22 Ekim 2007 Pazartesi

VERMENİN BİLGELİGİ VE NEZAKETİ

VERMENİN BİLGELİGİ VE NEZAKETİ


21 yüzyıl; gözlerimizin önüne serdiği şiddet ve acı dolu Dünya ve İnsan dramasına rağmen; İnsanoğlunun uzun Evrim yolcuğunda bir dönüm noktası olacak.
İnsanlık; sefalet, açlık, hastalık, savaş, kargaşa, felaket, yalnızlık ve radikal değişimlerin kaosunda kıvranıyor.
Hep birlikte gidebileceğimiz ve insan Tadında yaşayabileceğimiz bir yer arıyoruz. Uzaklarda böyle bir köy var. Henüz şu An gidemesek de bu köy bizim köyümüz.
Bize yüreğimizin vaad ettiği bir köy. O köyü görebilmemizin tek bir olasılığı var. Yüreğimizde yaşamak. Çünkü sadece kalbimizde yaşayabildiğimizde bu “Köyün” yolları ve kendisi görünür oluyor.
Her şey bizden gelip gittiğinde ve zamanlar tüm An’ları tükettiğinde bile yüreğimiz bizim.

Ve biz yüreğimizde yaşadığımızda, bir çiçek gibi nedensiz açabildiğimizde, yağmur gibi nedensiz yağabildiğimizde, Gerçek İnsanoğlu gibi nedensiz ve amaçsız verebildiğimizde ve paylaşabildiğimizde “Yuva” herkes için görünür olacak. Yaşam, yaşam olacak. Gerçek olacak. Ve Akış olacak.

Akmak basitçe yansımak veya vermektir.
Akışın doğasıyla Bir olmaktır.
Vermek de; vermenin bilgeliğinde, nezaketinde, asaletinde “olunduğunda” vermektir.

Vermek illaki her zaman maddi bir şeyler vermek demek değildir. Bazen bir dostu can kulağıyla dinlemektir. Çiçeğin, böceğin ve yaşamın güzelliğini An’da huşu içinde seyredebilmektir. Komşuna, arkadaşına, sokaktaki insana nedensiz gülümseyebilmektir. Bazen sessizce bir dostun yanında oturup ona sevgiyle sarılabilmektir. Bazen maddi manevi elimizden geldiğince insanlara koşulsuzca elimizi uzatabilmektir.
Çocuğun saf neşesinde, büyüğün mana derinliğinde; ilgiyle, tutkuyla kendimizi ve yaşamı keşfedebilmektir.
Nedensiz bir şekilde var olan her şeyi sevgiyle sarıp sarmalayabilmektir.
An’ları; hazır ve nazır bir şekilde bütün varlıklarla, sevgiyle coşkuyla paylaşabilmektir.
Bu dünyada diğerlerinin de olduğunu ve onlarında bizim gibi aynı üzüntüleri acıları özlemleri olduğunu unutmadan, her yere sevgiyle akmak ve sessizce; güzelliğin doğası için “sevgi” olabilmektir.

Vermek; basitçe Hazır OL’da, An’da yansıma kapasitesidir.
Yaşama An’da sevgiyle yanıt verebilme eğilimidir.
Basitçe Sevgidir.
Sevgiyi çoğaltmaktır.
Zihin devreye girmeden, gönlünüzün dilediğince, içinizden geldiğince; Sevgi olan aslınızı çoğaltma ve deneyimleme,“kendiniz” olma halidir.

Vermenin Bilgeliği farkındalıktan gelir. Farkındalığımız ne kadar yüksekse o kadar yaşama cevap verme, yansıyabilme, akma yeteneğinde oluruz.

Dünyada yaşanan “Kaos”; İnsanoğlu (almadan önce), koşulsuzca, ihtiyaçsızca ve zararsızca vermenin bilgeliğine erebildiğinde, Yeni Varoluşa dönüşebilecektir.
Ne daha önce ne daha sonra.
Çünkü insan nefs denen ayrılık illuzyonu içindedir.
Ve nefs vermeden almak ister. Almak istemesi kendini eksik bilmesinden ve hissetmesindendir. Tamamlanmak ve bütünlenmektir amacı.

Nefsin sınırları, inançları, koşulları, kalıpları, şartları vardır. Sınırları, nefsi bütünden ayırır. Ve nefs ; sınırlarıyla , şartlarıyla tamamlanmak ve bütünlenmek ister.
Ve bir türlü tamamlanamaz. Halkayı kapatamaz.
Halkayı kapatamamasının nedeni sınırlarıdır.
Halbuki sınırlar, yani perdeler kalktığında tamam ve bütün olduğu görülebilir.
Kısaca hiçbir zaman “eksik” olunmadığı fark edilir.

Tamamlanma, “daha fazla” alarak bütünlenme değildir.
Fazla olanın, engel olanın (nefsin), perdenin kaldırılarak tamamlanılmasıdır.
Bütünün görülmesidir.

Aslında Evren koşulsuzca herkesin ve her şeyin üzerine her An Rahmetini yağdırmaktadır. Nefs, sınırlarından ve inançlarından yağan Rahmeti görememektedir. Görse bile sınırlarına ve inançlarınla çelişkiye düştüğü için alamamaktadır.

Ancak ve ancak tamamlanma maksadıyla, karşılık bekleyerek verebilmektedir.
Dünyayı bile alsa, sınırlarının ve inançlarının oluşturduğu hapishanede oturduğu için doymayacaktır. Her alışında biraz daha semirecektir. Daha fazlasını isteyecektir.

Ve bu dünyada nefs için her alışın bir bedeli olacaktır. Dersi olacaktır.
Her ders bir Rahmettir, nefs hapishanesinin bir demir parmaklığını kıracaktır. Şükür içinde olup ders görülebilecek kadar alçak gönüllüyse ve yolu Gönül Dergahına gidiyorsa.

