24 Kasım 2007 Cumartesi

MATRİXİN MASKELERİ – VAROLUŞU DİNLEMEK

MATRİXİN MASKELERİ – VAROLUŞU DİNLEMEK


2008 senesi; Matrix filminde Leo’nun, Morfeustan kırmızı ve mavi hapı alarak hangisini içeceğine karar vereceği bir zamana benzemektedir.

Mavi hapı içerek, hangi düşte yaşıyorsa o düşün içinde kalarak gerçeği bilmeden geçirilen ve yaşandığı sanılan bir “yaşam” olacaktır. Leo’nun karar anından öce bu yaşamda tıpkı gerçek gibi yaşanmaktadır. Fakat bir şeyler eksiktir. Aslında bir şeyin eksikliği de her şeyin eksikliğidir. Çok Standard, yapay, sıradan bir yaşamdır. Belki de yaşandığı sanılan yaşam için bunlar yeterlidir. Bir de insanın içinde garip zamanlarda tıpkı Leo’nun gördüğü zamansız düşler gibi, yaşadığı eşzamanlılıklar gibi ve içinde hiç susmayan bir ses olmasa aslında her şey yolunda gibidir.

Veya Leo kırmızı hapı içerek iilluzyondan ve sahteden sonsuza kadar uyanacaktır. İçini kemiren o sesin gerçekliğini nihayet eline geçirme ve onu bilme, gerçeğin ne olup olmadığını görme şansı ona sunulmaktadır. Kırmızı hapla sunulan gerçek diye nitelenen bilinmeye değerdir. Ve kırmızı hap içilmeden de asla bilinemeyecek olandır.

Ve Leo seçimini yapar. Kırmızı hapı içer. İllüzyon olan yaşamda bin kez ölmektense gerçek yaşamda, gerçeği bilerek illüzyon yaşama bir kez ölmeyi seçer. Ve Efendi olur. Kaderini gerçekleştirir.

Şimdi Burada bizim de ne olacağımızı ve buradan nereye gideceğimizi seçeceğimiz ve Kaderimizi gerçekleştireceğimiz gibi.

Gerçek mi İlluzyon mu?
Mavi hap mı kırmızı hap mı?

Bizim realitemizde kırmızı veya mavi hapımız yok ama maskelerimiz var.
Bizim seçimimiz maskelerimizi bırakacak mıyız veya bırakmayacak mıyız seçimi olacak.

Neden maske takarız?
Homosapiens doğamızın bize armağanı olan birlikte fiziksel yaşamdan güç doğar eğiliminden, felsefeye, oradan da kemikleşmiş ve hapishaneye dönüşmüş sistemler yarattık.
Ve zaman içersinde nufus kalabalıklaştı toplumsal bilinç karmaşıklaştı.

Şimdi bizler farkında olmadan kurduğumuz sistemler içinde hem kendimiz bir mahkumuz hem de diğerlerinin hapishanesiyiz.

Bu hapishane öyle bir hapishanedir ki tamamen Matrixteki gibi sanal bir yerdir. Ve yeri de zihinlerimizin içindedir.
Eğer bizler, kendi elimizle yarattığımız Toplumsal Bilinç Matrixinin içindeysek neyi neden yaptığımızın, kim olduğumuzun, ne istediğimizin önemi yoktur. Yüzlerce yılın birikimi bir “Birlikte Yaşayış Modeli” meydana gelmiştir. Ve her yeni doğan varlık bu sistemin içine doğar ve bu sistemi zihninde modeller. Diğerleri gibi sistemin bir dişlisi olur. (eğitimler, birlikte yaşayışın getirdiği kurallar, bağımlılıklar v.s) Ve sistemi beslemeye devam eder. Sistemi besleyenler ve sistemden beslenenler aynı düzenin içindedir. Tek bir farkla. Sistemi besleyenler kitleler veya sürülerdir. Nerede olduklarının ve neye hizmet ettiklerinin farkında değillerdir. Kurallara uyanlar ve sefalet içinde yaşayanlardır. Sistemden beslenenler seçilmiş olduğunu sanan sahte cennetlerin, sahte tanrısal Egolarıdır. Ne yaptıklarını ve neye hizmet ettiklerini bilirler. Kuralları koyanlar, acıya sefalete savaşa neden olanlardır.

