde yeniden yaratmak, halden hale girmek gibi. Sema etmek gibidir. An’da Ol’mak
Neşedir.

Bu nedenle “Aydınlanmak” oldum bitti meselesi değildir.
Aydınlanmak An’da OL’dum meslesidir. An’ın içine aydınlanılabilir. Bu o An’ın aydınlığıdır. Bilgisidir. Farkındalığıdır.
Farkındalığın arttığı An’daki bir diğer derinlik ve anlam (Aydınlık) bizi beklemektedir. Her An’da yeni olmamız bundan dolayıdır. O An’daki bilgiyi veya aydınlığı OL’uruz veya OL’mayız bu bizim seçimimizdir.

Her şey, “Değişim” An’da gerçekleşir. Bilgi ve Işınım An’dadır.

An’daki bilgiyi - aydınlığı alamadığımız zaman (Şimdi Burada olamadığımızda), An’ların getirdiği tortuları (anılar, deneyimler ve bunlardan doğan acıları kederler korkulardır. Bunların malzemesinden savunma duvarları örer ve maskeler yaratırız ve hikayelerimizi oluştururuz) yüreğimizde bir sonraki An’a birlikte taşırız. Ta ki halledip bu acının kederin e olduğunu anlayıp bırakana kadar. Veya bu acıları kederleri taşımaya doyamayız bir sonraki yaşamlara, yine yaşam dersi olarak aktarırız.

An’da yaşamak her şeyden kopuk bağımsız olmak vur patlasın çal oynasın demek de değildir.
Evrendeki; Özgür İrade ve Çekim Yasası, sonsuz sınırsız bir Alemde, her An’da yeniden “Varoluşu" ve “Nedenlerini” yerinde tutan ve devamını sağlayan yasalardır.
An’da yaşamak; Sonsuz Sınırsız bir Var oluşta, “Kendi Selametinin” Sorumluluğudur.
Bireyselleşen, genişleyen bir bilinçte Varlığını tanıma, yaşama ve Var olmanın hazzına sevincine yeniden yeniden ermedir.
Bireyselleşmek” Ben Ben’im” varlığıdır. Çünkü “Ben” bilir biriktirmeyi. Biriktirdiklerine çarparak tanır Bilinmeyeni. “Ben*” olmayınca; Bilinmeyen bilinemez. Tanınma, yaşama ve “Varlık” gerçekleşemez.

Yeni Yaratım her birimizin yüreğinden çıkacak “Kendimizdir”. Efendidir. Yeter ki O’na yol açalım.

Neşe, huzur, coşku, bereket, sevgi, aşk olmaktan kısaca aslımız, “Kendimiz” olmaktan korkmamalıyız. Neşemizin sevgimizin bereketimizin başarımızın aşkımızın bedeli yine aşk sevgi başarı bereket huzur olacaktır.

Yeter ki cesur bir iradeyle niyetlerimizin seçimlerimizin başında nöbet tutalım.

Matrixin Maskelerini terk edip, Varoluşumuzun Sesini dinlemek için yüreğimize iman etmemiz, bizi İnsanlık olarak selamete çıkaracak ve her şeyi Dengeleyecektir.


Yazan Nilgün Nart .....22/11/2007

19 Kasım 2007 Pazartesi

İNSAN GİBİ İNSAN – Dünya Sahnesi

İNSAN GİBİ İNSAN – Dünya Sahnesi


“Yola” koyulmuş, çağların değişiminin estirdiği fırtınada savrulan, aydınlığın ve karanlığın gerçek savaşının Şimdi – Burada, içimizde ve dışımızda her yer ve her An’da olduğunun bilincinde olan ve “Seçimleriyle” (Sevgi veya korku) din kitaplarında yüzyıllardır anlatılan “Sırat Köprüsünde” yürüyen ve “Dünya Mahşerinde” olduğunun farkında olan herkes “Efendi” olmanın savaşını veriyor.

“Kendisi”, diğerleri ve dünya için “Varlığının” nasıl olması gerektiğinin seçiyor.

Savaş yeri her İnsanın “Kalbi”.
Savaş meydanı her “olgu”.
Savaş silahı her “sözcük” her “materyal”.

“Kendi Yüreğine Giden Yola Koyulanlar” ve “Sessizce Yürüyenler”; çağlardan beri Şimdi Burada, yaşanan bu kaosun tam orta yerine tıpkı bir güneş gibi sevgiyle doğmak için yürüdüler.
Dünyadaki hayatları boyunca Şimdi Burada her yere sevgiyle akmak için, yaşam nehrinde sevgiyle büyütüldüler

Bütün Alemler, Dünya sahnesine doğacak ve Alemlere rahmet olacak “Efendileri” beklemekte.

Homosapiensin taşıdığı “İnsan Hayvan Bilinci” Dünya gezegeninden gitmek üzeredir.
Henüz gitmemiştir.
Hala pılısını pırtısını toplamaya çalışırken, son oyunlarını da giderayak döktürmektedir.

Dünyasal evrim gereği hayvan-insan doğasının etkisi altında olduğumuz Bilinçten, İnsan-İnsan Bilincine geçiş yapmak üzereyiz.

Ve yüreğine “Sessizce Yürüyen Efendiler; bu gezegene, Homosapiensi ve onunla birlikte karanlığın enerjilerini yolculamak için gelenlerdir.
Yeryüzünde yüz binlerce yıldır süren vahşetin, acının, sefilliğin, ayrılığın, savaşın ve Alemlerde süren “Enerji alarak veya aşağıya indirerek” sürdürülen oyunun son perde kapanışını “Dünya Sahnesinde” yaparak yeni bir çağı başlatmak için buradalar.

“Gönül Dergahına Yürüyenler”; Dünyada olmakta olanlara taraf olursa, galeyana gelirse, dengede ve merkezinde duramayarak; homosapiensin son döktürdüğü oyunlarda figüran rollerini kapmaya çalışırsa, son vermeye geldiğimiz dualite oyununu bitirebilir miyiz?

Homosapiens ve temsil ettiği karanlık enerjiler; “Çağların Değişiminin” son dakikasında sergiledikleri oyunlarında, gerçekmiş izlenimi yaratarak, sizin de bu oyunda gönüllü olarak rol almanız için ellerinden gelen her şeyi yaparak, gücünüzü sizden “Efendiden” almaya çalışmaktalar.

Maksatları; gelmekte olanı, sizde tecelli etmeye başlamış olanı, bölmek, sindirmek, bir tarafta bırakmak ve merkezinden oynatmaktır.

Çünkü siz oyuna katılırsanız eski tas eski hamam her şey olduğu gibi yeni adıyla ama eski içeriği ve replikleriyle devam edecektir.
Ve şimdiye kadar dualite oyunu ile beslenerek semirenler bellidir. Ve bu yeryüzünden gitmesi gereken “şeydir”.

Sizler oyuna katılırsanız, “gücün tadı damağında kalanlar” büyük bir iştahla son lokmayı da midelerine indirecektir.

Sistemden semirenler, bölmenin ve taraf olmanın kefesine, kendi sinsi hesaplarında son hamleye sakladıkları öyle ağırlıklar koymaktadırlar ki, sizle sizi karşı karşıya bırakmaktadırlar.
Bütün bunlar değil zihnimizi, yüreğimizi bulandırmaktadır.
Her yer toz dumandır. Tam bir yangın ve mahşer yeridir yüreğimiz.

Sizin yüreğiniz nasılsa, dünyada öyledir. Tam da hissettiğiniz gibidir.

Siz dengelenemezseniz, siz merkezlenemezseniz, siz sevgi olamazsanız, siz kendiniz ve diğerleri için seçmiş olduğunuz “Geçeğinizde” duramazsanız, başka kim durabilir?
Dünyada daha yola koyulmamış hangi canlar buna dayanabilir?

Quantum Sıçrayışını gerçekleştiren dünyayı ve İnsanoğlunu zor “durumlar” ve “An’lar” beklemektedir.
Kimine göre “kıyam”, kimine göre “kıyamet” olacak “Anlar” gelmiştir.
Kiminin kıyameti, kiminin de kıyamıdır.

“Efendiler”; kıyam mı edecek; ayağa kalkarak “Kendisi” “Gerçeği” ve “Sevgimi” olacak, yoksa taraf olarak, ateşe körükle giderek, galeyana gelerek kıyametin orta yerinde mi duracak?

Her ikisi de pekaladır. İki seçimde kutsaldır. Yeter ki ne seçildiğinin farkında olunsun.
Farkındalık ve bilinç her şeydir.
Yolunuz ve içinize yaptığınız “Sessiz Yürüyüş” öyle bir “Yürüyüştür” ki; her An öldüğünüz nefsinizden yeni bir “Efendinin” “Kendinizin” canını yaratmakla alakalıdır. Yaşamı ve Varlığınızı, kısaca siz olan dünyayı veya kaosu nasıl ve niçin yapılandıracağınız ve nasıl ve niçin yaşayacağınız ile alakalıdır.

Bu toz dumanın alev alev yananın içinde her şey aynıdır. Materyaller, sözcükler, araçlar, nedenler, sonlar, başlangıçlar.
Nerede duracaksınız?
Nereden başlayacaksınız?
Ne için yapacaksınız bütün bunları?

Sevgi ve Aşk için. Güzelliğin doğası için. Ruhunuzun asaleti için. İnsan tadında ve insan onuruna yakışır bir şekilde bu dünyada yaşamak için. Siz, diğerleri ve Dünya için.
Yüreğinizde her şey olan “Kendinizi”, “Efendiyi” bu dünyada gerçek kılmak için.

Şimdi - Burada tam zamanı.
Çok kolaydır her şey sütlimanken “Sevgi” olmak. Merkezde durmak. Dengede olmak.
Ve çok zordur Şimdi Burada tam savaşın ortasında, ateşin içinde denge olmak. Sevgi ve farkındalık olmak. Ama tam da zamanıdır OL’manın.
Çünkü her zaman için demir tavında dövülür

Yüreğinizden, Sevgiden, Güzellikten, Huzurdan oluşturacağınız zeminden, bu merkezden ayrılmadan ve dengede kalarak, aynı görünen şeyleri, dünya toplumsal bilinçliliğinin çamurundan savaş alanından alarak ve temizleyerek ve sevgi yükleyerek ve tekrardan tekrardan her An’da bu temizliği ve yerleştirme işlemini yaparak “Kendimiz” OL’ma zamanıdır.

Dünyadaki bütün anlamlar ve sözcükler kirlenmiştir.
Anlamları ve sözcükleri bir taraftan temizlerken bir taraftan da yeniden manalandırmalı, sevgiyle yıkamalı ve yüreğimize almalıyız.

Yoksa sevgiyle yıkamadan yüreğimize alacağımız her neden, anlam, sözcük, düşünce ve eylem biz olan bütünü bulandıracaktır. Tek bir sözcük ve anlam dahi sevgiyle yıkanmadan yüreğimize alınırsa ve nedenimiz yapılırsa, her şeye biz olan her yere yayılır. Ve biz “kendimiz” olamayız.

Taraf olmak; (nedeni ve gerekçesi ne olursa olsun) iyide kötüde, güzelde çirkinde, savaşta barışta, haklıda haksızlıkta durmak dualistik bir yaklaşımdır. Dualitede durmaktır.

Kutuplara yüklenen değerler, zıtlarını da birlikte getirir. Bunları ayıramayız. Tıpkı bir paranın iki yüzünün tek olması gibidir.
Paranın iki yüzü varsa para, paradır.
İyi, kötü varsa iyidir.
Güzel, çirkin varsa güzeldir.
Barış, savaş varsa barıştır.
Kötüden dolayı iyiyi görüyorsanız ikiliktesiniz. Çirkinden dolayı, güzeli istiyorsanız ikiliktesiniz. Savaştan dolayı barışı seçiyorsanız ikiliktesiniz.
Haksızlıktan dolayı adalet istiyorsanız ikiliktesiniz.

“Kendisi” olmamış, “Sevgi” olmamış, hala nefsinin kafesinde ve oyunun içinde oturan insanın barışı, güzeli iyiyi istemesi hiçbir şeyi değiştiremez.
Çünkü bu kaçıştır. Kutuplar arasında savruluştur. Homosapiensin binlerce yıldır geliştirdiği “hayatta kalma” refleksiyken, var olma şekline dönüşmüş başka bir güç alma, sömürme şeklidir.
Emperyalizmin en güzel maskesidir.
Küresel Sermayenin ve temsil ettiklerinin sloganıdır.
Medeniyetin Tek Dişi Kalmış Canavarlarının, İnsan Ruhunu yerle bir edeceği son silahıdır.

Çünkü nefs sabit bir merkez değildir. Çünkü “Kendisi” değildir.
Her An çeşitli toplumsal ve psikolojik akımlarla ve etkilerle diğer kutbun, değerlerine kayması “An” meselesidir. Seçimlerinde duramaz. Çünkü nefsin ihtiyaçları vardır. Zarar görme ihtimali vardır. Ve hayatta kalma gibi genetiğine işlenmiş bir “Nedeni” vardır. Ve bunun için her şeyi yapabilecek cehalettedir. Ve aracı her şeydir; petrol, doğal gaz, silah, ilaç sektörü, insanlar, ırklar, her türlü değerler, bölgeler, can alıcı konular, teknoloji….kısaca her şeydir.

Ve İnsanoğlu için bu saatten sonra sadece hayatta kalmaya çalışmak, varlığını bu gezegende devam ettirmesi için yeterli değildir.
Mekan ve zaman öyle bir An’dadır ki; bir tek “Kendisi” OL’mak ve “Sevgi” OL’mak varlığını baki kılacaktır.

Yeni doğmakta olan “Gerçek İnsanın”, “Efendinin” hayatta kalmak için bir nedeni yoktur. Çünkü kendisi hayattır.
Efendinin zarar görmesi gibi bir şey söz konusu değildir. Çünkü “Kendisi” her şeydir ve “Sevgidir”.
Zararsızlık her şeyin kendisi gibi görülmesinden doğan bir biliş ve duruştur. İllaki güvence aranıyorsa Efendi için “Güvence” kendini bilmek ve her An seçimleriyle ve seçimlerinde duruşuyla yani “sabrıyla” kendini ve yaşamı yarattığının farkında olmaktır.

Efendinin ihtiyaçları yoktur. Kendisi Rahmettir. Kendisi sırdır. Kendisi Sır ve Rahmet olanın ihtiyaçları değil, yüreğinde yaşamak istediği deneyimleri ve arzuları vardır.