Ve nefsin sınırları olduğu için, bir gün gelir kendi sınırlarında son bulur.
Ve o An geç de olsa bilir ki hiçbir şey asla onun olmamıştır. Hiçbir şeye sahip olamamıştır.

Sonsuz ve sınırsızlıkta, bir nefeslik canı ve bir adımlık kafesi dağılır gider.

Kendisine, armağan edilmiş yaşamı Yaradan’ın, her an her şeye yağan Rahmetini paylaşmak ve yansımak için vesileden başka bir şey değilmiş.
Anlar.
Vakit geçtir. Dersler bir sonraki yaşamlara aktarılır.
Ta ki her yaşamını, her şeyi bir noktada birleştirene kadar. Birleştiği ve bütünlendiği yaşamında, Aşkla Sevgiyle, Sonsuzun kapısına gelene kadar.

Bu kapıda sınırlar, inançlar, kalıplar, kurallar ve bütün nedenler sorular-cevaplar dökülür İnsanoğlunun üzerinden.

Yaşamın ne için olduğu ve nasıl olduğu görülür. Düşler birleşir. Bütünlenir ve tamlanır.
Bu An’da Efendi ihtişamla tıpkı bir Güneş gibi doğar.
İhtiyaçsızdır, zararsızdır, koşulsuzdur.
Evrenle birlikte yağar.
Hazine O’nundur.
Kendisi O’dur.
O hazinedir.
Basitçe “Verir”.
Paylaşır.
Yansır.

Yaşam, Rahmet demektir.
Vermek demektir.
Ortaya çıkmak demektir.
Dolayısıyla nefs, alamadığı için veya kendini kapattığı hapishanesinden dolayı tamamlanamadığı yanılsamasında olduğu için de verememektedir. Akış nefs “engeline” takılır. Tıkanıklık oluşur. Kaos ortaya çıkar.

Kaosun içinden, toz dumanın acının sefaletin ve savaşın orta yerine sahte bir “Güneş” gibi nefs doğar. Diğer “nefslerden” almak ve tamamlanmak için.

Sözüm Ona Nefs;
Kendini bile kurtaramayan, “kurtarıcı” olur.
Duygularına ve düşüncelerine bile hakim değilken, “hükmeden”, buyuran olur.
Yüreğine bile taht kuramayan, şarlatan “kral” olur.
Zulmeden, asan, kesen, dilinin ucunda seven, küçük dağları yaratan olur.

Çünkü eksiktir. Aşağıdadır.
Yukarı çıkamamaktadır. Bütün değildir.
Ancak ve ancak; diğerlerini aşağıya çektiğinde, kendini yukarı çıkarabilmektedir.
Ancak ve ancak; diğerlerinden aldığında, diğerlerini sonsuza kadar her yönüyle sömürebildiğinde bütün (geçici bir yanılsamayla) olabilmektedir.

Ardı arkası gelmez bir yanılsama, Dünya Oyununun ve Evren Oyununun her sahnesinde silsileler halinde, değişik maskeler ve bahanelerle sürmektedir.

Evrende her şey bir çeşit enerji alış verişidir.

Dünyada dahil Evrenin her köşe bucağında nedeni ne olursa olsun ve neye hizmet ederse etsin oynanan oyunun adı temelinde “Enerji alarak veya aşağıya indirerek” tamamlanma OYUNUDUR.

“Aşağısı nasılsa, yukarısı da öyledir.” Heraklitus
(İnsan nasılsa Evrende öyledir)

Evrende; bütün “Varlık Boyutunun” selameti için değişmesi gereken temel budur.

Ve “Varlık Boyutlarının” selameti için;
Şimdiye kadar Dünyada dahil bütün Varlık Boyutlarında yaratılan; korkunun, korkutmanın, değersizliğin, yetersizliğin, bağımlılıkların, hükümranlığın, yüceliğin, alçaklığın, astın, üstün, otoritenin, tutsaklığın, üstün olma ve ezilme ihtiyacının şifalanması gerekmektedir.

İnsan değiştiğinde ve Gerçek İnsanoğlu olduğunda ( El İnsan), Dünyada değişecektir.
Dünya değiştiğinde Evren de değişecektir.

“İnsanoğlu bir hamur teknesi boyundadır; ama, tabiattan da üstündür, kainattan da” Mevlana

Ne mutlu kendi değerini bilenlere, İnsan varlığını sevenlere.

Bu nedenle; İnsanın; kendi değerini bilmekten, merkezinde, dengede kalmaktan ve “Sevgi-Aşk” olmaktan ve koşulsuzca zararsızca ve ihtiyaçsızca vermeyi öğrenmekten başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.

İnsanoğlunun; cennete cehenneme, cezaya ödüle, kotalara hükmedenlere, yol gösterenlere, yol olanlara, birliklere, katılımlara, uzay gemilerine, boyutlara, yücelere ihtiyacı yoktur.

Yeter ki İnsan; “Kendisi” olsun. Yüreğinde olsun. Sevgi olsun. Aşk Olsun. Yansıma olsun. Akış olsun.

Hepsi, Alemde olan her şey ve olacak olan her şey; öz, yücelik, özgürlük, cennet, barış huzur, sonsuz boyutlar, cevherler, hazineler, hepsi ve her şey
İnsanın yüreğindedir.
Herkesin yüreğinde “O” vardır.
Ve “O” her şeydir.
Ve “Kendisidir”.
Ve İnsan, “kendisi olduğunda” her şeydir.
İhtiyaçsızdır, zararsızdır ve koşulsuzdur.