Maskeler, bu Matrixin içinde kalmaya devam etmek için; ihtiyacımız olarak betimlenen ve zihnimize işlenen psikolojik, sosyolojik, ekonomik vs ihtiyaçlarımız olduğunu zannettiğimiz “şeyleri” karşılamak için takılır.

Matrix Hapishanesinin halkı artıkça sistem karmaşıklaşır, Riskler artar ve çıkarlar tehlikeye girer. Kişilerin maskeleri çoğalır. Çünkü konumu ( sahte kralın küçük cennetini) ve “şeyleri” korumak için daha fazla oyun çevirmek, daha fazla egosal marifet gerekir.

Maskeler çoğaldıkça ve takma süreleri uzadıkça içimizde küçülür, büzülürüz. Bazen de yok oluruz. İşte bu An kendimizi tanıyamadığımız An’dır.
İnsanın “kendine” yabancılaştığı ve anlamsızlığın içimize çöktüğü An’dır.
Çünkü her şey maddidir ve sahtedir. İçimizde küçülen bunu bilmektedir. Bir şey eksiktir. O bir şey de aslında her şeydir. Maddi manevi her şeyi birbirine bağlayan ve birlikte durmasının nedeni olan “Sevgi” eksiktir. Mana eksiktir.
İnsanın gerçeği mana aleminde olduğundan arayışı, genişlemesi, mutluluğu da de manen olmaktadır.

İnsanın kendisi sevgidir. İnsanın kendisine yabancılaştığı an sevgiden uzaklaştığı andır.

Çünkü maskelerimiz o kadar kalındır ki, içinden ruhumuz (sevgi) asla yansıyamaz.
Ve “Sevgi” Güneştir. Güneşin olmadığı yer alacakaranlık kuşağıdır. Bazen de zifiri karanlık gecedir.
Ruh Güneşinin, Sevginin olmadığı her yer buz keser.
Tıpkı güneş olmadığında bitkilerin büyüyemeyeceği, yaşamın hiçbir türünün gelişemeyeceği gibi.

Ruhun-Sevginin tıpkı bir güneş gibi ışımadığı yerde de ( Toplumsal Bilinc Matrixinde); İlişkiler donuktur, işler verimsizdir, sözler anlamsızdır, bakışlar sönüktür, kısaca yaşam her birimizin içinde An be An ölmektedir. Yansıma yoktur.

Dünyanın bu kadar karanlık olmasına şaşmamak gerek.

Her şey fiziksel alemden, dışardan bakıldığında yolunda görünse bile, var olan her şey içten içe çökmektedir. Çöküntü içerden geldiği için, insan görsel ağırlıklı olduğu, yüzyıllardan beri gördüğü her şeyin bundan ibaret olduğuna inandığı veya inandırıldığı için yıkımın nereden geldiğini fark etmez bile.


Her şey birden bire olur.
Her şey kararır. Kararır.
Yaşam işte bu Anlarda ayağımıza bir pranga gibi dolanır.
Nefes alamayız. Aklımız karışık içimiz korku doludur.
Adeta ölüyoruzdur sevgisizlikten. Herkes aynı şeyi arar “Güneşi”.
Arayış depreştiğinde kuvvetlice maskenin ardına iteleriz. Sistemin ve matrixin içinde “böyle gelmiş böyle gider” der ve kalmaya devam ederiz. Hapishane psikolojisi doğar. Güvenli sandığımız bölgelerde ölü yaşamlarımız olur.

Hapishaneden çıkmanın bir yolu vardır. İçerden gelen bir şok veya maskede bir kırılma, çıkış yolumuzu hazırlayabilir. Bu bir Lutufdur.