Hazine kendisidir.
Hazine kendisi OL”An’ın; koşulu, ihtiyacı ve zararı olabilir mi?
Kendisi Her şey OL’An’ın; bir tarafta durması söz konusu olabilir mi?

Efendi-Bilge; dünyada var olurken ama dünyaya ait değilken, homosapiensin en sevdiği oyun araçlarından “silahı”, gerekçesi ne olursa olsun hiçbir nedenle elinde tutmayandır. Oyuna katılmayandır.
Ve silahı elinde tutmadığı için de hiçbir zaman ne ilk kez ne son kez ateşleyendir.

Dünyanın ve kimin gündemi ne olursa olsun, “Efendi” hangi oyunun içinde olursa olsun gündemi değişmeyendir.
Eğer illaki bir silahtan söz etmek gerekiyorsa ”Bilgenin” “Efendinin” silahı; “Kendisi Olmaktır” “Sevgi Olmaktır” “Farkındalıktır“.

Efendinin” kendisi ve duruşu, “Kendisini” sevgiyle gerçekleştirmesi ve sevgi olması en büyük silahıdır.
Ve bu da savaşmadan, savaşma sanatıdır.
Dolayısıyla savaş değil, üstatlıktır.

Yoksa; Bilge kişi elinde silah tutarsa taraf olmuş olur. İkilikte olur. Ve taraf olduğu için aslında hiçbir zaman Bilge ve kendisi olmamış olur.

Olsa olsa elinde silah tutan; Bilgelik Oyunu oynayan Spritüel Egodan başkası değildir.

Karanlıkların içine doğan sahte güneş, Bilgelik Oyunu oynayan şarlatan kral, komik kurtarıcı, dilinin ucundaki söylemleriyle kendisiyle birlikte herkesi oradan oraya savuran, sulu derelere götürüp susuz getiren ve yüreklerdeki sevgiyi ve insanoğlunu sonuna kadar sömüren, gücünü –yaşamını çalan sahte kurtarıcı ve Mesih, hepsi ….. ama hepsi Nefstir.

Efendi olmadan, “Kendimiz OL’madan; istenen iyilikten, verilen adaletten, yürünen yoldan, anlaşılan barıştan, teslim edilen güçten, yapılan savaştan hiç kimseye fayda gelmez.

Bu nedenle Sonsuzluğa ve Sınırsızlığa sıçradığımız Quantum alanında, İnsanoğlunu merkezinde ve dengesinde tutabilecek olan tek şey “Sevgidir”.

Nedenler ve Sonuçlar artık birlikte gelmektedir. Ve herkesin kendisi ile baş başa olacağı An’lar Şimdi-Buradadır. Özgür İrade Yasası gereği herkes kendi kendisinden sorumludur.

Çünkü; “Özgürlük”, kendi kendinin sorumluluğudur.
Bu demek değildir ki hiçbir şey yapmayacağız.

Tabiî ki yapacağız. Ama sevgiyle farkındalıkla nereye gittiğimizi ve diğerlerini de nereye götürdüğümüzü bilerek yapacağız.

Sonuçları görerek sevgiyle “neden” olacağız. Gücümüzü vermeden, güç talep etmeden, hiç bir şeyden ve hiç kimseden beslenmeden ve beslemeden yapacağız.

Savaş meydanlarında ölenin ve öldürenin, sefilliğe neden olanın ve sefil olanın, zulmedenin ve zulüm görenin, her şeyin “O” olduğunu görerek ve bilerek sevgiyle düşüneceğiz, hissedeceğiz, seçeceğiz söyleyeceğiz ve eyleyeceğiz.

Eğer “Sevgide” durabilirsek; “İnsan gibi İnsan” OL’manın FARKINI; her şeye ve herkese, bütün bu oyuna- oyunun gücüne rağmen ve herkes için hep birlikte yaratacağız.

Ülkemizde ve Dünyada gelişen son olaylardan dolayı olmakta olanın da görülmesi ve iyi anlaşılması gerekir.
İnsanın Üstünlüğü hangi milletten olursa olsun “İnsan” olup olmadığıyla değer bulur.
Ve bütün insanlık için geçerli olan “birincil” değer önce “İnsan” olabilmektir. Daha sonra hangi millete aitse o kimlikte olmak ikincildir. Bu sıralama da savaşlarda çıkmaz sorun da çıkmaz.

Ayrıca her insan gibi, her ırkın da bir kaderi vardır.
Ve “Kader” yeryüzünde Yaşam adına üretilen değerdir. Ekilen tohumdur.

Bizler Türk olmayı; “Yaşam” için ve “İnsanlık” için ürettiğimiz değerlerde aramalıyız.

Ve Osmanlı’nın ürettiği ve bizim de üretegeldiğimiz en önemli değer, Özgür İradeye saygı “değeridir”.

Osmanlının hakimiyeti ve yıkılışı, Türkiye Cumhuriyetin doğuşu ve var oluşu sürecinde; İmparatorluktan terk edilen topraklarda; hakimiyet altındaki ırklar kendi kültürel özelliklerini dillerini dinlerini kaybetmemiştir. Yunanlı yunan olabilmiş. Arap arap olmaya devam edebilmiştir.
Ve 700 yıl başka bir ırkın hükümranlığı altında yaşamak "kendi kimliğini" unutmak için uzun bir süredir.
Osmanlı bu değere dokunmamıştır. Nedeni ne olursa olsun veya ne şekilde uygulanmış olursa olsun sonuçta terk edilen topraklarda kimlik kaybı söz konusu değildir. Görünüş ortadadır.

Dünyada emperyalist güçler tarafından sömürülen ülkelere ve hallerine bir bakınız. Değil özgürlükleri, kimlikleri, dilleri, dinleri, maddesel varlıkları dahi kalmadı. Kızılderililer, oberjinler, Afrika ülkelerinde ve Ortadoğu’da olanlar ve daha bilemediğimiz nice yerde gerçekleşmiş olan vahşet ortadadır. Dünyanın neden bu kadar sefillik açlık ve acının içinde olduğu da bellidir.

Türkün dünyaya ve tarihe ektiği değer "Özgürlüktür". Ve gelinen zamanların doğasından ve hasat mevsiminden her ırk ve insan ektiğini biçmek zorundadır.

Ve Atatürk'ün üzerinde ısrarla durduğu Türk Irkının Bağımsızlığının ve Özgürlüğünün sürekliliği kadersel olarak tecelli etmektedir ve edecektir.

Belki de Atatürk; “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki akan asil kanda mevcuttur” demekle, bu kadersel bağlantıyı işaret etmek ve bağlam kurmak istemiştir.

Merkezimizde dengede kalarak, sevgiden, özgürlükten, ruhumuzun asaletinden ödün vermeyerek; Ruhumuzu ve diğerlerinin Ruhlarını özgür kılmamız gerekiyor ki şu dünyada huzur bulup hep birlikte İnsan tadında yaşayabilelim.

Kaderimize, mirasımıza, “Kendimize”, sevgiye sahip çıkmamız ve yaşamamız dileğimle

“Sevgi ve merhamet insanlığın; hiddet ve şehvet ise hayvanlığın vasıflarındandır ve savaş, çocukların kavgasına benzer; hepsi de anlamsız ve saçmadır.” Mevlana
“Halkın ayrılığı, aykırılığı addan meydana gelir, manaya ulaşan esenleşir” Mevlana

Yazan Nilgün Nart

7 Kasım 2007 Çarşamba

DÜNYA İNSANLIK AİLESİ

DÜNYA İNSANLIK AİLESİ


İnsanoğlunun psikolojik ihtiyaçlarından bir tanesi olan “bir yere ait olma” duygusu veya ihtiyacı yaşadığımız yüzyılda üzerinde önemle durulması gereken bir olgudur.
Ait olma ihtiyacı, insanın kendisini eksik hissetmesi ve tamamlanmak istemesi ile ilgilidir. Kabul görme, sevme ve sevilmeyle tamamlanır ve tatmin edilir.

İnsanlar; değişik zamanlarda ihtiyacına göre bir guruba, bir partiye, bir ideolojiye, bir dine, tarikata v.s ait olabilirler. Bu ait olmak bilinçli seçimle gelen bir aidiattir. Bir ırka, millete ve aileye ait olmak ise doğumla gelen bir seçimdir.

İnsanoğlu kendisini eksik, aciz, zavallı, yetersiz, değersiz hisseder. Ait olduğu “şeylerin-yerlerin” değerleriyle kendini tamamlamaya çalışır. Fakat ne yaparsa yapsın nereye ait olursa olsun bir türlü tamamlanamaz. ( Guruplar içinde de bireysel bazda güç alarak ve güç vererek enerji tamamlama oyunları oynanması da başka bir hikayedir).Tamamlanma eylemi “Kendisinin” dışında arandığından her girişim, eksikliğin yarattığı gittikçe derinleşen hayal kırıklığı ile sonuçlanır. Dışarıda dış dünya vardır. Bazen her ne kadar tinsel içerikli guruplarda “içe ait olanlar” konuşuluyormuş veya oluyormuş gibi olsa da bütün her şey dışsal şekillerde – dışarıda gerçekleşmektedir.
Bu aidiatlerde ne kadar uzun süre oyalanılıyorsa, içsel hayal kırıklığının, acının, eksikliğin boyutları ve varlığın tükenişi de o oranda artar.

İnsanoğlunun; tarihin başlangıcından beri süren uzun yolculuğunda öyle bir can alıcı noktaya gelinmiştir ki, bu dünyada huzur bulabilmesi için binlerce yıldır ait olduğu kimlikleri sorgulaması gerekmektedir.

Yeryüzünde olan savaşların, zulümlerin, sefaletin, acının ve ayrılığın nedeni üzerimize yapıştırdığımız ve biz olduğunu düşündüğümüz kimliklerimizdir.

Şu millettenim, şu dindenim, bu ırktanım, şuna inanırım, şu guruba üyeyim, bu mürşide giderim, bu muhterem zatın dediklerini yaparım v.s gibi söylemlerin ve “kendini” oldurmaya çalışmaların bir sonu yoktur.

Tüm uğraşlar dipsiz bir kuyudan başka bir şey değildir. Bütün bu uğraşılar; dünyada refahı, saadeti, başarıyı, hayatta kalmayı, Öte Alemde veya Yüksek Boyutlarda Cenneti, Galaktik kimlikleri, payeleri imkanları bilgileri almak ve Ol’mak için can hıraş bir mücadelenin içine girerek, kendini her vesile ile insan kardeşlerinden ve dünyadan ayıran egodan başkası değildir.

Binlerce yıldır insanoğlunu ve yaşamını sömüren dünyasal veya galaktik varlıklar insanın bu kimlik arayışından, kurdukları kurumlarla sistemlerle tarikatlarla ideolojilerle kendi egolarını tatmin etmektedirler. İnsanoğlunun gücünden beslenmektedirler.

İyi veya hayrımıza hizmet ediyor görünse bile eğer bir sistem, ideoloji, düzen; bizim içimizde acizlik, yetersizlik, değersizlik, bağımlılık, korku, tükeniş yaratıyorsa ve bu aidiyeti yitirmeyle kaybedeceklerimiz (maddi manevi) bizi bu oluşumlarda hala tutmaya devam ediyorsa, biliniz ki gücünüzü sizden alıyorlar. Sizden besleniyorlar.

İnsanoğlunun hayrına hizmet edebilecek yeğane kimlik “İnsan Kimliğidir”.
Ve bu da aslında İnsanın ilk değeri ve ilk kimliğidir

İnsanoğlunun; artık Evrensel İnsan” olabilmesi için, şimdiye kadar ki bütün kimliklerini terk etmesi ve sadece “İnsan Kimliğinin” içine yerleşmesi gerekmektedir.
Ve bunun için insanın tek ihtiyacı olan “Kendisi” olmaktır.

Geldiğimiz zamansızlık ve mekansızlığın doğasından, dünyamıza ve insanlığa yüzlerce sen önce gelmiş öğretiler, dinler, gelmekte olan yol gösterici, yükseltici ve insana oraya aitmiş hissi ve algısı kazandırmaya çalışan bilgiler, sistemler bütünlükler, her ne kadar bizim hayrımıza hizmet ediyor görünürse görünsün ve gerekçesi ne olursa olsun, İnsanlık kendisine “sunulan” hiçbir şeye ait değildir. Hiçbir sisteme, öğretiye, ideolojiye, bütünlüğe ve “Kadere” ait değildir.

Her insan tek tek, önce “Kendisine” sonra İnsanlık Bütünlüğüne sonrada Dünyaya aittir. Ve bunların “oluşunun” bütün bilgisiyle kendi yaratacağı “Kadere” aittir.
Dünya ve İnsan bir Bütündür.
İnsanlık bir Bütünlüktür.

Dünyanın toprağından, elementlerinden oluşan bedenimiz ve bedende manyetize olan, tekamül eden Ruhumuz Alemde efendi olarak görünüşe çıkmaktadır.
Bu her birimizin; Dünya Ana’dan ve İnsanlık Bütünlüğünden, Efendi olarak doğmamız anlamına gelir.
Bu nedenle Evrende çeşitlilik oluşabilmektedir.
Her şey Tek Ruhsa ve “aynı” enerji her yerdeyse ve O her şeyse, Alemdeki çeşitlilik ve çokluk başka türlü nasıl ortaya çıkabilirdi ki?
Bu oluşum; Teklik içindeki Bütünlükler için, tıpkı dünyadaki parmak izine benzer özel bir kimlik ve enerji imzası demektir.

Bu nedenle hiçbir zaman ve hiçbir şekilde başka bir yere veya bütünlüğe ait olamayız. Çok istesek de olamayız.
Bizler Dünya İnsanlığına aitiz.

Bizlerin Bütünlüğü, Dünya İnsanlığıdır.

Herhangi bir şekilde nedeni ne olursa olsun dünyaya bilgi ve yardım etme kisvesi altında kainat bilgilerini ve sistem düzenlerinin bilgisini, sırlarını dünyada birileri vasıtası ile vermeye çalışan bütünlükler kendi bütünlüklerine hasat için bütün bunları yapmaktadırlar.

Evrende en makbul “Hasat” her Varlığın kendi hasatını kendisinin yapmasıdır. Kendini hasat etmesidir.