“Efendidir”

Efendinin yansıdığı yerde, istek olmaz, arzu olmaz. Her arzu ve istek dile gelmeden, ihtiyaç hasıl olmadan çoktan verilmiş, paylaşılmış ve yansıtılmıştır.
Her şey dengede ve huzurdadır. Güneş her yerdedir.

Ve Efendi, Efendiliğini bildiği için, Efendiliği için, Var olduğu için, nefes alabildiği için, Rahmet için, verebildiği- yansıyabildiği için şükreder.
Efendi, sunduğunu alabilecek birilerini bulduğu için şükreder.
Verir. Verebildikçe Şükreder.
Şükrettikçe “kendini” daha fazla hatırlar, her hatırlayış başka bir derinliktir.
Yol uzundur.
Çünkü her An’da sonsuz “kendi” Varlığında bütün boyutlara doğru derinleşir.
Efendi, “Kendisidir ve “Kendisi” sevgidir.
Verme eylemi “Kendisi” olduğu için ve kendinden kendisine olduğu için nazik ve asildir.

Efendinin bir elinin verdiğini diğeri görmez.
Çünkü Efendi Tek’tir. El de Tek’tir.
Alanda kendisidir. Verende kendisidir
Zendeki “Tek elin sesidir”.
Tek, Sessizlik olur.
Sessizce alır sessizce verir.

Efendi; “Kendini” kısaca;"sevgiyi" ve “sevinci” karşılaştığı her canlının varlığında aşkla ve sevgiyle, nazikçe, Ruhunun Asaletinde, ihtiyaç hasıl olmadan sessizce çoğaltandır.

Yaşamın Üstadı olmak ve Onda bir mana bulabilmek, bir anlamda yansıyabilme ve kendimizi çoğaltabilme sanatı değil midir?


Yazan Nilgün Nart

VAR OLMAK “OLMAK YA DA OLMAMAK”

VAR OLMAK VE AMAÇ
“OLMAK YA DA OLMAMAK” Shakesperare


Ne kadar acıdır kalabalıkların içinde yalnız kalmak. Gittiğin her yerde yine yalnızlığı bulmak. Sana bakan gözlerin içinde kaybolamamak. Sana konuşan sözlerin içinde, kendinden hiçbir iz bulamamak. Ve anlaşılmış olmanın derinliğinde ve sevgiyi paylaşmanın yüceliğinde eriyememek.

Kaosun ortasında ve Tekbaşına.

İnsanoğlu ne arar? Neden arar?

İnsanoğlu sevgiyi arar.
İnsanoğlu sevgidir. Sevgiyi her seferde ve her An’da yaşamak ve hissetmek içindir bütün çabası bütün arayışları. Sevgiyi; fiziksel alemde, Gönül Dergahındaki gibi “Gerçek” kılmak içindir.

Herkesin her yerde aynı şeyi aramasına ve hepimizin özleminin bu anlamı her yerde ve her an yaşamasını arzulamasına rağmen “sevgili” neden hala çok uzaklarda? Neden gelmiyor?

Biz olduğumuzu sandığımız, öğretilmiş gerçeklerimizle, arayış modellerimizle, inanç olduğunun farkına varamadığımız inançlarımızla, kurallarımızla, umutlarımızla ve koşullarımızla öylesine sarmalanmış ki dünyalarımız.

Artık birbirimizin ne gözlerindeki ışığı görebiliyoruz ne de sözlerindeki sihri ne de yüreğindeki aşkı hissedebiliyoruz.

Fiziksel realitenin algı dinamikleri her yerde. Zihnimizin en ince kıvrımlarında. Ruhumuzun en kuytu limanlarında. Sevgi dolu olduğunu sandığımız sözlerimizde, bakışlarımızda ve eylemlerimizde.
Hep sanıyoruz. Asla emin olamıyoruz. Sanmak zihin ve nefsle alakalıdır. Ve ardından endişeler korkuya korku bağımlılığa bağımlılık inanca dönüşüyor.

Çünkü; her söylediğimizin ve her yaptığımızın bir amacı var. Bir yere ulaşmak istiyoruz. Çünkü bir yere gitmek istiyoruz. Her an her yerde aradığımız “şeyde” olmak istiyoruz. Sevgide erimek istiyoruz.

“Sevgiliye” gitmek için bir yol olması gerek. Oraya varacağımız bir zamanın olması gerek.

Yol ve zaman. Mekan ve An.
Fiziksel realitenin gerçeklikleri.
Ve bir amaç algısını da beraber getirmek zorunda. Biz bunu bir amaç olarak veya ne istersek o olarak tanımlayalım sonuçta algımız kendimizden uzaklaşıp yaşanmak istenen, varılmak istenen yere uzanıyor.

Amaç fiziksel gerçeklikteki her şeyin gizli nedeni. Hareketi yaratıyor. Varışı gerçekmiş gibi kılıyor.

Halbuki “Sevgili” Şimdi – Burada. Bizde. Hiç gitmediği yerde.
Varış dışardan kendimize varmak. Aslında varmamak. Varış adına hiçbir şey yapmamak. Varışı bıraktığın anda Şimdi Burada “sevgilide” olmak. Olmakta olan ile bir olmak.

İnsanoğlunun; varmayı arzuladığı yere varması, orada her zaman ve zaten “varmışlıkta” olduğunu anlaması için,“Var” olma algısını ve amaç algısını birbirinden ayırması gerekiyor.

Amaç ayrılma demektir. Olduğunuz yerden başka bir yere varma, başka bir zamana hareket etmek demektir. Amacın kendisinin ne olduğu ve neye hizmet ettiğine bakılmadan ve görülmeden “Var” olma algısından ayırt edilemez. Ve ayırt etme işlemi gerçekleşmeden, “var” olmamız veya “varlığımız” ile ne yapacağımızın seçiminde bulunamayız.