Şoklar içimizde biriktirdiklerimize göre güzel ve iyi olarak bize gelir. Her ikisi de bilene göre, Yaradan’ın bir latifesidir. Çünkü karşılığında çıkış “yoluna” koyuluruz. Gidecek başka kapımız kalmaz. Şoku aldığımız An’daki “Görüş” hapishaneyi bir anda yerle bir eder. Her şey açıkça anlamsız saçma ve boşunadır.
İyi şoklardan en muhteşemi “Aşktır”. Kötü şoklardan en acısı "canımız gibi sevdiklerimizi sonsuza kadar kaybetmektir”. (Ne ekersek onu biçeriz. Aslında ekmek iki taraflıdır. Ama hasat tek seferde yapılır.)

Hapishaneden topluca çıkmanın yolu da gezegenin geçtiği galaktik bölgelerdeki kozmik döngülerin evrimleştirici yüksek ışınımlarıdır.
Bunlar Kaderseldir.
Evrim vakti geldiğinde Kozmik döngüye girilir. Kozmik döngüye girildiğinde evrimleşilir. İkisi birlikte olur.
Ve Tek’in Evrenleri ve Alemleri kendi kendinde, spirallendirerek yaşamı Sonsuz Sınırsız şekillerde – hallerde var edişidir. Yaratışıdır.

Bu nedenle Dünyamızın galaktik düzlemde geldiği momentten “Şekil” yaratılmıştır Varlığın Kendinde (fiziksel alemde görünüşe çıkmak).
Şimdi Burada, Kozmik Döngüde olmakta olan Varlığın “Kendini”(Hal-OL’mak) Kendinde (Şekil içinde) yaratışıdır (maddeye inişidir).

Bu momentte dört mevsim bahardır.

Bu nedenle İnsanoğlunun ikinci baharı beklemeden, dört mevsim baharda Değişim geçirerek Evrimini gerçekleştirmesi Kaderseldir. Bu kader İnsanoğlunun tanrısal hakkıdır. Tabiî ki bilinçli olarak her birey kendi için veya İnsanlığın hepsi için Tanrısal kaderi seçerse. Gezegendeki Özgür İrade Yasası gereği varlıkların seçimleri sonsuz ve sınırsızdır. Sonun sonu da her zaman sınırsız seçimlerden biridir. Ve her seçim gibi olasılık dahilindedir.

Gelinen zamanların doğasından Gezegenimize yağmakta ola Rahmet de sonsuz ve sınırsızdır. Her şok bir lutufdur. Lutfu da nasıl alacağı İnsanoğlunun seçimine kalmıştır.

Matrixin içinde bulunmamızdan ve taktığımız maskelerden doğan stres, endişe, korku, hırs, kibir, öfke, yargılama vs gibi duygular bedenlerimizde kasılmalar neden olmaktadır. Çünkü içimizde doğmakta OL’anın basıncı artmıştır.

Bedenimiz kasıldığında; DNA mızda kasılmakta ve büzülmektedir. DNA mızdaki kasılma ve büzülme Kozmik Döngünün momentinin içindeki ışınımları alamamasına neden olur.
Ve DNA momentin ışıklarını (bilgileri) alamadığı için bedeni “”Gelmekte olan Evrim için” dönüştüremez ve düzenleyemez Çünkü ne yapması gerektiğini bilemez.

Maskelerimizi çıkardığımızda doğal halimize döneriz. DNA mız orijinal esnekliğine ve salınımına kavuşur. Alması gereken evrimleştirici ışınımları (bilgileri) alır ve değişimini lutufla gerçekleştirir.

Bizler DNA mızda tutuğumuz ışık kadar ( fiziksel karşılıkları, neşe huzur sevgi aşk v.s) değişiriz. DNA mızda topladığımız ışık veya hayatımızdaki neşe huzur sevgi aşk bizlerin yaratım enerjisidir. Yaratımlarımızı ateşleyendir-pişirendir. Yüreğimizde “kendimiz” için yaşamak istediğimiz ne var ise bunlarda, deneyim modellerimiz ve şablonlarımızdır. DNA mızda tutuğumuz ışık miktarına göre ( neşe huzur sevgi aşk) modellerimiz ve şablonlarımızda aynı anda yüksek titreşimlerin modellerine dönüşür. Deneyimlerimizde daha çok sevinç, daha çok coşku ve neşe olması gibi. Yaşamın kendisinden alınan tadın ve lezzetin artarak değişmesidir.