Özgür İrade Yasasının en saf ve yalın anlamıyla tecelli ettiği Varlığa çıkış şeklidir.
Evrenlerin ve Alemlerin çeşitliliğinin de temel yasasıdır.
Çünkü her varlık “Kendisi” olduğunda güzeldir.
“Kendisi olduğunda özgürdür.
Kendisi olduğunda “özeldir”. “Farklıdır”. Ve “eşittir”.
Ve “eşitliğin” her nimetinden yararlanabilmek için de “Kendisi” olması gerekir.
Ve boyutlarla sistemlerle düzenlerle paylaşıma da ancak “eşitlik” olgusu gerçek kılındıktan sonra geçilebilir. Daha önce değil.

Bu nedenle Dünya Ananın toprağından görünüşe çıkmış ve Efendilik yolunda yürüyen bir varlık olarak, başka bir annenin (Bütünlüğün, Sistemin, Düzenin) çocuğu olamayız.
Bu çok açık ve nettir.

Olsak olsak “Yem” oluruz. Köle oluruz. Deney malzemesi oluruz

Ama Efendi olamayız.
Efendi eğer toprağı varsa ve toprağına aitse Efendidir.

Öz evlatlığı kabul edip Efendi olarak bütünlüğünüze yerleştiğiniz zaman Evrenin bütün sırları keşfetmeniz için sizin emrinize amadedir.
Hiçbir şeye ihtiyacınız yoktur.

Bilgi peşinde koşarak bir takım galaktik uygarlıkların sistemlerine teknolojilerine bel bağlayarak kendimizi “yem” konumuna getirirsek, hasatlarının meyvesi olursak, bu evrende ulaşabileceğimiz hiçbir yer yoktur. Buradaki sır ve gizem; hasatı yani sizi bir şekilde elde edenlerin ( mesajlarıyla, verdikleri taktiklerle, tekniklerle) sırrına erebilirsiniz.

Ama “Kendinizin” ve kainatın sırına değil.
Varlığın amacı “Kendi” sırına ve kainatın sırrına ermektir.
“Kendisi” dışarıda değil. İçerdedir
“Kendi” sırrı dışarıdaki bilgide değil, kendi çıkış yaptığı topraktaki, ait olduğu Bütünlükteki ve yüreğindeki sırdır.
Verilen mesajlar, bilgiler teknikler öğretiler bir yere kadar size belki hizmet edebilir, fakat bir yerden sonra terk etmek insanın kendine olan sorumluluğudur.

Taşıma suyla değirmen dönmez. Belki bir devir belki iki devir yapabilir. Bu değirmenin çalıştığı anlamına gelmez.
Dışardan alınan bilgiyle insan kendisi olamaz. Bir yere kadar gelebilir. Doldurma bilgiyle geldiği yer kendisi demek değildir.

Öğretiler, bilgiler, mesajlar, dinler, Galaktik bütünlüklerin bildirileri hepsi insanı bu noktaya getirebilmek değirmene taşınan bir kova sudan ve aşılıp geçilmesi gereken bir basamaktan başka bir şey değildir.
Vakit gelmiştir. Artık her şeyi bırakıp yüreğimizin içindeki okyanusa atlama ve oradaki kitabı ve manaları anlama ve OL’ma zamanıdır.




Ve İnsanoğlu tek bir sistemin bütünlüğüne sığacak kadar küçük bir varlık da değildir.

İnsanoğlu bütün kainatın bilgisini kendinde saklayan ve ancak kendi sınırsız bütünlüğüne sığabilecek ve oradan da alemlere taşabilecek büyük bir “Varlık” Potansiyelidir. Görülür, inanılır ve gerçek kılınırsa ne ala.

Yeter ki insan bunun farkında olsun. Değerini bilsin. Üzerine yağan lütfu görsün.
Varlığına İnsan kardeşlerine gezegenine yaşama sevgiye ve yüreğine sahip çıksın ve bütünlensin.

Bu nedenle insanoğlu galakside ki yardımsever (?) bütünlükler, sistemler, varlıklar için çok lezzetli, büyük ve değerli bir yemdir.


Acizlik, bilgi peşinde koşmak galaktik bilgi kırıntılarıyla uğraşmak, tozlu öğretiler, ritüeller zavallılık üvey evlat olmak, yem olmak, dilencilik yapmak ve bütünlüğüne ihanet ve delalet içinde olmak İnsanoğluna yakışmaz.

İnsanoğluna; insan onuruna yakışan bir şekilde, ayağa kalkarak kendine, insan kardeşlerine, gezegenine sahip çıkmak ve İnsan Ruhunun asaletinde durarak Dünya ve Evrende fark yaratmak yakışır.

Her şeyin tüm şiddetiyle etrafımızda döndüğü bir süreçte sarılabileceğimiz ve iman edebileceğimiz sadece yüreğimiz ve insan kardeşlerimiz ve gezegenimizdir.

Bütün kimliklerimizi terk ederek sadece İnsan kimliğine yerleşmemiz, Dünya ve İnsanlık için, savaşın, zumlun, acının ayrılığın sefaletin de bitmesi anlamına gelir. Ve tarihin tozlu sayfaları sizlerin seçimiyle kapanır.

Ve böylece İnsanlık olarak Yeni Çağın şafağını hep birlikte huşu içinde nihayet seyreyleyebiliriz.

Vakit Şimdidir
Mekan Dünya Gezegenidir
Bütünlük Dünya İnsanlık Ailesidir.


Yazan Nilgün Nart

22 Ekim 2007 Pazartesi

VERMENİN BİLGELİGİ VE NEZAKETİ

VERMENİN BİLGELİGİ VE NEZAKETİ


21 yüzyıl; gözlerimizin önüne serdiği şiddet ve acı dolu Dünya ve İnsan dramasına rağmen; İnsanoğlunun uzun Evrim yolcuğunda bir dönüm noktası olacak.
İnsanlık; sefalet, açlık, hastalık, savaş, kargaşa, felaket, yalnızlık ve radikal değişimlerin kaosunda kıvranıyor.
Hep birlikte gidebileceğimiz ve insan Tadında yaşayabileceğimiz bir yer arıyoruz. Uzaklarda böyle bir köy var. Henüz şu An gidemesek de bu köy bizim köyümüz.
Bize yüreğimizin vaad ettiği bir köy. O köyü görebilmemizin tek bir olasılığı var. Yüreğimizde yaşamak. Çünkü sadece kalbimizde yaşayabildiğimizde bu “Köyün” yolları ve kendisi görünür oluyor.
Her şey bizden gelip gittiğinde ve zamanlar tüm An’ları tükettiğinde bile yüreğimiz bizim.

Ve biz yüreğimizde yaşadığımızda, bir çiçek gibi nedensiz açabildiğimizde, yağmur gibi nedensiz yağabildiğimizde, Gerçek İnsanoğlu gibi nedensiz ve amaçsız verebildiğimizde ve paylaşabildiğimizde “Yuva” herkes için görünür olacak. Yaşam, yaşam olacak. Gerçek olacak. Ve Akış olacak.

Akmak basitçe yansımak veya vermektir.
Akışın doğasıyla Bir olmaktır.
Vermek de; vermenin bilgeliğinde, nezaketinde, asaletinde “olunduğunda” vermektir.

Vermek illaki her zaman maddi bir şeyler vermek demek değildir. Bazen bir dostu can kulağıyla dinlemektir. Çiçeğin, böceğin ve yaşamın güzelliğini An’da huşu içinde seyredebilmektir. Komşuna, arkadaşına, sokaktaki insana nedensiz gülümseyebilmektir. Bazen sessizce bir dostun yanında oturup ona sevgiyle sarılabilmektir. Bazen maddi manevi elimizden geldiğince insanlara koşulsuzca elimizi uzatabilmektir.
Çocuğun saf neşesinde, büyüğün mana derinliğinde; ilgiyle, tutkuyla kendimizi ve yaşamı keşfedebilmektir.
Nedensiz bir şekilde var olan her şeyi sevgiyle sarıp sarmalayabilmektir.
An’ları; hazır ve nazır bir şekilde bütün varlıklarla, sevgiyle coşkuyla paylaşabilmektir.
Bu dünyada diğerlerinin de olduğunu ve onlarında bizim gibi aynı üzüntüleri acıları özlemleri olduğunu unutmadan, her yere sevgiyle akmak ve sessizce; güzelliğin doğası için “sevgi” olabilmektir.

Vermek; basitçe Hazır OL’da, An’da yansıma kapasitesidir.
Yaşama An’da sevgiyle yanıt verebilme eğilimidir.
Basitçe Sevgidir.
Sevgiyi çoğaltmaktır.
Zihin devreye girmeden, gönlünüzün dilediğince, içinizden geldiğince; Sevgi olan aslınızı çoğaltma ve deneyimleme,“kendiniz” olma halidir.

Vermenin Bilgeliği farkındalıktan gelir. Farkındalığımız ne kadar yüksekse o kadar yaşama cevap verme, yansıyabilme, akma yeteneğinde oluruz.

Dünyada yaşanan “Kaos”; İnsanoğlu (almadan önce), koşulsuzca, ihtiyaçsızca ve zararsızca vermenin bilgeliğine erebildiğinde, Yeni Varoluşa dönüşebilecektir.
Ne daha önce ne daha sonra.
Çünkü insan nefs denen ayrılık illuzyonu içindedir.
Ve nefs vermeden almak ister. Almak istemesi kendini eksik bilmesinden ve hissetmesindendir. Tamamlanmak ve bütünlenmektir amacı.

Nefsin sınırları, inançları, koşulları, kalıpları, şartları vardır. Sınırları, nefsi bütünden ayırır. Ve nefs ; sınırlarıyla , şartlarıyla tamamlanmak ve bütünlenmek ister.
Ve bir türlü tamamlanamaz. Halkayı kapatamaz.
Halkayı kapatamamasının nedeni sınırlarıdır.
Halbuki sınırlar, yani perdeler kalktığında tamam ve bütün olduğu görülebilir.
Kısaca hiçbir zaman “eksik” olunmadığı fark edilir.

Tamamlanma, “daha fazla” alarak bütünlenme değildir.
Fazla olanın, engel olanın (nefsin), perdenin kaldırılarak tamamlanılmasıdır.
Bütünün görülmesidir.

Aslında Evren koşulsuzca herkesin ve her şeyin üzerine her An Rahmetini yağdırmaktadır. Nefs, sınırlarından ve inançlarından yağan Rahmeti görememektedir. Görse bile sınırlarına ve inançlarınla çelişkiye düştüğü için alamamaktadır.

Ancak ve ancak tamamlanma maksadıyla, karşılık bekleyerek verebilmektedir.
Dünyayı bile alsa, sınırlarının ve inançlarının oluşturduğu hapishanede oturduğu için doymayacaktır. Her alışında biraz daha semirecektir. Daha fazlasını isteyecektir.

Ve bu dünyada nefs için her alışın bir bedeli olacaktır. Dersi olacaktır.
Her ders bir Rahmettir, nefs hapishanesinin bir demir parmaklığını kıracaktır. Şükür içinde olup ders görülebilecek kadar alçak gönüllüyse ve yolu Gönül Dergahına gidiyorsa.

Ve nefsin sınırları olduğu için, bir gün gelir kendi sınırlarında son bulur.
Ve o An geç de olsa bilir ki hiçbir şey asla onun olmamıştır. Hiçbir şeye sahip olamamıştır.

Sonsuz ve sınırsızlıkta, bir nefeslik canı ve bir adımlık kafesi dağılır gider.

Kendisine, armağan edilmiş yaşamı Yaradan’ın, her an her şeye yağan Rahmetini paylaşmak ve yansımak için vesileden başka bir şey değilmiş.
Anlar.
Vakit geçtir. Dersler bir sonraki yaşamlara aktarılır.
Ta ki her yaşamını, her şeyi bir noktada birleştirene kadar. Birleştiği ve bütünlendiği yaşamında, Aşkla Sevgiyle, Sonsuzun kapısına gelene kadar.

Bu kapıda sınırlar, inançlar, kalıplar, kurallar ve bütün nedenler sorular-cevaplar dökülür İnsanoğlunun üzerinden.

Yaşamın ne için olduğu ve nasıl olduğu görülür. Düşler birleşir. Bütünlenir ve tamlanır.
Bu An’da Efendi ihtişamla tıpkı bir Güneş gibi doğar.
İhtiyaçsızdır, zararsızdır, koşulsuzdur.
Evrenle birlikte yağar.
Hazine O’nundur.
Kendisi O’dur.
O hazinedir.
Basitçe “Verir”.
Paylaşır.
Yansır.

Yaşam, Rahmet demektir.
Vermek demektir.
Ortaya çıkmak demektir.
Dolayısıyla nefs, alamadığı için veya kendini kapattığı hapishanesinden dolayı tamamlanamadığı yanılsamasında olduğu için de verememektedir. Akış nefs “engeline” takılır. Tıkanıklık oluşur. Kaos ortaya çıkar.

Kaosun içinden, toz dumanın acının sefaletin ve savaşın orta yerine sahte bir “Güneş” gibi nefs doğar. Diğer “nefslerden” almak ve tamamlanmak için.

Sözüm Ona Nefs;
Kendini bile kurtaramayan, “kurtarıcı” olur.
Duygularına ve düşüncelerine bile hakim değilken, “hükmeden”, buyuran olur.
Yüreğine bile taht kuramayan, şarlatan “kral” olur.
Zulmeden, asan, kesen, dilinin ucunda seven, küçük dağları yaratan olur.

Çünkü eksiktir. Aşağıdadır.
Yukarı çıkamamaktadır. Bütün değildir.
Ancak ve ancak; diğerlerini aşağıya çektiğinde, kendini yukarı çıkarabilmektedir.
Ancak ve ancak; diğerlerinden aldığında, diğerlerini sonsuza kadar her yönüyle sömürebildiğinde bütün (geçici bir yanılsamayla) olabilmektedir.

Ardı arkası gelmez bir yanılsama, Dünya Oyununun ve Evren Oyununun her sahnesinde silsileler halinde, değişik maskeler ve bahanelerle sürmektedir.

Evrende her şey bir çeşit enerji alış verişidir.

Dünyada dahil Evrenin her köşe bucağında nedeni ne olursa olsun ve neye hizmet ederse etsin oynanan oyunun adı temelinde “Enerji alarak veya aşağıya indirerek” tamamlanma OYUNUDUR.

“Aşağısı nasılsa, yukarısı da öyledir.” Heraklitus
(İnsan nasılsa Evrende öyledir)

Evrende; bütün “Varlık Boyutunun” selameti için değişmesi gereken temel budur.

Ve “Varlık Boyutlarının” selameti için;
Şimdiye kadar Dünyada dahil bütün Varlık Boyutlarında yaratılan; korkunun, korkutmanın, değersizliğin, yetersizliğin, bağımlılıkların, hükümranlığın, yüceliğin, alçaklığın, astın, üstün, otoritenin, tutsaklığın, üstün olma ve ezilme ihtiyacının şifalanması gerekmektedir.