İnsanoğlu “Amaç” olgusunu kaybetmekten korkuyor. Amacı Varlığının neden sayıyor. (Amaç olgusu ne ile tanımlanırsa tanımlansın, amaç olgusunun yokluğu manasında kullanılmıştır.) İnsanoğlu “Var olmasını” edinmiş olabileceği bir amaca bağlıymış gibi algılıyor. Zihin bütün manalarını ve anlamlarını veya varlık hissini amaç ile devam ettirebiliyor. Ve zihin görülenin arkasındaki görülemeyeni algılayamadığı için ve Toplumsal Bilinç zihinsel olduğu için ve yeryüzünde olmakta olan şimdiki Toplumsal Zihnin bir görünüşü olduğu için, hayatta kalmak tek amaç.
Hayatta kalmanın amacından ve anlamından didişme mücadele savaş kin öfke kibir ve bütün bunlarla, ayrılıkla beslenen binyıllık bir nefs büyüyor.

Amaç oluştuğunda, amaca ulaşmaya yardımcı olacak araçlarda devreye giriyor. Toplumsal Bilincin zihinsel süreçlerinde ortak mutabakat varılmış “doğru araçlar” ilk seçilenleri oluşturuyor. Dinler, öğretiler, tarikatlar, guruplar, ritüeller, seromoniler, uygulamalar, idealler, söylemler v.s.

Bu nedenle; zihne ve nefse cesurca gerçekten bakmak gerek, samimi ve dürüstçe görmek gerek, içimizde her An nöbet tutmak gerek. Görülmeden hiç birisi gitmez. Gidemez. Gitti gidiyor değil, öldü ölüyor değil. Gerçek kılmak gerek. Dengelemek gerek. Dengelenmek; koşulsuz, ihtiyaçsız ve zararsız olmak demek. Ve bu merkezde görülenleri ve gitmesi gerekenleri, tıpkı Colombun Amerika sahillerine vardığında gemileri yakması gibi “yakmak” ve “yanmak” gerek. Dengede ve Merkezde bu küllerin içinden yeniden doğmak gerek. Görülenlere ve gitmesi gerekenlere ölü olmak demek. Ölmek demek.
Ve bu ölümde yeni bir “can” bulmak demek.

İnsanoğlunun Evrenselleşebilmesi için; işlevi dünyasal manalarda anlaşılmayacak ve amaç olmayacak bir “Amaç-Nedene” ihtiyacı vardır. Fakat önce “var oluşun” “varlık hissinin” “varlık sevincinin” dünyasal veya diğer her şeyden arınmış olarak hissedilmesi gerekir. Sonrasında amaç olgusu gündeme gelebilir. Evrensellik olabilir. Bilinçli ve “kendisi” olarak yaşamı seçmek ve gereği neyse insan tadında, sevginin aşkın hatırına, güzelliğin doğası ve Ruhunun asaleti için yeryüzünde evrenlere sonsuzluğa ve sınırsızlığa genişleyen bir bilinçte yaşamak olabilir. Ya da ne isteniyorsa.

İnsanoğlu ayrılık yaratan zihnin bulanık sularından çıkana kadar, Bütünlenene kadar dualistik sistemin aracı olan ve bir hedefe yönelten yeni seçtiği Evrensel amacına sarılmak ve gerçekleştirmek durumundadır.
Bütünlendikte sonra dengeleneceği için, Kim ve Ne olduğunun algısına sahip olacağı için ortada zaten amaç da kalmayacaktır. İnsanoğlunun Tek bir insanlık olduğunu ve Bütün olduğunu bilene kadar “Amaç-Nedene” ihtiyacı vardır. Sonrasında ise sadece “Var”olacaktır. Tıpkı Gönül Dergahındaki gibi. Aşkla sevgiyle “Gerçek” olacaktır.

Bu görüşte Evrensel amaç, İnsanoğlunu Zihnin karanlık sularından çıkarıp, Birliğin kıyılarına varmasına hizmet edecek bir araçtan başka bir şey değildir.

Var olmak Şimdi Burada varlıkta bulunma, görünüşte olma ve bu varlıkta ve var oluşta olma farkındalığına an be an ermek, bilmek idrak etmektir.

Varlığın kendisi Ruh olduğu için ve Ruhta sevgi ve aşk olduğu için, “Var” olmanın algısına an be an sevgide erimek hissedişi eşlik eder. Algı ve hissediş Tek’leşir. Deneyim de hissediş ve eylem birlikteliği idraki oluşturur. Ol’unur. Ne hissediliyorsa o olunur.

İşte O An’da kumdan kaleler gibi yıkılır bütün dualitenin amaçları görünüşleri kuralları ve nedenleri.

Var olmak başlı başına bir amaçtır. Aslında bu hissedişle birlikte varılmadığı, varılma algısı bırakıldığında sadece var olmak olarak algılanan yerde amacın da amaç olmadığı görülür. O yerde aslında amaç hiçbir zaman olmamıştır. Hep o yerde olduğunuz bilirsiniz. Hep o sevgide olduğunuzu bilirsiniz. Ve ne yapmak istediğinizi seçersiniz.

Var olmak müzik dinlemek gibidir. Nasıl ki müzik dinlemenin bir amacı yoksa. Sadece anda kalarak dinleniyorsa ve bir sona varılması beklenmiyorsa.
Sevgiliyi koşulsuzca sevdiğinizde ve yüreğinizi bu sonsuz sevgide kaybettikçe hissedilen akış gibidir. Aşktır.
Aşkın nedeni Aşktır.
Sevginin nedeni Sevgidir.
Yaşamın nedeni Yaşamdır.
Koşulsuz. Zararsız. İhtiyaçsız.
Sadece Ol’ma ve seçme meselesidir. Nedeni kendin de olan Neden. Ve Sırların sırrı olan “Neden”.