Öfke, hırs, kibir, acı, korku içindeysek ( yüreğimize ne ektiysek) ve bu duyguları taşıyorsak DNA mızdaki kasılmadan dolayı ışınımı yeterli miktarda alamayız. Yüreğimizdeki modeller de düşük titreşimin modelleri olur. Ve bu modellerde yaşayacağımız gene korku sefalet acı hırs ve öfkedir. Döngü ektra şokla kırılır
( yüreğimize ektiğimize göre uygun şoku çekeriz).

Evrenden gelen Kozmik Işınımlar, Kainatın yaratılışında DNA mıza kodlanmış bilgileri açacak anahtardır.
Tek yapmamız gereken maskelerimizi çıkarmaktır. Maskelerimizi çıkarmaktan başka hiçbir şeye ihtiyacımız yoktur. Sahte-illuzyon ( karanlığı-ağır titreşimleri) olanı bıraktığımızda güneş doğabilir. Evren gerisini halledecektir.

Evrenden gelen Kozmik Işınımlar sonsuz bir hiçlikte (Nirvanada) dağılıp gitmek için değildir. Beyin kapasitemizin veya DNA mızın kodlarının hepsi açılmamıştır. Beyin kapasitemizin daha % 10 nu kullanabiliyoruz.
Geriye kalan kapasitemizin %90 ı değişimimiz sonucu gelen evrimle birlikte kullanılmak üzere bizi bekliyor.
Evren Hiçlikte ( Nirvanada) dağılıp gidecek bir var oluşa bu kadar yüksek bir yaratım yüklemez.
DNA larımızda görünüşe çıkmayı bekleyen yaratımlar vardır. Bu sonsuz bir süreçtir. Sonu olmadığı içinde varışı yoktur.
Her An Yolda olmak gibidir

Evren muhteşem bir sistemdir. Ve aşağısı nasılsa yukarısı da öyledir.
Kozmik Işınımlar; Kozmik Kalbin içindeki Evrenlerin ve Alemlerin yaratım modellerini ateşler. Model spiraldir.
Spiral; Kozmik Kalbin, Evrimde-Tekamülde olmasını Murad etiğidir.


Tıplı İnsanın yüreğinde kendisi için ne yaşamak istediğini Murad etmesi gibidir.


Kozmik Döngüler, Kozmik Kalbin ritmidir. Her seferde yükselir ve genişler.

Tıpkı insanın nefes alıp verdiğinde kalbin genişlemesi – yükselmesi gibidir.

Her Kozmik Döngü (nefes) yeni bir yaratımdır. Her Nefes ( kozmik döngü) yeniden var olmaktır.
An’da Ol’maktır. An’da eskiye ölmek yeniye doğmaktır. Her An yeni bir farkındalıktır. Yeni bir genişliktir. Yeni bir Yüksekliktir.

Kozmik Döngü ( Nefes) = AN; Sonsuz yekpare zamandaki sonsuz bir An’dır. Sonsuz bir Var oluştur. Tamdır Bütündür ve Tek’tir. Her şeyden münezzehdir.
Kendini kendinde, sınırsızca sonsuz zamanlar boyunca aşkla sevgiyle döndürür. Sema etmek gibidir.
Neşedir.

Tıpkı insanların her An’da yeniden var oldukları, Tam, Bütün ve Tek oldukları gibi.
Ne geçmiş ne gelecek. An’da var olmanın dayanılmaz hafifliği gibi. Her şeyden özgür olmak gibi. Kendini kendinde yeniden yaratmak, halden hale girmek gibi. Sema etmek gibidir. An’da Ol’mak
Neşedir.