İnsan değiştiğinde ve Gerçek İnsanoğlu olduğunda ( El İnsan), Dünyada değişecektir.
Dünya değiştiğinde Evren de değişecektir.

“İnsanoğlu bir hamur teknesi boyundadır; ama, tabiattan da üstündür, kainattan da” Mevlana

Ne mutlu kendi değerini bilenlere, İnsan varlığını sevenlere.

Bu nedenle; İnsanın; kendi değerini bilmekten, merkezinde, dengede kalmaktan ve “Sevgi-Aşk” olmaktan ve koşulsuzca zararsızca ve ihtiyaçsızca vermeyi öğrenmekten başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.

İnsanoğlunun; cennete cehenneme, cezaya ödüle, kotalara hükmedenlere, yol gösterenlere, yol olanlara, birliklere, katılımlara, uzay gemilerine, boyutlara, yücelere ihtiyacı yoktur.

Yeter ki İnsan; “Kendisi” olsun. Yüreğinde olsun. Sevgi olsun. Aşk Olsun. Yansıma olsun. Akış olsun.

Hepsi, Alemde olan her şey ve olacak olan her şey; öz, yücelik, özgürlük, cennet, barış huzur, sonsuz boyutlar, cevherler, hazineler, hepsi ve her şey
İnsanın yüreğindedir.
Herkesin yüreğinde “O” vardır.
Ve “O” her şeydir.
Ve “Kendisidir”.
Ve İnsan, “kendisi olduğunda” her şeydir.
İhtiyaçsızdır, zararsızdır ve koşulsuzdur.

“Efendidir”

Efendinin yansıdığı yerde, istek olmaz, arzu olmaz. Her arzu ve istek dile gelmeden, ihtiyaç hasıl olmadan çoktan verilmiş, paylaşılmış ve yansıtılmıştır.
Her şey dengede ve huzurdadır. Güneş her yerdedir.

Ve Efendi, Efendiliğini bildiği için, Efendiliği için, Var olduğu için, nefes alabildiği için, Rahmet için, verebildiği- yansıyabildiği için şükreder.
Efendi, sunduğunu alabilecek birilerini bulduğu için şükreder.
Verir. Verebildikçe Şükreder.
Şükrettikçe “kendini” daha fazla hatırlar, her hatırlayış başka bir derinliktir.
Yol uzundur.
Çünkü her An’da sonsuz “kendi” Varlığında bütün boyutlara doğru derinleşir.
Efendi, “Kendisidir ve “Kendisi” sevgidir.
Verme eylemi “Kendisi” olduğu için ve kendinden kendisine olduğu için nazik ve asildir.

Efendinin bir elinin verdiğini diğeri görmez.
Çünkü Efendi Tek’tir. El de Tek’tir.
Alanda kendisidir. Verende kendisidir
Zendeki “Tek elin sesidir”.
Tek, Sessizlik olur.
Sessizce alır sessizce verir.

Efendi; “Kendini” kısaca;"sevgiyi" ve “sevinci” karşılaştığı her canlının varlığında aşkla ve sevgiyle, nazikçe, Ruhunun Asaletinde, ihtiyaç hasıl olmadan sessizce çoğaltandır.

Yaşamın Üstadı olmak ve Onda bir mana bulabilmek, bir anlamda yansıyabilme ve kendimizi çoğaltabilme sanatı değil midir?


Yazan Nilgün Nart

VAR OLMAK “OLMAK YA DA OLMAMAK”

VAR OLMAK VE AMAÇ
“OLMAK YA DA OLMAMAK” Shakesperare


Ne kadar acıdır kalabalıkların içinde yalnız kalmak. Gittiğin her yerde yine yalnızlığı bulmak. Sana bakan gözlerin içinde kaybolamamak. Sana konuşan sözlerin içinde, kendinden hiçbir iz bulamamak. Ve anlaşılmış olmanın derinliğinde ve sevgiyi paylaşmanın yüceliğinde eriyememek.

Kaosun ortasında ve Tekbaşına.

İnsanoğlu ne arar? Neden arar?

İnsanoğlu sevgiyi arar.
İnsanoğlu sevgidir. Sevgiyi her seferde ve her An’da yaşamak ve hissetmek içindir bütün çabası bütün arayışları. Sevgiyi; fiziksel alemde, Gönül Dergahındaki gibi “Gerçek” kılmak içindir.

Herkesin her yerde aynı şeyi aramasına ve hepimizin özleminin bu anlamı her yerde ve her an yaşamasını arzulamasına rağmen “sevgili” neden hala çok uzaklarda? Neden gelmiyor?

Biz olduğumuzu sandığımız, öğretilmiş gerçeklerimizle, arayış modellerimizle, inanç olduğunun farkına varamadığımız inançlarımızla, kurallarımızla, umutlarımızla ve koşullarımızla öylesine sarmalanmış ki dünyalarımız.

Artık birbirimizin ne gözlerindeki ışığı görebiliyoruz ne de sözlerindeki sihri ne de yüreğindeki aşkı hissedebiliyoruz.

Fiziksel realitenin algı dinamikleri her yerde. Zihnimizin en ince kıvrımlarında. Ruhumuzun en kuytu limanlarında. Sevgi dolu olduğunu sandığımız sözlerimizde, bakışlarımızda ve eylemlerimizde.
Hep sanıyoruz. Asla emin olamıyoruz. Sanmak zihin ve nefsle alakalıdır. Ve ardından endişeler korkuya korku bağımlılığa bağımlılık inanca dönüşüyor.

Çünkü; her söylediğimizin ve her yaptığımızın bir amacı var. Bir yere ulaşmak istiyoruz. Çünkü bir yere gitmek istiyoruz. Her an her yerde aradığımız “şeyde” olmak istiyoruz. Sevgide erimek istiyoruz.

“Sevgiliye” gitmek için bir yol olması gerek. Oraya varacağımız bir zamanın olması gerek.

Yol ve zaman. Mekan ve An.
Fiziksel realitenin gerçeklikleri.
Ve bir amaç algısını da beraber getirmek zorunda. Biz bunu bir amaç olarak veya ne istersek o olarak tanımlayalım sonuçta algımız kendimizden uzaklaşıp yaşanmak istenen, varılmak istenen yere uzanıyor.

Amaç fiziksel gerçeklikteki her şeyin gizli nedeni. Hareketi yaratıyor. Varışı gerçekmiş gibi kılıyor.

Halbuki “Sevgili” Şimdi – Burada. Bizde. Hiç gitmediği yerde.
Varış dışardan kendimize varmak. Aslında varmamak. Varış adına hiçbir şey yapmamak. Varışı bıraktığın anda Şimdi Burada “sevgilide” olmak. Olmakta olan ile bir olmak.

İnsanoğlunun; varmayı arzuladığı yere varması, orada her zaman ve zaten “varmışlıkta” olduğunu anlaması için,“Var” olma algısını ve amaç algısını birbirinden ayırması gerekiyor.

Amaç ayrılma demektir. Olduğunuz yerden başka bir yere varma, başka bir zamana hareket etmek demektir. Amacın kendisinin ne olduğu ve neye hizmet ettiğine bakılmadan ve görülmeden “Var” olma algısından ayırt edilemez. Ve ayırt etme işlemi gerçekleşmeden, “var” olmamız veya “varlığımız” ile ne yapacağımızın seçiminde bulunamayız.

İnsanoğlu “Amaç” olgusunu kaybetmekten korkuyor. Amacı Varlığının neden sayıyor. (Amaç olgusu ne ile tanımlanırsa tanımlansın, amaç olgusunun yokluğu manasında kullanılmıştır.) İnsanoğlu “Var olmasını” edinmiş olabileceği bir amaca bağlıymış gibi algılıyor. Zihin bütün manalarını ve anlamlarını veya varlık hissini amaç ile devam ettirebiliyor. Ve zihin görülenin arkasındaki görülemeyeni algılayamadığı için ve Toplumsal Bilinç zihinsel olduğu için ve yeryüzünde olmakta olan şimdiki Toplumsal Zihnin bir görünüşü olduğu için, hayatta kalmak tek amaç.
Hayatta kalmanın amacından ve anlamından didişme mücadele savaş kin öfke kibir ve bütün bunlarla, ayrılıkla beslenen binyıllık bir nefs büyüyor.

Amaç oluştuğunda, amaca ulaşmaya yardımcı olacak araçlarda devreye giriyor. Toplumsal Bilincin zihinsel süreçlerinde ortak mutabakat varılmış “doğru araçlar” ilk seçilenleri oluşturuyor. Dinler, öğretiler, tarikatlar, guruplar, ritüeller, seromoniler, uygulamalar, idealler, söylemler v.s.

Bu nedenle; zihne ve nefse cesurca gerçekten bakmak gerek, samimi ve dürüstçe görmek gerek, içimizde her An nöbet tutmak gerek. Görülmeden hiç birisi gitmez. Gidemez. Gitti gidiyor değil, öldü ölüyor değil. Gerçek kılmak gerek. Dengelemek gerek. Dengelenmek; koşulsuz, ihtiyaçsız ve zararsız olmak demek. Ve bu merkezde görülenleri ve gitmesi gerekenleri, tıpkı Colombun Amerika sahillerine vardığında gemileri yakması gibi “yakmak” ve “yanmak” gerek. Dengede ve Merkezde bu küllerin içinden yeniden doğmak gerek. Görülenlere ve gitmesi gerekenlere ölü olmak demek. Ölmek demek.
Ve bu ölümde yeni bir “can” bulmak demek.

İnsanoğlunun Evrenselleşebilmesi için; işlevi dünyasal manalarda anlaşılmayacak ve amaç olmayacak bir “Amaç-Nedene” ihtiyacı vardır. Fakat önce “var oluşun” “varlık hissinin” “varlık sevincinin” dünyasal veya diğer her şeyden arınmış olarak hissedilmesi gerekir. Sonrasında amaç olgusu gündeme gelebilir. Evrensellik olabilir. Bilinçli ve “kendisi” olarak yaşamı seçmek ve gereği neyse insan tadında, sevginin aşkın hatırına, güzelliğin doğası ve Ruhunun asaleti için yeryüzünde evrenlere sonsuzluğa ve sınırsızlığa genişleyen bir bilinçte yaşamak olabilir. Ya da ne isteniyorsa.

İnsanoğlu ayrılık yaratan zihnin bulanık sularından çıkana kadar, Bütünlenene kadar dualistik sistemin aracı olan ve bir hedefe yönelten yeni seçtiği Evrensel amacına sarılmak ve gerçekleştirmek durumundadır.
Bütünlendikte sonra dengeleneceği için, Kim ve Ne olduğunun algısına sahip olacağı için ortada zaten amaç da kalmayacaktır. İnsanoğlunun Tek bir insanlık olduğunu ve Bütün olduğunu bilene kadar “Amaç-Nedene” ihtiyacı vardır. Sonrasında ise sadece “Var”olacaktır. Tıpkı Gönül Dergahındaki gibi. Aşkla sevgiyle “Gerçek” olacaktır.

Bu görüşte Evrensel amaç, İnsanoğlunu Zihnin karanlık sularından çıkarıp, Birliğin kıyılarına varmasına hizmet edecek bir araçtan başka bir şey değildir.

Var olmak Şimdi Burada varlıkta bulunma, görünüşte olma ve bu varlıkta ve var oluşta olma farkındalığına an be an ermek, bilmek idrak etmektir.

Varlığın kendisi Ruh olduğu için ve Ruhta sevgi ve aşk olduğu için, “Var” olmanın algısına an be an sevgide erimek hissedişi eşlik eder. Algı ve hissediş Tek’leşir. Deneyim de hissediş ve eylem birlikteliği idraki oluşturur. Ol’unur. Ne hissediliyorsa o olunur.

İşte O An’da kumdan kaleler gibi yıkılır bütün dualitenin amaçları görünüşleri kuralları ve nedenleri.

Var olmak başlı başına bir amaçtır. Aslında bu hissedişle birlikte varılmadığı, varılma algısı bırakıldığında sadece var olmak olarak algılanan yerde amacın da amaç olmadığı görülür. O yerde aslında amaç hiçbir zaman olmamıştır. Hep o yerde olduğunuz bilirsiniz. Hep o sevgide olduğunuzu bilirsiniz. Ve ne yapmak istediğinizi seçersiniz.

Var olmak müzik dinlemek gibidir. Nasıl ki müzik dinlemenin bir amacı yoksa. Sadece anda kalarak dinleniyorsa ve bir sona varılması beklenmiyorsa.
Sevgiliyi koşulsuzca sevdiğinizde ve yüreğinizi bu sonsuz sevgide kaybettikçe hissedilen akış gibidir. Aşktır.
Aşkın nedeni Aşktır.
Sevginin nedeni Sevgidir.
Yaşamın nedeni Yaşamdır.
Koşulsuz. Zararsız. İhtiyaçsız.
Sadece Ol’ma ve seçme meselesidir. Nedeni kendin de olan Neden. Ve Sırların sırrı olan “Neden”.

Gelmekte olana zamanların ve mekanların doğasından veya koordinatlarından, İnsanoğlunun “kendini”, “Varlığının Nedenini”; dünyasal amaçlarının temel nedenini oluşturan “hayatta kalma” amacından ayırması ve Var Oluşunu, Evrenin sonsuz ve sınırsızlığında; dengeleyecek ve merkezleyecek bir anlam ve manayla yapılandırması Kaçınılmazdır. Eğer Varlığın devamı ve gerçek kılınması isteniyor, seçiliyor ve Ol’unuyorsa.

İstemek veya istememek ikisi de pekaladır.
Ama pekala; kişi bilinçli olarak merkezinde ve dengesinde “Efendi” ise pekaladır. Yoksa “kader” ve program sisteminin çarkında dinamikler işlemeye devam edecektir.

Neden Efendi olmak gereklidir Var Oluşu seçmek için?
Neyi neden seçtiğinin bilgisinde, sorumluluğunda ve gücünde olmak için.
Bilinçli seçim; ne yapmak arzusunu, yani yüreğinizin “ne” olmak istediği arzusunu, bu arzu ile ilgili gerçekleştirme bilgisini, arzuyu gerçekleştirme sorumluluğunu ve arzuyu gerçekleştirme gücünü de beraberinde getirir. Bilinçli seçim hepsini birlikte getirir. Gelenlerden bir tanesi dahi eksik olsa seçim bilinçli değildir.
Ve bu OL’maktır. Yüreğiniz OL’maktır.
Kendinizi yeniden yaratmaktır.
Yüreğinizin sevgisini ve ışığını yeryüzüne işlemektir.
Ve sevgiyi bu dünyada “Gerçek” kılmaktır.
Cenneti yeryüzüne indirmektir.