Gelmekte olana zamanların ve mekanların doğasından veya koordinatlarından, İnsanoğlunun “kendini”, “Varlığının Nedenini”; dünyasal amaçlarının temel nedenini oluşturan “hayatta kalma” amacından ayırması ve Var Oluşunu, Evrenin sonsuz ve sınırsızlığında; dengeleyecek ve merkezleyecek bir anlam ve manayla yapılandırması Kaçınılmazdır. Eğer Varlığın devamı ve gerçek kılınması isteniyor, seçiliyor ve Ol’unuyorsa.

İstemek veya istememek ikisi de pekaladır.
Ama pekala; kişi bilinçli olarak merkezinde ve dengesinde “Efendi” ise pekaladır. Yoksa “kader” ve program sisteminin çarkında dinamikler işlemeye devam edecektir.

Neden Efendi olmak gereklidir Var Oluşu seçmek için?
Neyi neden seçtiğinin bilgisinde, sorumluluğunda ve gücünde olmak için.
Bilinçli seçim; ne yapmak arzusunu, yani yüreğinizin “ne” olmak istediği arzusunu, bu arzu ile ilgili gerçekleştirme bilgisini, arzuyu gerçekleştirme sorumluluğunu ve arzuyu gerçekleştirme gücünü de beraberinde getirir. Bilinçli seçim hepsini birlikte getirir. Gelenlerden bir tanesi dahi eksik olsa seçim bilinçli değildir.
Ve bu OL’maktır. Yüreğiniz OL’maktır.
Kendinizi yeniden yaratmaktır.
Yüreğinizin sevgisini ve ışığını yeryüzüne işlemektir.
Ve sevgiyi bu dünyada “Gerçek” kılmaktır.
Cenneti yeryüzüne indirmektir.



OL’mak ya da OL’mamak. İşte bütün mesele burada. Binyılların ardından gelen tek soru. Yeryüzünde kendi çağlarında yaşamış Filozoflar, Bilgeler ve diğerleri soruyu asırlar öncesinden sordular. Cevabın Şimdi-Burada cevaplanması gerektiğini biliyorlardı.

Ve Şimdi-Burada bir “Cevap” verilecek”
Ve bu cevabı herkes kendinden kendine, yüreğinde kendisi için ve herkes için verecek.

Ve şimdi kulaklarımda gelmiş geçmiş bütün Bilgelerin Nüktedan kahkahalarını işitiyorum. Kahkahalarının arkasındaki heyecan bekleyiş dua aşk sevgi ve teslimiyet sonsuzun olmayan sınırlarından tıpkı bir altın gibi değişimin ibriğinden damlamak üzere.

“Cevabınız” kutlu olsun.

Seçimlerin hepsi pekaladır. İster bilinçli olsun ister olmasın.
Ama pekala; Ezel ve Ebed olan Bilinç, “kendinizin” bilinçliliği hiç zaman sizden hiç bir koşulda ve boyutta gitmiyorsa, gidemiyorsa ve siz; her düşündüğünüzden seçtiğinizden ve eyleminizden, kendi kendinize döndüğünüzde; kendi kendinizi öğüttüğünüzün ve ne yaptığınızın bilgisindeyseniz, hesabınız kendinize ise, sıratınız da cehenneminiz de, cennetinizde, sorunuzda cevabınızda, varlığınız da yokluğunuz da, verişinizde alışınızda, sevginizde aşkınızda, ruhunuzun asaleti de kısaca; “Var Oluşa” “Yaşama” “Sevgiye” cevap veren de cevap bekleyen de SİZ iseniz.

İşte O zaman, Pekala, pekala mıdır? Yoksa değil midir?

İşte bütün mesele;

Olmak ya da Olmamak
Bu düşüncedir felaketleri yaşanır yapan. Yoksa kim dayanabilir zamanın kırbacına? Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine Sevgisinin kepaze edilmesine Kanunların bu kadar yavaş Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine Kötülere kul olmasına iyi insanın Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken? Kim ister bütün bunlara katlanmak Ağır bir hayatın altında inleyip terlemek Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya Ürkütmese yüreğini? Bilmediğimiz belalara atılmaktansa Çektiklerine razı etmese insanları? Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi: Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor Yürekten gelenin doğal rengini. Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar Yollarını değiştirip bu yüzden Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar." -W. Shakesperare / Hamlet –

(“Neden Var Oluş” ile devam edecektir.)

Yazan Nilgün Nart

NEDEN VAR OLUŞ – QUANTUM SIÇRAMASI

NEDEN VAR OLUŞ – QUANTUM SIÇRAMASI

Var olmanın dayanılmaz hafifliği dolunca “Kendisi” olmuş El İnsan’ın içine, her şey gelip geçtiğinde ve düşlerden bile silindiğinde, hatta yokluk bile yok olduğunda olmakta olan Nedir?

Bütün mesele Şimdi - Burada, Bu AN’da başlar.

Hem soru hem cevap olan neden.
Cevabı asla olmadığı için aslında olmayan Neden.

Neden?

O An’da var oluşa çeşitli anlamlar yüklemeyi seçebilirsiniz. Ya da anlam yüklemeyi bırakarak sonsuzluğunuzda erimeyi de seçebilirsiniz.
Hiçbir seçimin bir diğerinden farkı yoktur.

Çünkü siz sonsuzsunuz. Sınırsızsınız.
Neden sizsiniz. Cevap ta sizsiniz, soru da sizsiniz. Ne cevap kalır ne de soru. Sorular biter, cevaplar biter, zihin susar. Düşlerin hepsi yoklukta kumdan kaleler gibi yıkılıp gider.