Bu nedenle “Aydınlanmak” oldum bitti meselesi değildir.
Aydınlanmak An’da OL’dum meslesidir. An’ın içine aydınlanılabilir. Bu o An’ın aydınlığıdır. Bilgisidir. Farkındalığıdır.
Farkındalığın arttığı An’daki bir diğer derinlik ve anlam (Aydınlık) bizi beklemektedir. Her An’da yeni olmamız bundan dolayıdır. O An’daki bilgiyi veya aydınlığı OL’uruz veya OL’mayız bu bizim seçimimizdir.

Her şey, “Değişim” An’da gerçekleşir. Bilgi ve Işınım An’dadır.

An’daki bilgiyi - aydınlığı alamadığımız zaman (Şimdi Burada olamadığımızda), An’ların getirdiği tortuları (anılar, deneyimler ve bunlardan doğan acıları kederler korkulardır. Bunların malzemesinden savunma duvarları örer ve maskeler yaratırız ve hikayelerimizi oluştururuz) yüreğimizde bir sonraki An’a birlikte taşırız. Ta ki halledip bu acının kederin e olduğunu anlayıp bırakana kadar. Veya bu acıları kederleri taşımaya doyamayız bir sonraki yaşamlara, yine yaşam dersi olarak aktarırız.

An’da yaşamak her şeyden kopuk bağımsız olmak vur patlasın çal oynasın demek de değildir.
Evrendeki; Özgür İrade ve Çekim Yasası, sonsuz sınırsız bir Alemde, her An’da yeniden “Varoluşu" ve “Nedenlerini” yerinde tutan ve devamını sağlayan yasalardır.
An’da yaşamak; Sonsuz Sınırsız bir Var oluşta, “Kendi Selametinin” Sorumluluğudur.
Bireyselleşen, genişleyen bir bilinçte Varlığını tanıma, yaşama ve Var olmanın hazzına sevincine yeniden yeniden ermedir.
Bireyselleşmek” Ben Ben’im” varlığıdır. Çünkü “Ben” bilir biriktirmeyi. Biriktirdiklerine çarparak tanır Bilinmeyeni. “Ben*” olmayınca; Bilinmeyen bilinemez. Tanınma, yaşama ve “Varlık” gerçekleşemez.

Yeni Yaratım her birimizin yüreğinden çıkacak “Kendimizdir”. Efendidir. Yeter ki O’na yol açalım.

Neşe, huzur, coşku, bereket, sevgi, aşk olmaktan kısaca aslımız, “Kendimiz” olmaktan korkmamalıyız. Neşemizin sevgimizin bereketimizin başarımızın aşkımızın bedeli yine aşk sevgi başarı bereket huzur olacaktır.

Yeter ki cesur bir iradeyle niyetlerimizin seçimlerimizin başında nöbet tutalım.

Matrixin Maskelerini terk edip, Varoluşumuzun Sesini dinlemek için yüreğimize iman etmemiz, bizi İnsanlık olarak selamete çıkaracak ve her şeyi Dengeleyecektir.


Yazan Nilgün Nart .....22/11/2007

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Anlatilanlari cok iyi hissedebildigimi dusunuyorum. Cunki buna hazirim. Hazir olmadigim halimi de hatirliyorum. Soklardan cok oncesi...

Soklar yasandiktan sonra; soklarla-maskeler arasindaki bagintiyi gosterecek bir "rehbere" ihtiyaci var insan zihninin. Kirmizi hapi alma cesaretini gostermesi icin...

Yoksa karaya oturan gemi bir yolunu bulup kurtulursa ego denizinin sig sularinda yuzmeye devam ediyor. Yeni bir kayaya rastlayana kadar.

Bence yeni cagdaki insana dusen en onemli gorev; degisim icin hazir olanlara kendi pencerelerini acmalari icin "rehber" olmak; yani farkli olmak, maskesiz yasanabilecegini yasayarak gostermek.

Farki yaratacak budur...

EL İNSAN

EL İNSAN İnsan Tanrı’nın sırrının sırrıdır…Mevlana Tanrı’da El İnsanın sırrıdır. İnsanoğlunun, Dünya gezegeninde ki milyon yıllık macerasını...