OL’mak ya da OL’mamak. İşte bütün mesele burada. Binyılların ardından gelen tek soru. Yeryüzünde kendi çağlarında yaşamış Filozoflar, Bilgeler ve diğerleri soruyu asırlar öncesinden sordular. Cevabın Şimdi-Burada cevaplanması gerektiğini biliyorlardı.

Ve Şimdi-Burada bir “Cevap” verilecek”
Ve bu cevabı herkes kendinden kendine, yüreğinde kendisi için ve herkes için verecek.

Ve şimdi kulaklarımda gelmiş geçmiş bütün Bilgelerin Nüktedan kahkahalarını işitiyorum. Kahkahalarının arkasındaki heyecan bekleyiş dua aşk sevgi ve teslimiyet sonsuzun olmayan sınırlarından tıpkı bir altın gibi değişimin ibriğinden damlamak üzere.

“Cevabınız” kutlu olsun.

Seçimlerin hepsi pekaladır. İster bilinçli olsun ister olmasın.
Ama pekala; Ezel ve Ebed olan Bilinç, “kendinizin” bilinçliliği hiç zaman sizden hiç bir koşulda ve boyutta gitmiyorsa, gidemiyorsa ve siz; her düşündüğünüzden seçtiğinizden ve eyleminizden, kendi kendinize döndüğünüzde; kendi kendinizi öğüttüğünüzün ve ne yaptığınızın bilgisindeyseniz, hesabınız kendinize ise, sıratınız da cehenneminiz de, cennetinizde, sorunuzda cevabınızda, varlığınız da yokluğunuz da, verişinizde alışınızda, sevginizde aşkınızda, ruhunuzun asaleti de kısaca; “Var Oluşa” “Yaşama” “Sevgiye” cevap veren de cevap bekleyen de SİZ iseniz.

İşte O zaman, Pekala, pekala mıdır? Yoksa değil midir?

İşte bütün mesele;

Olmak ya da Olmamak
Bu düşüncedir felaketleri yaşanır yapan. Yoksa kim dayanabilir zamanın kırbacına? Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine Sevgisinin kepaze edilmesine Kanunların bu kadar yavaş Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine Kötülere kul olmasına iyi insanın Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken? Kim ister bütün bunlara katlanmak Ağır bir hayatın altında inleyip terlemek Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya Ürkütmese yüreğini? Bilmediğimiz belalara atılmaktansa Çektiklerine razı etmese insanları? Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi: Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor Yürekten gelenin doğal rengini. Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar Yollarını değiştirip bu yüzden Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar." -W. Shakesperare / Hamlet –

(“Neden Var Oluş” ile devam edecektir.)

Yazan Nilgün Nart

NEDEN VAR OLUŞ – QUANTUM SIÇRAMASI

NEDEN VAR OLUŞ – QUANTUM SIÇRAMASI

Var olmanın dayanılmaz hafifliği dolunca “Kendisi” olmuş El İnsan’ın içine, her şey gelip geçtiğinde ve düşlerden bile silindiğinde, hatta yokluk bile yok olduğunda olmakta olan Nedir?

Bütün mesele Şimdi - Burada, Bu AN’da başlar.

Hem soru hem cevap olan neden.
Cevabı asla olmadığı için aslında olmayan Neden.

Neden?

O An’da var oluşa çeşitli anlamlar yüklemeyi seçebilirsiniz. Ya da anlam yüklemeyi bırakarak sonsuzluğunuzda erimeyi de seçebilirsiniz.
Hiçbir seçimin bir diğerinden farkı yoktur.

Çünkü siz sonsuzsunuz. Sınırsızsınız.
Neden sizsiniz. Cevap ta sizsiniz, soru da sizsiniz. Ne cevap kalır ne de soru. Sorular biter, cevaplar biter, zihin susar. Düşlerin hepsi yoklukta kumdan kaleler gibi yıkılıp gider.

İlk Neden’den başka var oluşun bütün boyutlarında “Kendisi” olan varlık için başkaca bir neden yoktur. Ve kendisi O’dur.

Varlık ve Yokluk.
Hiçlik hiçliğe dağıtmak ister.
Varlık varlıkta ileriye gitmek ister.
Varlık; Tanrısal doğasını, bilinçli olarak genişleyen bilinçte yaşamak ister. Bu sonsuz bir eylemdir. Yaşamın evrilmesi gibi. Hem fiziksel her ruhsal. İkisi bir yerden sonra Tek olur.
Hiçliğinde “Varlık” sonsuz bir huzurda erir. Biter.
Ve hiçliğin doğası gereği, varış, biliş, eriyiş tamamlandığında, Varlık; yeniden görünüşe çıkar. Ve tekrar baştan başlar. Atomdan, taştan, topraktan bitkiden, ya da görünüşe çıktığı mekan ve zaman boyutu neyi gerektiriyorsa. Sonsuz bir tiyatrodur oynanan. Hiçliğin ve hepliğin, kendinde ve kendi kendisiyle bitip tükenmez dansı gibidir olmakta olan.
Her şey birlikte görülür.

Neden kalmaz sonsuz huzurdan, “Nirvanadan” geri dönmek için.
Sonsuz huzura çıkış yaptığın Düşten ayrılmak için de bir neden kalmaz.
İkisi de Bir olur.

İşte “Olmak ya da Olmamak”.

Var oluşa doğuş
Sonsuz huzura çıkış yaptığınız düşün ve düşün içinde yüreğinizde büyüttüğünüz sevginin aşkın hatırına; manyetize edebildiğiniz ve dengeleyebildiğiniz bireyselliğinizi, “Yaşamı” seçmek ve “Görünüşe çıkmışlığınızı” bilinçli Tanrısallığınızda genişletmek için kullanırsınız.
Eğer Bireyselleşmeyi ve sevgiyi, kendinize yürüdüğünüz yol boyunca “Nedeniniz” yaptıysanız.
Gönül Dergahında, hiç gitmediğin yerdesindir. Aşksındır, Sevgisindir, Coşkusundur, sevinçsindir, ne olmak istersen O’sundur artık. Efendisindir.

Hiçlikte eriyiş;
Bireyselleşme gerçekleştirilmediyse ve sevgi “Neden” olarak seçilmediyse, ve düşün içinden kurtulma arzusu da buna eşlik ediyorsa ve sadece olmakta olanı bilmek olarak algılanıp yolda yürüdüyseniz; O An’da olmakta olanı ve kendinizi görürsünüz. Varış, eriyiş ve ermek tamamlanır. Ve Biter. Geri dönülmez. Çünkü sevgiyle Bireyselleşme olmadığı için, sonsuz huzura çıkış yapılan Düşün içine çekilme olmaz. Neden olmaz.

İkisi de pekaladır. İki seçimde kutsaldır. İkisi de Tanrısaldır.

“Olmak ya da Olmamak”. Sorusu Düşün içinde sorulur. İçsel olarak cevaplanır. Ve sevgiyle dengelenme, sevgiyle merkezlenme ve sevgiyle bireyselleşme yol boyunca deneyimlerle manyetize edilir ve sevgiyle biriktirilir.

Bu biriktiriliş yeniden doğuştur. Sevgi ve Aşk olmaktır. Küllerden ve hiçlikten “ölümde” başka bir can bularak yeniden ayağa kalkıştır. Yeniden diriliştir. Cenneti yeryüzünde, sonsuz huzura çıktığınız “Düşün” içine dönerek tekrar yaratmaktır.
Düşü Varlığınız ile “Gerçek” kılmaktır.
Ve Gerçek Oyun başlar.
Gerçek Yaşam başlar.
Kendinize yürüdüğünüz yol boyunca Sevgiyle Bireyselleştirdiğiniz ne var ise Gerçekten O olursunuz. Gerçek anlamıyla o olursunuz. Çünkü olmak için; arzunuz, bilginiz, sorumluluğunuz gücünüz de gerçek olur.

Ve işte o zaman yaşadığınız düş, “Dünya” cennet olur.

Milyonlarca yıldır zaman ve mekan boyutlarında dünyada süren yatay Yaşam şekli, Galaktik düzlemde diğer sistemlerle birlikte gelinen nokta da Dikey yaşam (derinleşen ve genişleyen Bilinç) şekline evrilmek üzere.

Yazılı yada yazısız tarihini bildiğimiz kadarıyla İnsanlık Medeniyeti diğer sistemlerle birlikte Evren de bu noktaya daha önce gelmişti. Kutsal kitaplarda belirtilen tufanlar ve Yaradılış hikayeleri, spiral bir evrilme yolu izleyen dünyanın geldiği bu noktayı işaret eder. Büyük tufanlar ve felaketlerden sonra geriye kalan insandan her seferinde tekrar yaratılan İnsanlık Medeniyeti anlatılır.

Şimdi – Burada gelinen Galaktik Düzlemdeki “An” dünyanın izlediği spiral evrilme yolunun son halkasıdır. Mahsul olgunlaşmıştır. Mevsim; milyonlarca yıldan sonra ki hasat mevsimidir.

Spiral evrimle yolunu tıpkı bir kementi çevirmeye başladığınızdaki ilk küçük spiralden başlayan halkaya benzetebiliriz. Kement bir kez döndüğünde ve başladığı yere geldiğinde birinci spiral biter. Ve ikinci spiral başlar. Kesintisizdir ve süreklidir. Arkasından üçüncü çevirim dördüncü çevirim yada çember. Spiralin bitişi ve başlangıcı aynı yerdedir. Faka bir öncekine göre daha gelişmiş ve büyümüştür. Her şey aynı gibidir ama farklıdır. Derinleşme ve genişleme ve hızlanma vardır. Hızlanma ve genişleme yani moment gittikçe artar. Ve bir An gelir kementi elinizden boşluğa bırakırsınız. Ve hedefe atarsınız.

Kementin boşluğa fırlatıldığı An; kementle gittikçe büyüyen spiralin maximum Momentle, niyet edilmiş hedefi yakalayacağı An’a geldiği yerdir. Dünya evriminde olduğu, evrim spiralinde şimdiki yere daha önce gelmiştir. Fakat Quantum alanına fırlayacağı An’a gelmemişti.
Ve dünyanın Quantum sıçraması için yer aynı yerdir. Vakit ise şimdi gelmiştir. Mahsul şimdi olgunlaşmıştır. Ve moment şimdi yakalanmıştır.

Quantum sıçramasından sonra dünyanın evrimi de sonsuz ve sınırsızda şekil ve mana değiştireceği için; şekil ve mana da; Evrim sonucunda ortaya çıkan mahsullerin; Efendilerin, El İnsanların yüreğinden yaratılacağı için bilinemezdir.

Spiralin zaman ve mekan boyutlarından sıçrayan dünyayı (Mayaların Takviminde işaret edilen zamansız ve mekansız alan veya Galaktik Düzlem) sonsuz ve sınırsız Quantum bölgesinde her şey giderek kısalan bir sürede An’da gerçekleşmeye başlayacağı için; İnsanoğlunu zor “durumlar” beklemektedir.

Kimine göre “kıyam”, kimine göre “kıyamet” olacak sıçrayış olduktan sonra, insanoğlunun uyanması ve “kim” olduğunu bilmesi ve seçmesi ve OL’ması için halen vakit olacaktır. Ama bu göz açıp kapayıncaya kadar çabuk geçecek bir vakittir. Zaman çoktan bitmiştir.

Ama Şimdi – Burada gerçekten kalbimizdeki yüklerden kurtulmak, bağışlamak, dengelenmek, merkezlenmek, yüreğimize varıp oturmamız ve olmakta olanı olduğu gibi görebilmemiz için ve agustos böcekliğini bırakıp “sevgi olmamız”-“kendimiz” olmamız için; vakit nakittir.

Yeter ki insan gaflet uykusundan uyansın.

Halen; duygular, düşünceler ve zihin üzerine hakimiyet kurulamamışken, içsel kendiliğinden gelen bir sukut, barış, dengelenme merkezlenme yaşanamıyorken, fiziksel dünyada hızını giderek artıran ve hızlanan momentten dolayı daha da artacak olan kargaşa, savaş, açlık, yeryüzü hareketleri ve etrafında an be an parçalanan dünyada nasıl merkezlenip nasıl dengelenecektir insanoğlu.
Sonsuzluğa ve sınırsızlığa sıçradığımız Quantum alanında, İnsanoğlunu merkezinde ve dengesinde tutan ne olacaktır?
Şimdiye kadar “insan” yüreğine ne ektiyse ve büyüttüyse o olacaktır. Bireyselliği; şimdiye kadar yüreğine ve yüreklere ne ektiğine göre toplayacağı mahsulü olacaktır. Yani mahsul olarak “kendisini” toplayacaktır.

İnsanoğlunun Güzel Varlığı için, sevginin hatırına, sevgiyle yazıyorum.
Korkuyu, endişeyi ve kendinize inançsızlığı bırakınız. Yüklerinizi atınız.
Varıp yüreğinize oturunuz. Ve sevgi olunuz. Sevgi olmayan her şeyi terk ediniz. Sevgi olmayan hiçbir şey zaten gerçek değildir. Gerçek olmayan; sizi sistemde, dualitede, yargıda endişede korkuda ve kendinden ve diğerlerinden ayrı tutmak için oradadır. Siz gerçekten; sevgi de merkezlendiğinizde ve dengelendiğinizde tıpkı güneşin karanlığı dağıtması gibi illüzyon dağılıp gidecektir.

Quantum sıçrayışında ve Quantum alanında; “Sevgiden ve Aşktan” başka İnsanoğlunu merkezinde ve dengesinde tutacak hiçbir neden yoktur.

Galaktik nedenler - bağlantılar, dünyasal nedenler, hayatta kalma mücadelesine neden olan nedenler; Quantum sıçrayışında ve alanında; insanı merkezinde ve dengesinde tutamaz. Belki bir süre destekler.
Ama sonuçta herkesin kendisi ile baş başa olacağı An’lardır. Özgür İrade Yasası gereği herkes kendi kendisinden sorumludur.

Çünkü; “Özgürlük”, kendi kendinin sorumluluğudur.

Sevgiyi herkes bilir. Çünkü herkesin yüreğinde oturan O’dur. Ve O sevgidir.

Yaşamı kendinize armağan ediniz. Kendinizi de yaşama armağan ediniz.