İlk Neden’den başka var oluşun bütün boyutlarında “Kendisi” olan varlık için başkaca bir neden yoktur. Ve kendisi O’dur.

Varlık ve Yokluk.
Hiçlik hiçliğe dağıtmak ister.
Varlık varlıkta ileriye gitmek ister.
Varlık; Tanrısal doğasını, bilinçli olarak genişleyen bilinçte yaşamak ister. Bu sonsuz bir eylemdir. Yaşamın evrilmesi gibi. Hem fiziksel her ruhsal. İkisi bir yerden sonra Tek olur.
Hiçliğinde “Varlık” sonsuz bir huzurda erir. Biter.
Ve hiçliğin doğası gereği, varış, biliş, eriyiş tamamlandığında, Varlık; yeniden görünüşe çıkar. Ve tekrar baştan başlar. Atomdan, taştan, topraktan bitkiden, ya da görünüşe çıktığı mekan ve zaman boyutu neyi gerektiriyorsa. Sonsuz bir tiyatrodur oynanan. Hiçliğin ve hepliğin, kendinde ve kendi kendisiyle bitip tükenmez dansı gibidir olmakta olan.
Her şey birlikte görülür.

Neden kalmaz sonsuz huzurdan, “Nirvanadan” geri dönmek için.
Sonsuz huzura çıkış yaptığın Düşten ayrılmak için de bir neden kalmaz.
İkisi de Bir olur.

İşte “Olmak ya da Olmamak”.

Var oluşa doğuş
Sonsuz huzura çıkış yaptığınız düşün ve düşün içinde yüreğinizde büyüttüğünüz sevginin aşkın hatırına; manyetize edebildiğiniz ve dengeleyebildiğiniz bireyselliğinizi, “Yaşamı” seçmek ve “Görünüşe çıkmışlığınızı” bilinçli Tanrısallığınızda genişletmek için kullanırsınız.
Eğer Bireyselleşmeyi ve sevgiyi, kendinize yürüdüğünüz yol boyunca “Nedeniniz” yaptıysanız.
Gönül Dergahında, hiç gitmediğin yerdesindir. Aşksındır, Sevgisindir, Coşkusundur, sevinçsindir, ne olmak istersen O’sundur artık. Efendisindir.

Hiçlikte eriyiş;
Bireyselleşme gerçekleştirilmediyse ve sevgi “Neden” olarak seçilmediyse, ve düşün içinden kurtulma arzusu da buna eşlik ediyorsa ve sadece olmakta olanı bilmek olarak algılanıp yolda yürüdüyseniz; O An’da olmakta olanı ve kendinizi görürsünüz. Varış, eriyiş ve ermek tamamlanır. Ve Biter. Geri dönülmez. Çünkü sevgiyle Bireyselleşme olmadığı için, sonsuz huzura çıkış yapılan Düşün içine çekilme olmaz. Neden olmaz.

İkisi de pekaladır. İki seçimde kutsaldır. İkisi de Tanrısaldır.

“Olmak ya da Olmamak”. Sorusu Düşün içinde sorulur. İçsel olarak cevaplanır. Ve sevgiyle dengelenme, sevgiyle merkezlenme ve sevgiyle bireyselleşme yol boyunca deneyimlerle manyetize edilir ve sevgiyle biriktirilir.

Bu biriktiriliş yeniden doğuştur. Sevgi ve Aşk olmaktır. Küllerden ve hiçlikten “ölümde” başka bir can bularak yeniden ayağa kalkıştır. Yeniden diriliştir. Cenneti yeryüzünde, sonsuz huzura çıktığınız “Düşün” içine dönerek tekrar yaratmaktır.
Düşü Varlığınız ile “Gerçek” kılmaktır.
Ve Gerçek Oyun başlar.
Gerçek Yaşam başlar.
Kendinize yürüdüğünüz yol boyunca Sevgiyle Bireyselleştirdiğiniz ne var ise Gerçekten O olursunuz. Gerçek anlamıyla o olursunuz. Çünkü olmak için; arzunuz, bilginiz, sorumluluğunuz gücünüz de gerçek olur.

Ve işte o zaman yaşadığınız düş, “Dünya” cennet olur.

Milyonlarca yıldır zaman ve mekan boyutlarında dünyada süren yatay Yaşam şekli, Galaktik düzlemde diğer sistemlerle birlikte gelinen nokta da Dikey yaşam (derinleşen ve genişleyen Bilinç) şekline evrilmek üzere.

Yazılı yada yazısız tarihini bildiğimiz kadarıyla İnsanlık Medeniyeti diğer sistemlerle birlikte Evren de bu noktaya daha önce gelmişti. Kutsal kitaplarda belirtilen tufanlar ve Yaradılış hikayeleri, spiral bir evrilme yolu izleyen dünyanın geldiği bu noktayı işaret eder. Büyük tufanlar ve felaketlerden sonra geriye kalan insandan her seferinde tekrar yaratılan İnsanlık Medeniyeti anlatılır.

Şimdi – Burada gelinen Galaktik Düzlemdeki “An” dünyanın izlediği spiral evrilme yolunun son halkasıdır. Mahsul olgunlaşmıştır. Mevsim; milyonlarca yıldan sonra ki hasat mevsimidir.

Spiral evrimle yolunu tıpkı bir kementi çevirmeye başladığınızdaki ilk küçük spiralden başlayan halkaya benzetebiliriz. Kement bir kez döndüğünde ve başladığı yere geldiğinde birinci spiral biter. Ve ikinci spiral başlar. Kesintisizdir ve süreklidir. Arkasından üçüncü çevirim dördüncü çevirim yada çember. Spiralin bitişi ve başlangıcı aynı yerdedir. Faka bir öncekine göre daha gelişmiş ve büyümüştür. Her şey aynı gibidir ama farklıdır. Derinleşme ve genişleme ve hızlanma vardır. Hızlanma ve genişleme yani moment gittikçe artar. Ve bir An gelir kementi elinizden boşluğa bırakırsınız. Ve hedefe atarsınız.