Ve hep sevgiyle kalınız.

Hepimizin Gerçeği ve Seçimi kutsaldır. Ve kutlu olsun.


Yazan Nilgün Nart

VAR OLMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ

VAR OLMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ

Evrende "Kendimizden" başka, Yasaların bizim niyetimizi bilmesinin hiç bir önemi yoktur.
İnsan yalnızca kendisinden dışarı bakabilir.
İNSANIN, yasaları bilmesi önemlidir. İnsanın "Bütünün" işleyişini bilmesi önemlidir.
Yasalar ve Bütün her şeyi zaten biliyor.
İnsan bilmiyor.
Yasaları kullanacak ve sırları çözecek ve Bütün olmuş olduğunu anlayacak insanın kendisidir. Dünyada oynanan İlahi Tiyatronun hepsi insan içindir.

Ego bütünden ayrılık deneyimini yaratan bir "Araçtır".
Kötü değildir. Sadece vardır. Aracın nasıl kullanıldığı önemlidir. Egoya yüklenen manalar önemlidir. Nereye varmak istiyorsanız egoya o manalar yüklersiniz.

Her kim ne mana yüklerse yüklesin bu da pekaladır.

Mutlu olmak huzurda olmak başarılı olmak İnsanoğlunun hakkıdır. Zira dünya, “Varlığın”, İnsan olarak Hepliğinin ve Hiçliğinin sevincini ve coşkusunu deneyimlemesi(Yaşaması) için vardır.

Kötülük ve iyilik nereden baktığınız göre değişir. "Kendinizden" bakarsanız hepsi aynıdır. Bir'dir. Kötülük iyiliğin nedeni, iyilikte kötülüğün nedeni olabilir.

Hiç bir şey bu Evrende İnsanoğlunu kötü yapamaz. Ama insanın kötü olduğuna dair, bir "Yanılsama " içine çekilebilir.

Dünya görüşünden bakıldığında; Dünyanın geçici çözümlere değil GERÇEK bir çözüme ihtiyacı vardır.

Dünya Gezegeninde İnsanlık Medeniyeti'nin hayatta kalma mücadelesi veya oyunu, “Kendisini” bilmesi için bir araç iken, amaca dönüşmüştür.
Hayatta kalmaya çalışmak yeryüzünde yaşanan hiç bir şeyi değiştirmez.
Hayatta kalmaya çalışmak için mücadele etmek insanı artık hayatta veya gezegende tutmak için yeterli değildir.
İnsanoğlunun Varlıkta kalabilmesi için kendisine Evrensel bir amaç bulması gerekmektedir.
Yeni amaç, insanın kendisini bulma yolunda ve kim olduğuna karar verme aşamasında Bütünlenmesine hizmet edecektir. Ve gezegen üzerinde var olmasının da güvencesi olacaktır.
İnsanoğlu ayrılık yaratan zihnin bulanık sularından çıkana kadar, Bütünlenene kadar dualistik sistemin aracı olan ve bir hedefe yönelten yeni seçtiği Evrensel amacına sarılmak ve gerçekleştirmek durumundadır.
Bütünlendikte sonra dengeleneceği için, Kim ve Ne olduğunun algısına sahip olacağı için ortada zaten amaç da kalmayacaktır. İnsanoğlunun Tek bir insanlık olduğunu ve Bütün olduğunu bilene kadar amaca ihtiyacı vardır.

Bu görüşte Evrensel amaç, İnsanoğlunu Zihnin karanlık sularından çıkarıp, Birliğin kıyılarına varmasına hizmet edecek bir araçtan başka bir şey değildir.

İnsanlık daha fazla Var olmayı seçmek de istemeyebilir. Bu da pekaladır.

İyi hissetmek yetmez. İnsanın kendini Muhteşem hissetme hakkı vardır. Ve zamanı gelmiştir.

İnsanın bir adım sonrasını görmesi yetmez, bin adım sonrasını görmelidir. Vakti gelmiştir.

İnsanoğlunun daha fazlasını bilmek, Tam anlamıyla anlamak, kavramak ve yaratmak zamanıdır.

Bilinmek istenmiyorsa, kavranmak istenmiyorsa, sadece iyi hissetmek yeterliyse ve şimdiki Dünya Sahnesinde oynanan oyuna eski bilinçle; savaşla yıkımla ayrılıkla sefaletle acıyla silahlarla füzelerle, rekabetle, kaosla kurbanlarla seçilmişlerle ve hep alarak devam edilmek isteniyorsa, bu da pekaladır.

İnsanın Kendisi, olmakta olanın Kendisidir.

İnsan dünya aleminde kendi içselliğinin, “Kim ve Ne olduğunun” keşfine çıktığında, yolun bir yerinde olmakta olanı daha açık seçik görmeye başlar. Her adımda “Olmakta Olan” netleşir ve şekil değiştirir. Şekil değiştirmesi netleşmesindendir. Netliğin ve açık seçikliğin bir sonu yoktur. Önemli olan bu netlikle ve bilişle Sizin nerede ne kadar mola verip ne yapacağınızdır. Seçim size aittir. Malzemeler oradadır. Görüşte oradadır. Yürekteki arzu ve aşk vizyonu yaratır. Vizyon, siz olan Sizin yeni bir “Var Olma” sevincinin deneyimini açığa çıkaracak Düşten başka bir şey değildir.

“Kendisi” olan kişi vizyonunun deneyimini yaratarak yaşarken, kendisini deneyimler. Varlığını deneyimler. Kendisinin bu deneyim ve eylemleriyle ilgili bir tanımı yoktur. Sadece yaşar ve hisseder.

Dışarıda kimse yoktur ama, söze dökebilmek için; diğerleri tarafından,“Kendisi” olmuş kişinin deneyimi vazife olarak tanımlanmak istenebilir. Bu “Kendisi” olmuş kişi için önemli değildir. O varlığının sevincindedir. Dışarıda ki için vazifelidir. “Kendisi” olmuş kişinin deneyimi, dışarıda olan diğerinin vazifeli olma kurgusun yaratır. Diğerinin gözünden bakıldığında bu gerçek anlamda böyledir.
Çünkü “Kendisi” olmuş kişinin deneyimi diğerinin bilinç genişlemesine hizmet eder. Diğerinin görüşünde bu böyledir. Halbuki “Kendisi” olmuş kişi sadece Kendisidir. Bütündür. Deneyimi de bütündür. Diğeri için amaç ve vazife olgusu vardır. Diğeri için vazifesiz ve kurtarılacak insanlar vardır. Günahkarlar ve melekler vardır. Sürekli bölmeye devam eder. Deneyimini her bölüşünde kendisini de bölmektedir. Ve “Kendisi” olmuş kişinin sevincini ve mutluluğunu anlayamadığı ve bilemediği tanımlayamadığı için ona çok şeyler atfeder.

Diğerinin dulitede varlığını sürdürmesi için bir amacının ve görevinin olması gerekmektedir. “Kendisi” olmuş kişinin deneyimini de onun vazifesi ve amacı olarak tanımlar.
Dünya dualite sistemi bir amaç ve görevler silsilesi üzerine kuruludur.
Oysa Evrenin bir var olma amacı YOKTUR. Müzik dinlemek gibidir. Manzarayı seyretmek gibidir. Oradadır. Ve vardır.
“Kendisi” olan kişinin de bir amacı ve vazifesi yoktur.
Çünkü artık o Bir’dir. Her şeyde kendisini görmektedir.
Ve “Her Şeyde Kendisini Gören”, Kendisine yüreğindekilerle yağmaktadır. Yağmak deneyimin kendisidir. Akmaktır. Vermektir.

Diğeri için ise bu bir rahmettir. Vazifedir. Hizmettir. Ondan çok şey beklemektedir. Hatta ona yardımcı olmak için, kendisine de vazifeler bulur amaçlar bulur. Hatta daha da ileriye giderek bu amaçları ideoloji, dine, inanca mitolojilere çevirerek her daim bunun içinde yaşamak ister.“Kendisi” olmuş kişinin deneyimi, diğerinin tanrısı olur. Diğeri kendisini bu inanca hapseder. Burası sorumluluğunu almayan diğerinin konfor alanıdır. Her şeyden “Kendisi” olmuş kişi sorumludur. Dualistik sistemde tutsak kalır. Tutsaklık ne kadar hoş ve güzel olsa da tanım olarak tutsaklıktır. Çünkü kişi “Kendisi değildir. Ta ki bu tutsaklıktan bıkıp usanana kadar.

Vazife diye illaki bir tanım yapılmak gerekiyorsa; Vazife, insanın “Kendisi” olmaktır.
Dünya bakışı ile bakıldığında “Kendisi” olan kişi vazifelidir. Diğerlerinin vazifesi, vazifeli kişinin deneyimini vazife edinmek değil, tıpkı “Kendi” olan kişinin yaptığı gibi ”Kendi” olma deneyimini yaşamak vazifesidir.

Amaç ve vazife duygusu sadece alışkanlıktan ve inançtan başka bir şey değildir. Kişiyi kendisi olma Birlik yolunda bir adım daha ilerletiyorsa ne aladır. Niyet her şeydir.
Diğerinin gözünden vazife deneyimi ortaya çıktığında orada “seçilmişler” ve kurtarılması gerekenler vardır. Vazifeli olduğu atfedilen bu noktada ki “Kendisi” olmuş kişi için bir sorun yoktur.

Vazifeli olduğu atfedilen kişi, diğerlerinin, atfettiği “Rolü “üzerine alıyorsa ve “birlikte” oynuyorsa ve seçilmiş olduğunu sanıyorsa ( insan kendisinin ne hissettiğini bilir. Burada içsel samimiyet ve dürüstlük döngüyü kırar), “Kendisi” olmuş kişi değildir. Sorun buradadır.

Dünyadaki bütün sorunlar seçilmiş kişi olma sanrısından ve “Kendisi” olmuş kişinin, kendisi olma deneyimine atfedilen vazifeli olgusundan kaynaklanır.

Seçilmiş olduğunu sanan kişi; neftsen hareket edeceği için alma eğilimindedir. Ruhtan hareket edemediği için yağamaz. Ve rahmet de olamaz. O noktada olmakta olan seçilmiş olduğunu sanan kişinin fiziksel malzemelerle ve kendisine çekilmiş insanlar ile “rahmet gibi yağma”, sanal deneyimini yaratmaya çalıştığıdır. Kendini kurtarıcı sanır. Fakat niyet ve malzemeler kaynaktan olmadığı için uzun sürmez. Binlerce yıl sürse bile uzun sürmez. Evrenin sonsuzluğunda bin yıl nedir ki.
Bir gün gelir oyun biter.

“Kendisi” olmuş kişinin görüşünden bakıldığında kurtarılacak kimse yoktur. Yardım edilecek kimse de yoktur. “Kendisi” olan kişinin deneyimi, diğerlerinin kurtuluşudur. Diğerlerinin görüşünden.

“Kendisi” olan kişi sıradandır. Kendisi olan diğer herkes gibi sıradandır. Çünkü sadece kendisi vardır. İhtiyaçsızıdır. Zararsızdır. Koşulsuzdur. Yüreğinde bir düşü yaşar. Ve Yüreği her yerdir. Ve herkestedir. Sıradandır. Sıradan olmanın güzelliğini yaşar.

Atfedilecek, kazanılacak, alınacak, hesaplaşılacak, yarışacak hiçbir şey ve bir neden yoktur. Sadece deneyim ve deneyimde var olmanın sevinci vardır.

Kalmak için bir neden yoktur. Gitmek için de bir neden yoktur. Var olmanın dayanılmaz hafifliği dolar içine.

İnsan; Teklikten çokluk halinde varlığa çıkmış olarak sonsuz ve sınırsızdır. Ve ve dünya zamanıyla bir gün gelip hatırlayacağı gibi Tekbaşınadır.
Her gittiğiniz yerde karşınıza çıkan sizden başkası değildir. Ve siz dilediğiniz vizyon deneyimini yaratıp var olmanın sevincini yaşayabilirsiniz.
Çoklukta Tekliği, varlıkta Yokluğu unutup Var olmanın sevincini yaşıyorsunuz.
Bu görünüşe çıkmaların bizim bildiğimiz anlamda bir amacı yoktur. Doğası gereği böyledir.
Çoklukta Tekliğin, Teklikte çokluğun farkında olma eylemidir. Farkında olma eyleminin veya hareketinin Kendisidir.
Gidiş gelişlerle oluş halinde değişim yaşanması Tek olan Varlığın sevinci, oyunu ve düşüdür.

Yaratılmış bütün Cosmos, oyun alanının bir sahnesidir.
Yaradan O’dur.
Sahne Kendisidir.
Oynayan ise yine çokluktaki Kendisidir.
Kendisini sever kendi bedenlerinde. Kendisini bilir kendi gözlerinde. Kendisini görür, bir diğeri olan kendisinin varlığında.

Çokluktan baktığımızda Tekliği de çokluk mantığıyla algılarız. Her şey karışıktır. Kaos vardır. İkilik ve nedenler bütün alemlerde silsileler halinde yayılır.
En rahat bakış Teklikten çokluğa bakmaktır. Burası merkezdir. Kendisidir. Her şey yolundadır. Mükemmeldir. Muhteşemdir.

Teklikten veya çokluktan bakmanın veya bakabilmenin, bir diğerine göre değerli veya değersiz olma durumu yoktur. Sadece farklı bir bakıştır. Bu bakışlara her alemde farklı değerler yüklenebilir. Bu bakışların birini değerli yapmaz.

Bakan aynı BAKIŞTIR. Gören aynı GÖRÜŞTÜR.

Her şey gelip geçtiğinde ve düşlerden bile silindiğinde, hatta yokluk bile yok olduğunda olmakta olan Nedir?


Yazan Nilgün Nart

OLMAKTA OLAN EL İNSAN

OLMAKTA OLAN EL İNSAN


İnsan Tanrı’nın sırrının sırrıdır…Mevlana
Tanrı’da El İnsanın sırrıdır.


İnsanoğlunun, Dünya gezegeninde ki milyon yıllık macerasının “anlamı” tüm ihtişamıyla görünüşe çıkmak üzere.

İlahi Düzenin ve Kozmik Birleşimlerin, çeşitli varlıklarla aktarmaya çalıştıkları, aslında anlatırken kendilerinin de her seferde, gözümüzün içine baka baka söyledikleri, her şeyin An’da gerçekleştiği ve çok basit olduğu ve sadece yapmamız gerekenin “Kendimiz olmak” olduğu bilgisi bir sır değildi.
Bu bilgilerden başka her şey sır olarak açıklandı. Sır, sırrın sır olamadığı, sır olmayanın sır olduğu, görülmeyenin ötesiydi. Sadece “bakışımızı” düzeltmemiz gerekiyordu.

“Kendiniz olun”, “Yüreğinizde Yaşayın”. Açık ve net bir mesajdı.
Fakat biz insanoğlu olarak yapmamız gerekenin veya başarmamız gerekenin daha karmaşık, daha gizemli daha planlı, daha zor olduğunu düşündük.

Yüksek teknolojileriyle, artık gök kubbemizde filolarıyla gözükmeye başlayan UFOların bilinmezliğinde, oldunuz geçtiniz derken nereye geldiğimiz bile bilmediğimiz bir uzayın ve ilahi düzlemin koyu karanlığından gelen çağrıların gizeminde kaybolduk. Yüksek planlara ve belirsizce bize biçilmiş kaderlere hapsolduk.
Nerden çıkacağız biz O’na.
O’na çıkmak için koyulmuştuk yola.
Yol planlara, yol kaderlere, yol cennete, yol meleklere, yol uzaylı kardeşlerimize çıkıyor, çıkıyor da, bir türlü “Kendimize” “O”na çıkmıyor gibiydi.

Her yol O’na çıkıyor diyorlardı.
Ama bir türlü O’na varamıyorduk.
Neden çünkü yol var ama biz yolda değildik.
Yol var ama biz kendimiz değildik.

Bütün bilgiler yolarımızı uzatıyor. Sona varırken başa döndürüyordu.

Sanki bir labirent. İçinde dönüp duruyorduk.
Sanki her şey sonsuz bir An’dı, İçinde olamadığımız.

Bütün Evrende ve ilahi Düzende bizi dolaştırdılar. Derelerden tepelerden aşırtılar. Düz ovalarda şaşırttılar.
Nereye gidiyorduk ki nereye varmayı bekledik?
Görünen köye kılavuz beklemekten yorulmadık mı?
Görünen köyün yolu mu olur, kılavuzumu olur?
Milyonlarca yıldır, Şimdi – Burada elimizde ve dimağımızda olan bilgilerle gidilebileceğimiz ve yükselebileceğimiz bir yer olduğuna inandık. Bilgileri o yere ve O’na varmak için kullandık. Bulunduğumuz realiteden kurtulmak ve belki de diğerlerini de kurtarmak için kullandık.
Kendimizi galaktik kimliklerimizle ve bize biçilen payelerle sınırladık. Bize sunulan planların içine koşulsuzca yerleştik.

Bu planların bilgilerin kaderlerin frekansların cennetlerin kurtuluşların hiç birisi bize ait değil.
Çünkü her varlık oluşum Evrende tek seferliktir ve benzersizdir. Ve her varlığın planı yüreğindedir. Malzeme aynıdır. Her varlığın ve oluşumun bu malzemeden yapacağı ve üreteceği “Var Oluş” kendisine özeldir.

Bilgilerin, mesajların, Bütünün hayrına olan desteklerin önünde huşu içinde eğiliriz ama yeter ki “kendimiz olalım” Yüreğimizde yaşayalım. Yüreğimize iman edelim. Yüreğimizde oturanın, diğer her Varlığın yüreğinde oturan Tanrı olduğunu unutmayalım.

Hiçbir yere gidemeyiz. Gidilecek hiçbir yer yok.
Hiçbir yere varamayız. Varılacak hiçbir yok.
Hiçbir yere çıkamayız. Çıkılacak bir yer yok.
Hiçbir yere yükselemeyiz. Yükselecek hiç bir “Yükseklik” yok.

Yapmamız gereken basitçe “Kendimiz” olmak. Sevgi olmak. Aşk olmak. Efendi olmak. Bütünlenmek. Dengelenmek.
Ve yüreğinizdekileri ihtişamla korkusuzca yaşamınızın ortasına saçıvermek.
Ve ışığı sevgiyi güzelliği; siz de ne varsa güzel olan, sevginin ve aşkın hatırı için güzelliğin tadı için yüreğinizden çıkarıp yeryüzüne işlemeniz ve yanımsanız. Hepsi bunu içindi.


Çünkü her şey şimdi burada dünyada oluyor. Dünyada yaşanmayan, yansıtılmayan, yeryüzüne işlenmeyen sevgi aşk ışık huzur başarı denge barış, kısaca güzel olan ne var ise insanoğlunda gerçek olamaz, tamamlanamaz, eksik kalır.

Ve Efendiler tamamlanabilir. Tamamlanmaya Efendi cesaret edebilir.
Efendi bütünlenir tamamlanır ve halkayı tamamlar. Ve Tanrısallığını, İnsan tadında yaşar. Yaşam onda olur ve o yaşamda olur. Ve Yaşam aziz olur.
Yaşam Efendi ile kutsanır.

Çünkü hepsinden gerçek olan sevgidir. ve yüreğinizdir.
Ve yüreğinizde hissettiklerinizdir. Gerisi bu gerçeği süsleyen hikayelerdir.
Bütün evrende her şey sevgi ve aşk için yaşanıyor. Çünkü Ruh Sevgidir. Aşktır. Sevgi ve Aşk aslına dönüyor. İlk manaya.
Ve siz sevgisiniz.
Ve Sevginin içindesiniz.


Ve İnsanoğlunun Efendi olabilmesi için; Nedenin Nedenini (sırrın sırrını) yazabilmesi veya görünüşe çıkarabilmesi için yüreğinin kitabını okuması ve sayfalarını tek tek dünya diline çevirmesi gerekiyor.

Nedenin Nedeni insanın yüreğinden doğacak ve bütün bir Evren için Devrimi gerçekleştirecek.

Evrendeki, Evrimi gerçekleştirecek olan, olmakta olan Devrim Tanrı’nın sırrının sırrıdır.
Ve “İnsan Tanrı’nın sırrının sırrıdır. Ve İlahi güzelliğin aynasıdır.”

Ve Tanrı’nın sırrının sırrı EL İNSAN’dır

Onun için dünya gezegeninde beden almak zordur.
Zorluk basit oluşundan, basitin yalınlığın ve sadeliğin bütün Evrende unutulmuş olmasındandır.
Basit olan her zaman gözden kaçandır. Çünkü basittir.

Muhteşem olan basit olandan çıkacak
Mükemmel olan, mükemmel olmayandan çıkacak
Önemli olan önemsiz olandan çıkacak
Çok anlamlı, yalın olandan çıkacak

Sistem veya Varlık kendini "İlk Yaratılıştan" yeniden modelleyerek yeniden doğuracak.
Bütün Evren Tanrının sırrının sırrıyla EL İNSAN oluşumundan yayılan bilgi ve Var oluş ile evrim geçirecek.
Evrim her zaman aslında ilk modele göre gerçekleşir.
Son olandan gerçekleşen Evrim değildir. Sadece son olanın başka bir versiyonudur. Ve dönüşümdür.
Yani dünya tanımlamasına göre Egonun makyaj tazelemesi gibi bir şeydir.

Evren doğurgan bir Evrendir. Her an kendini yeniden doğurmaktadır. ve Doğan önceden doğmuş olanla eşit haklara sahiptir. Ve oda doğuran gibidir. Olmakta Olandır.

İnsan Yüreği basitçe ve doğal olarak sevgiyi, aşkı, yüreği ruhu yeniden yaratacak yani yeni “Algılayışı” ve “Hissedişi”.
Her şey algı ve hissediştir. Yani Titreşimdir. Frekanstır.
Dünya bizim yansımamızsa.. ..
Bizde Evrenin bir yansımasıyız.

Mikro Kozmos olan El İnsan. Evrene yansıyacak.
Makro Kozmos sırdır. Mikro kozmosta sırdır.
Makro Kozmosun sırrı, Mikro Kozmosa yansımıştır.
Makro Kozmos (sır), Mikro Kozmosta (sır) görünüşe çıkacaktır.
Mikro Kozmos olan İnsanda görünüşe çıkacak olan (sır) EL İNSAN’dır
Sırrın sırrı EL İNSANdır.
Ve El İnsan İlahi Güzelliğin aynasıdır.

Ve 99 Esmaü’l Hüsna’nın son Hüsnası El İnsandır. Hüvedir.

“Kendini Bilen”, “Efendi” olan El İnsanda bütün Mikro Kozmosun kodları ve güzellikleri muhteşemlikleri vardır. El İnsanda bütün Kainatın en karanlıkları vardır.
El İnsan da her tohum vardır.

Geldiğiniz boyutlara dönemeyecek olma korkunuz, sizin içinizdeki tohumları ve onların manalarını biliyor olmanızdandır.
Kendinizi üstün görüyor olmanız, her bilginin sizde biliniyor olmasındandır.

Hiçbir yere dönemeyeceğiz. Çünkü bizler artık geldiğimiz “şey” ve “yer” değiliz. Hepsiyiz. Ama hiç birisiyiz.

Hatta bazen hiçbir şeye, Tanrı’ya bile güvenemiyor olmanız, terkedilmişlik hissi, El İnsanın Evrimi, sadeliği alçakgönüllü olmayı, şefkati uyumu dengeyi aşkı sevgiyi, hiçbir etki altında kalmadan, her şeyi bilerek ve aynı zamanda bilmeyerek seçecek ve yaşayacak olmasındandır.
Sorumsuzluğun, sorumluluğundayız.
Görevsizliğin, görevindeyiz.
Manasızlıkların, manalarındayız.

Önemli olanların, önemsizlerindeyiz.
Çok olanların, azlarındayız.
Karmaşanın, sadeliğindeyiz.

Omega Çıkış Kapısı insanın yüreğinde yaşama ve Kendisi olma Gücü, kararı, İradesi, Sevgisi, Aşkı ve Bilgeliğidir.

Ve tek yapmamız gereken; “Kendimizde”; bütün sadeliğimizde, sıradanlığımızda, yalınlığımızda, saf sevgimizde, net görüşümüzde, tek bilişimizde, her şeye mesafesiz yakınlığımızda, yıkılmaz Ruh duruşumuzda, dengede kalarak ve yüreğimize inanarak, koşulsuz Zarasız ve ihtiyaçsız olmaktır.

Ve bize verilmiş yaşam armağanını alarak ve kendimizi de yaşama armağan ederek; yaşamı İnsan tadında, insan onuruna yakışır bir şekilde yaşayabilmektir.
Ve daha azına asla ve asla razı olmamaktır.


Yazan Nilgün Nart

MUHTEŞEM İNSANLIK MEDENİYETİ

MUHTEŞEM İNSANLIK MEDENİYETİ



Ne zaman ki insanoğlu dünyaya hükmetmez, dünyanın ve diğerlerinin bir hizmetkarı olur sevinci coşkuyu tamamlanmayı diğerleriyle bütün olmakta ve hizmetin sevincinde bulur ise,

Ne zaman ki insanoğlu dünyayı zalimce tüketmekten ve yok etmekten vazgeçip, yeryüzünde yaptığı bütün pislikleri temizler ve gezegeni yüreğine alabilirse,

Ne zaman ki İnsanoğlu silahını savaş meydanlarından, savaşmanın mantıksızlığını ve yıkıcılığını görerek ve diğerleriyle kucaklaşarak terk eder ve bir daha asla dönmezse,

Ne zaman ki insanoğlu nefsinin aç gözünü maddeden çekerek ruhunun derinliklerine yönelterek, muhteşem insanlık medeniyetini ruhundan çekip çıkartabilirse,

Ne zaman ki İnsanoğlu geçmiş binyılların acı hesaplarını kapatır, sınırları yüreğinde eritir, yürüdüğü yolların çıkmaz sokaklarından dönebilirse,

Ne zaman ki Alemden ilham edilenleri yalnızca kendi ölümlü nefsi için kullanmayı bırakıp, diğerlerinin refahı huzuru ve mutluluğu için paylaşabilirse,

Ne zaman ki insanoğlu kendini tutsak eden toplumsal bilince ölüp tıpkı bir Anka kuşu gibi “Kendini” küllerinden yeniden bir İnsanoğlu olarak yaratabilirse,

İşte o zaman, İnsanoğlu medenileşir.



Hiçbir insan ve hiçbir ülke, diğer bir insanın ve dünyanın sefalet, korku, açlık, hastalık, savaş baskı altında yaşadığı bir dünyada, onunla aynı gezgeni paylaştığı ve yaşadığı sürece; ne medeni sayılır ne de uygar.

Medeniyet ve uygarlık; bir takım toplumların gurupların kişilerin zenginliği refahı ve yüksek teknolojisi demek değildir.

Uygarlık; topluluğu oluşturan varlıkların düşüncelerinde, yaşamlarında bir biri ile ilişkilerinde ve ürettikleri değerleri paylaşımlarında ve kullanma amaçlarında, üzerinde yaşadıkları gezegen ve Evrenle bütünleşmelerinde ne kadar bilinçlerinin gelişkin olduğu ile ilgilidir.

Medenileşmek, diğerleriyle, yaşamla, gezegenle, Evrenle ilgili “sorumluluk almak” demektir;
Sorumluluk almak, diğerlerini, Yaşamı- Gezegeni, Evreni de yükseltmek, yüceltmek ve tüm güzellikleri sevgiyle paylaşabilme Bilincidir.



Dünya gezegeninde;
Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için olabildiğimizde,
İnsan insan bilincine evrilebildiğimizde,
Muhteşem İnsanlık Medeniyetini yaratabildiğimizde
Herkes için bolluk sağlık sevgi aşk huzur içinde yaşama vakti geldiğinde
İnsan kardeşlerimizi de kendimiz gibi bildiğimizde
Vermenin Bilgeliğine ve sırrına erebildiğimizde,
İnsanlık olarak nefsimize ölüp, evrensel bir insanoğlu kimliğinde yeniden doğabildiğimizde
Karanlıkların savaşların yoksulluğun, acıların ayrılıkların, şiddetin, sefilliğin içine güneş gibi ışıyabildiğimizde
Şimdi – Burada her şeyi bir kenara bırakıp yalnızca sevgi için var olma ve sevgiden ve kendimizden daha azına ödün vermediğimizde medenileşebiliriz. Uygar bir İnsanlık medeniyetini gerçek kılabiliriz.

Bundan başka ne şekilde anlatılırsa anlatılsın ne yapılırsa yapılsın boştur. Acı bir düşün içinde oyalanıştır. Ve İnsanlığı oyalayıştır.