Kementin boşluğa fırlatıldığı An; kementle gittikçe büyüyen spiralin maximum Momentle, niyet edilmiş hedefi yakalayacağı An’a geldiği yerdir. Dünya evriminde olduğu, evrim spiralinde şimdiki yere daha önce gelmiştir. Fakat Quantum alanına fırlayacağı An’a gelmemişti.
Ve dünyanın Quantum sıçraması için yer aynı yerdir. Vakit ise şimdi gelmiştir. Mahsul şimdi olgunlaşmıştır. Ve moment şimdi yakalanmıştır.

Quantum sıçramasından sonra dünyanın evrimi de sonsuz ve sınırsızda şekil ve mana değiştireceği için; şekil ve mana da; Evrim sonucunda ortaya çıkan mahsullerin; Efendilerin, El İnsanların yüreğinden yaratılacağı için bilinemezdir.

Spiralin zaman ve mekan boyutlarından sıçrayan dünyayı (Mayaların Takviminde işaret edilen zamansız ve mekansız alan veya Galaktik Düzlem) sonsuz ve sınırsız Quantum bölgesinde her şey giderek kısalan bir sürede An’da gerçekleşmeye başlayacağı için; İnsanoğlunu zor “durumlar” beklemektedir.

Kimine göre “kıyam”, kimine göre “kıyamet” olacak sıçrayış olduktan sonra, insanoğlunun uyanması ve “kim” olduğunu bilmesi ve seçmesi ve OL’ması için halen vakit olacaktır. Ama bu göz açıp kapayıncaya kadar çabuk geçecek bir vakittir. Zaman çoktan bitmiştir.

Ama Şimdi – Burada gerçekten kalbimizdeki yüklerden kurtulmak, bağışlamak, dengelenmek, merkezlenmek, yüreğimize varıp oturmamız ve olmakta olanı olduğu gibi görebilmemiz için ve agustos böcekliğini bırakıp “sevgi olmamız”-“kendimiz” olmamız için; vakit nakittir.

Yeter ki insan gaflet uykusundan uyansın.

Halen; duygular, düşünceler ve zihin üzerine hakimiyet kurulamamışken, içsel kendiliğinden gelen bir sukut, barış, dengelenme merkezlenme yaşanamıyorken, fiziksel dünyada hızını giderek artıran ve hızlanan momentten dolayı daha da artacak olan kargaşa, savaş, açlık, yeryüzü hareketleri ve etrafında an be an parçalanan dünyada nasıl merkezlenip nasıl dengelenecektir insanoğlu.
Sonsuzluğa ve sınırsızlığa sıçradığımız Quantum alanında, İnsanoğlunu merkezinde ve dengesinde tutan ne olacaktır?
Şimdiye kadar “insan” yüreğine ne ektiyse ve büyüttüyse o olacaktır. Bireyselliği; şimdiye kadar yüreğine ve yüreklere ne ektiğine göre toplayacağı mahsulü olacaktır. Yani mahsul olarak “kendisini” toplayacaktır.

İnsanoğlunun Güzel Varlığı için, sevginin hatırına, sevgiyle yazıyorum.
Korkuyu, endişeyi ve kendinize inançsızlığı bırakınız. Yüklerinizi atınız.
Varıp yüreğinize oturunuz. Ve sevgi olunuz. Sevgi olmayan her şeyi terk ediniz. Sevgi olmayan hiçbir şey zaten gerçek değildir. Gerçek olmayan; sizi sistemde, dualitede, yargıda endişede korkuda ve kendinden ve diğerlerinden ayrı tutmak için oradadır. Siz gerçekten; sevgi de merkezlendiğinizde ve dengelendiğinizde tıpkı güneşin karanlığı dağıtması gibi illüzyon dağılıp gidecektir.

Quantum sıçrayışında ve Quantum alanında; “Sevgiden ve Aşktan” başka İnsanoğlunu merkezinde ve dengesinde tutacak hiçbir neden yoktur.

Galaktik nedenler - bağlantılar, dünyasal nedenler, hayatta kalma mücadelesine neden olan nedenler; Quantum sıçrayışında ve alanında; insanı merkezinde ve dengesinde tutamaz. Belki bir süre destekler.
Ama sonuçta herkesin kendisi ile baş başa olacağı An’lardır. Özgür İrade Yasası gereği herkes kendi kendisinden sorumludur.

Çünkü; “Özgürlük”, kendi kendinin sorumluluğudur.

Sevgiyi herkes bilir. Çünkü herkesin yüreğinde oturan O’dur. Ve O sevgidir.

Yaşamı kendinize armağan ediniz. Kendinizi de yaşama armağan ediniz.

Ve hep sevgiyle kalınız.

Hepimizin Gerçeği ve Seçimi kutsaldır. Ve kutlu olsun.


Yazan Nilgün Nart

VAR OLMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ

VAR OLMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ

Evrende "Kendimizden" başka, Yasaların bizim niyetimizi bilmesinin hiç bir önemi yoktur.
İnsan yalnızca kendisinden dışarı bakabilir.
İNSANIN, yasaları bilmesi önemlidir. İnsanın "Bütünün" işleyişini bilmesi önemlidir.
Yasalar ve Bütün her şeyi zaten biliyor.
İnsan bilmiyor.
Yasaları kullanacak ve sırları çözecek ve Bütün olmuş olduğunu anlayacak insanın kendisidir. Dünyada oynanan İlahi Tiyatronun hepsi insan içindir.