İnsanoğulları ve Kızları; kartal bakışlı, cesur yürekli melek yüzlü, iradesini, içindeki Kainatın gücünden alan, gözlerini sonsuzluğa çevirmiş, içine bin adımlık bir nefes çekerek kendini okyanusun sularına bırakmış, dimdik duran başıyla uzayın ufkuna bakan bir Efendi olarak Aşkın küllerinden yeniden doğmaya cesaret edebildiğinde medenileşiriz.


Yazan Nilgün Nart

20 Eylül 2007 Perşembe

DEĞİŞİM OLUN

Hala Bir Seçim Şansınız Varken Dünya Gezegeninde İnsan Onuruna Yakışır Bir Şekilde Var Olmayı Seçin ve Değişin


Bu güne kadar fatura , ev kirası, ve diğer masraflarınızı ödemek için küçük hesaplar yaptınız.

Bu seferde evrende nasıl var olacağınızı hesabını yapın lütfen. Siz nereye aitsiniz, siz nasıl bir yaşama sahip olmak isterdiniz. Siz hayalinizde ve gücünüzde olsa idi kendinizde neleri değiştirmek isterdiniz. Siz nasıl bir dünya düşlerdiniz.
Siz size öğretilenleri devam ettirmek aynı yiyecekleri aynı şekilde tüketmek her gün aynı şeyleri yapmak, durup dinlenmeden bir makine gibi çalışmak, korkular endişeler ve derin bir yalıtılmışlık duygusu içinde bir günü daha tüketmek ve içinizdeki güneşin yine parlamayacağı bir güne daha başlamak.

Yorulmadınız mı?

Böyle gelmiş böyle gider inancından bıkmadınız mı?

Yalnızca kendinizi düşünmekten ve kendinizi ego denen hapishanenin içinde bulunmaktan boğulmadınız mı?

Siz hiç mi insanca yaşamayı özlemediniz?

Siz binlerce çağın öğretilmiş ve robotlaştırılmış bir üyesi olmaktan çıldırmadınız mı?

Her gün size arkadaşlarınız, aileniz, çevreniz ve toplumunuz tarafından aynı yoksulluk ve sefalet ve çaresizlik hikayeleri dinlemekten yorulmadınız mı?

Dünyanın an be an dengesini yitirmesinden, iklimlerin değişmesinden ve varlığınızın kaynağı olan gezegenin kirletilmesinden etkilenmediniz mi?

Sizi tutan nedir?
Sizi aynı kalıplara zincirleyen nedir?
Bütün sahip olduğunuz her şeyi değiştirmekten ve yeni bir anlayışa açılmaktan sizi tutan nedir?

Nedir sizin için gerçekten önemli olan?

Küresel Isınma sonucunda yaklaşmakta olduğu gün be gün raporlarla tespit edilen ve bir kısım belirtileri yeryüzünün değişik bölgelerinde şu an başlamış olan küresel felaketlerin ayak seslerini duyduğunuz halde sizi ruhunuzda kıpırdamadan tutan ve atalet ile saran hangi korkudur?

Neden korkuyorsunuz?

Gezegenimizde sevgiyle var olma ve muhteşem bir İnsan medeniyetini yaratma zamanı gelmedi mi?

Her bir insanın kendi özgün doğasında kendini sevinçle ifade ettiği, doğanın ona sunduğu nimetlerden gönlünce kullanabildiği, özgürlüklerini anlamlı paylaşımlar ve dayanışmalarla derinleştirdiği, kendi gücünde ve bilgisinde durduğu cesur, onurlu, başarılı, mutlu, coşkulu bir şekilde var olduğu, doğanın efendisi değil de bir parçası ve koruyucusu olduğu, diğer insan kardeşlerinin her an destekleyen ve herkes için sevgiyle karşılıksız verebilen, hoş görülemeyeni hoş gören ve af edilemeyeni af edebilen bir yüreği olan İnsanoğullarının ve kızlarının oluşturduğu, sınırların yitirildiği, hesapların kapandığı, hep daha daha iyiye giden günlerin olduğu muhteşem bir İnsanlık Medeniyeti.

Siz böyle bir medeniyetin parçası, tamamı yaratıcısı olmak istemez miydiniz?

Tek yapmamız gereken değişmek.

Algımızı ve görüşümüzü bulanıklaştıran bütün kinlerden, hesaplardan, açgözlülüklerden, nefretten, kibirden, öfkeden, hırstan, yıkımdan, mücadeleden ve savaşmaktan vazgeçip içinize yürümemiz ve yüreğimizin sesine kulak vermemiz gerekiyor.


İnsanlık Medeniyeti; yeniden yapılanmasını ve değişimini; yeni bir var oluş biçimini akıllıca sevgiyle seçmekle gerçekleştirebilir.

Her zaman siz ve diğerleri vardı hep bir şeylerden ayrıydınız. Asla tam ve bütün olamadınız. Siz ve diğerleri.

Bütün olmak tıpkı bir kuş gibi uçmaktır. Hafifliktir. Mutluluktur. Coşkudur. Sevinçtir. Aşktır. Paylaşımdır. Dayanışmadır. İyiliktir. Güzelliktir. Adalettir. İlimdir. Bilgidir. Onurdur. Kardeşliktir.

“Siz” dediğiniz varlık kuşun bir kanadı gibidir. “Diğerleri” de kanadın diğer kısmıdır. Nasıl ki bir kuşun uçmak için iki kanadı var ise ve tek kanatlı olarak uçamıyorsa; insanlarda Yaşam Sahnesinde siz ve diğerleri olarak var olursunuz. Tek siz, yani tek kanat olarak uçamazsınız. Diğerleriyle cesurca bütünleşmeniz ve diğerlerinin yüreğinde kendinizi kaybetmeniz gerekir uçabilmeniz için. Dünya toplumu binlerce yıldır tek kanatla “Siz” olarak uçmaya çabalamaktasınız. Siz ve diğerleri, siz ve eşiniz. Siz ve iş arkadaşlarınız siz ve toplum. Ülke(siz ) ve diğer ülkeler toplumlar. Siz ve doğa. Kazanan ve kaybeden.


Nasıl ki sizler burada tek başınıza tek kanatla uçamayacağınızı açık ve net olarak gördüğünüz gibi, siz diğerlerini de kendiniz gibi bilmedikçe, düşünmedikçe, içinize sindiremedikçe, hissetmedikçe ve sevmedikçe uçamazsınız.

Çünkü diğerleri de bu gezegende sizinle birlikte yaşıyor. Onların bu gezegende ve var oluşunuzda bulunması sizin varlığınızın ve mutluluğunuzun teminatıdır.

Diğerlerinin yok oluşu sizinde yok oluşunuzdur.

Bizler hep birlikteyiz.
Asla ayrılmadık.
Ayrı olduğumuza inandırıldık.
Başlangıçtan beri hep birlikteydik.
Ve sonsuz kadar da hep birlikte olacağız.
Varlıkta ve yok oluşta da yine birlikte olacağız.

Uçmak medenileşmektir. Uygar bir dünya toplumu yaratmaktır.


Medeni ve uygar bir dünyayı oluşturmak, dünya toplumunun Evrensel hedefi olmalıdır. Çünkü medeniyet ve uygarlık; toplumun zenginliği ve yüksek teknolojisi demek değildir.

Uygarlık; topluluğu oluşturan varlıkların düşüncelerinde, yaşamlarında birbiri ile ilişkilerinde ve ürettikleri değerleri paylaşımlarında ve kullanma amaçlarında, üzerinde yaşadıkları gezegen ve Evrenle bütünleşmelerinde ne kadar bilinçlerinin gelişkin olduğu ile ilgilidir.

Dünya toplumu olarak teknolojik bir toplumuz, zenginiz, zekiyiz diyebiliriz. Fakat asla uygar ve medeni değiliz.

Çünkü diğerlerini unuttuk. Bütünü unuttuk.

Medenileşmek, diğerleriyle, yaşamla, gezegenle, Evrenle ilgili “sorumluluk almak” demektir;
Sorumluluk almak, diğerlerini, Yaşamı- Gezegeni, Evreni de yükseltmek, yüceltmek ve tüm güzellikleri sevgiyle paylaşabilme Bilincidir.


Dünya toplumlarının bir kısmının kendini uygar ve medeni olarak adlandırması da bir şeyi ifade etmez.
Ne zamanki; dünyada aç ve sefalet ve şiddet içinde bir insan kalmazsa, işte o zaman uygar olabilirler.


Ne zaman ki insanoğlu dünyaya hükmetmez, dünyanın ve diğerlerinin bir hizmetkarı olur sevinci coşkuyu tamamlanmayı diğerleriyle bütün olmakta ve hizmetin sevincinde bulur, işte o zaman medenileşir.

Ne zaman ki insanoğlu dünyayı zalimce tüketmekten vazgeçip, yeryüzünde yaptığı bütün pislikleri temizler ve gezegeni yüreğine alabilirse medenileşir.

Ne zaman ki İnsanoğlu silahını savaş meydanlarından, savaşmanın mantıksızlığını ve yıkıcılığını görerek ve diğerleriyle kucaklaşarak terk eder ve bir daha asla dönmezse işte o zaman medenileşir.

Ne zaman ki insanoğlu nefsinin aç gözünü maddeden çekerek ruhunun derinliklerine yönelterek, muhteşem medeniyetini ruhundan çekip çıkartabilirse işte o zaman medenileşir.

Ne zaman ki insanoğlu şimdiki toplumsal Bilince ölüp tıpkı bir Anka kuşu gibi kendini küllerinden yeniden bir İnsanoğlu olarak yaratabilirse işte o zaman medenileşir.

Hiçbir insan ve hiçbir ülke, diğer bir insanın ve dünyanın sefalet, korku, açlık, hastalık, savaşla baskı altında yaşadığı bir dünyada, onunla aynı mekanı paylaştığı ve yaşadığı sürece; ne medeni sayılır ne de uygar.

Bu nedenle İnsan değişmelidir. Bilinçli olarak yeni bir var oluşa geçmelidir.

Siz seçim yapmazsanız, sizin adınıza seçim yapılacak ve gücü elinde tutanlar ve yıllardır dünya insanlığının açlık ve sefalet içinde olmasına aldırmayanlar tarafından bir seçim yapılacak.

Siz değişimi, sevgiyi ve diğerleriyle kucaklaşmayı bütün olmayı, medeni muhteşem bir toplum olmayı, ve gezegeninizi seçiniz.

Seçtiğiniz muhteşemliği ve sizi asla unutmayınız ve gereği neyse yapınız.

Binlerce yıldan beri dünyamızda yaşamız bilge kişiler aynı şeyi söylediler.
Siz ne iseniz dünyada öyledir.
Siz değişirseniz dünyada değişir.
Her şey size bağlı. Sizin değişiminize bağlı.
Siz değiştiğiniz için dünyada değişecektir. Bundan emin olunuz.

İnsanlığın tek düşmanı cahilliktir. Cahillik kendinizden ayrı olmanızdır. Kendinizden ayrı olduğunuzda diğerlerinden sevgiden ve gerçek bilgiden de ayrılırsınız.

Uçmak uygarlaşmak, medenileşmektir.


Dünya gezegeninde;
Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için olma vaktimiz geldi.
İnsan insan bilincine evrilme vaktimiz geldi.
Herkes için bolluk sağlık sevgi aşk huzur içinde yaşama vaktimiz geldi.
İnsan kardeşlerimizi af etme paylaşma yardımlaşma dayanışma vaktimiz geldi.
İnsanlık olarak nefsimize ölüp, evrensel bir insanoğlu kimliğinde yeniden doğma vaktimiz geldi.
Karanlıkların savaşların yoksulluğun, acıların ayrılıkların, şiddetin, sefilliğin içinde güneş gibi doğmak vaktimiz geldi.
Şimdi her şeyi bir kenara bırakıp yalnızca sevgi için var olma ve sevgiden ve kendimizden daha azına ödün vermeme vaktimiz geldi.

Şimdi üzerinde yaşadığımız Dünya Gezegeni ve İnsanlık için; söylenmeyeni söyleme, yapılamayanı yapma, cesaret edilemeyene cesaret etme ve son sözü son kez haykırma vakti geldi.

Şimdi bir adım öne çıkıp “Kendimize” yürüme “Gezegenimizi” şifalandırma ve yüceltme vaktimiz geldi.

Ve bütün bunları yapabilmek için, bu gücü içinizde bulabilmek için sevginin ne olduğunu, yaşamın devamı için nasıl gerekli olduğunu ve “Sevginin” dünyayı değiştirebilecek ve asla tükenmeyecek sonsuz bir güç olduğunu anlamak ve hayatımızda “Gerçek” kılmamız gerekiyor. Ve sevgi insanın içine, mana anlamına sevgiyle yaptığı bir yolculuktur. Ve bu yolculukta bütün sözcükler ve ayrılıklar düşer insanın yüreğinden. Ve siz sevgi olursunuz. Siz değişirsiniz. Siz değiştiğinizde diğerleri ve dünya değişir.
Dünya ve insanlar birbirinin içinde dönen bir çark gibidir. Bir değirmendir. Çarkın bir dişlisi bile değişse, hepsi değişmek; dönüşünü ve kendini değiştirmek zorundadır. Yoksa çark dönmez.

Bundan başka ne şekilde anlatılırsa anlatılsın ne yapılırsa yapılsın boştur. Acı bir düşün içinde oyalanıştır. Ve İnsanlığı oyalayıştır.


Şimdi bir adım öne çıkıp “Kendimize” yürüme vaktimiz geldi.


“GİDECEK BAŞKA DÜNYAMIZ YOK. VAKİT ÇOK GEÇ OLMADAN BİRLİKTE YÜRÜYELİM. İNSAN ONURUNA YAKIŞAN DAHA YEŞİL BİR DÜNYADA YAŞAMAK İÇİN”


Yazan Nilgün Nart


Küresel Isınma Vakfı’nı kurma çalışmalarımız başladı.
“Küresel ısınma ve Sevgi Bilinci” ile ilgili yazılarımın ve çalışmalarımın tamamı Vakıfa aittir. Ve bütün Bir Eylemle yürütülecek organizasyonun küçük bir bölümüdür. Bu nedenle yazıları orijinal haliyle kullanmanızı rica ediyoruz.

Küresel ısınma ile ilgili diğer yazıları okumak ve gelişmelerden haberdar olmak için tıklayınız….
http://www.kuresel-isinma.org

EL İNSAN

EL İNSAN İnsan Tanrı’nın sırrının sırrıdır…Mevlana Tanrı’da El İnsanın sırrıdır. İnsanoğlunun, Dünya gezegeninde ki milyon yıllık macerasını...