Ego bütünden ayrılık deneyimini yaratan bir "Araçtır".
Kötü değildir. Sadece vardır. Aracın nasıl kullanıldığı önemlidir. Egoya yüklenen manalar önemlidir. Nereye varmak istiyorsanız egoya o manalar yüklersiniz.

Her kim ne mana yüklerse yüklesin bu da pekaladır.

Mutlu olmak huzurda olmak başarılı olmak İnsanoğlunun hakkıdır. Zira dünya, “Varlığın”, İnsan olarak Hepliğinin ve Hiçliğinin sevincini ve coşkusunu deneyimlemesi(Yaşaması) için vardır.

Kötülük ve iyilik nereden baktığınız göre değişir. "Kendinizden" bakarsanız hepsi aynıdır. Bir'dir. Kötülük iyiliğin nedeni, iyilikte kötülüğün nedeni olabilir.

Hiç bir şey bu Evrende İnsanoğlunu kötü yapamaz. Ama insanın kötü olduğuna dair, bir "Yanılsama " içine çekilebilir.

Dünya görüşünden bakıldığında; Dünyanın geçici çözümlere değil GERÇEK bir çözüme ihtiyacı vardır.

Dünya Gezegeninde İnsanlık Medeniyeti'nin hayatta kalma mücadelesi veya oyunu, “Kendisini” bilmesi için bir araç iken, amaca dönüşmüştür.
Hayatta kalmaya çalışmak yeryüzünde yaşanan hiç bir şeyi değiştirmez.
Hayatta kalmaya çalışmak için mücadele etmek insanı artık hayatta veya gezegende tutmak için yeterli değildir.
İnsanoğlunun Varlıkta kalabilmesi için kendisine Evrensel bir amaç bulması gerekmektedir.
Yeni amaç, insanın kendisini bulma yolunda ve kim olduğuna karar verme aşamasında Bütünlenmesine hizmet edecektir. Ve gezegen üzerinde var olmasının da güvencesi olacaktır.
İnsanoğlu ayrılık yaratan zihnin bulanık sularından çıkana kadar, Bütünlenene kadar dualistik sistemin aracı olan ve bir hedefe yönelten yeni seçtiği Evrensel amacına sarılmak ve gerçekleştirmek durumundadır.
Bütünlendikte sonra dengeleneceği için, Kim ve Ne olduğunun algısına sahip olacağı için ortada zaten amaç da kalmayacaktır. İnsanoğlunun Tek bir insanlık olduğunu ve Bütün olduğunu bilene kadar amaca ihtiyacı vardır.

Bu görüşte Evrensel amaç, İnsanoğlunu Zihnin karanlık sularından çıkarıp, Birliğin kıyılarına varmasına hizmet edecek bir araçtan başka bir şey değildir.

İnsanlık daha fazla Var olmayı seçmek de istemeyebilir. Bu da pekaladır.

İyi hissetmek yetmez. İnsanın kendini Muhteşem hissetme hakkı vardır. Ve zamanı gelmiştir.

İnsanın bir adım sonrasını görmesi yetmez, bin adım sonrasını görmelidir. Vakti gelmiştir.

İnsanoğlunun daha fazlasını bilmek, Tam anlamıyla anlamak, kavramak ve yaratmak zamanıdır.

Bilinmek istenmiyorsa, kavranmak istenmiyorsa, sadece iyi hissetmek yeterliyse ve şimdiki Dünya Sahnesinde oynanan oyuna eski bilinçle; savaşla yıkımla ayrılıkla sefaletle acıyla silahlarla füzelerle, rekabetle, kaosla kurbanlarla seçilmişlerle ve hep alarak devam edilmek isteniyorsa, bu da pekaladır.

İnsanın Kendisi, olmakta olanın Kendisidir.

İnsan dünya aleminde kendi içselliğinin, “Kim ve Ne olduğunun” keşfine çıktığında, yolun bir yerinde olmakta olanı daha açık seçik görmeye başlar. Her adımda “Olmakta Olan” netleşir ve şekil değiştirir. Şekil değiştirmesi netleşmesindendir. Netliğin ve açık seçikliğin bir sonu yoktur. Önemli olan bu netlikle ve bilişle Sizin nerede ne kadar mola verip ne yapacağınızdır. Seçim size aittir. Malzemeler oradadır. Görüşte oradadır. Yürekteki arzu ve aşk vizyonu yaratır. Vizyon, siz olan Sizin yeni bir “Var Olma” sevincinin deneyimini açığa çıkaracak Düşten başka bir şey değildir.

“Kendisi” olan kişi vizyonunun deneyimini yaratarak yaşarken, kendisini deneyimler. Varlığını deneyimler. Kendisinin bu deneyim ve eylemleriyle ilgili bir tanımı yoktur. Sadece yaşar ve hisseder.

Dışarıda kimse yoktur ama, söze dökebilmek için; diğerleri tarafından,“Kendisi” olmuş kişinin deneyimi vazife olarak tanımlanmak istenebilir. Bu “Kendisi” olmuş kişi için önemli değildir. O varlığının sevincindedir. Dışarıda ki için vazifelidir. “Kendisi” olmuş kişinin deneyimi, dışarıda olan diğerinin vazifeli olma kurgusun yaratır. Diğerinin gözünden bakıldığında bu gerçek anlamda böyledir.
Çünkü “Kendisi” olmuş kişinin deneyimi diğerinin bilinç genişlemesine hizmet eder. Diğerinin görüşünde bu böyledir. Halbuki “Kendisi” olmuş kişi sadece Kendisidir. Bütündür. Deneyimi de bütündür. Diğeri için amaç ve vazife olgusu vardır. Diğeri için vazifesiz ve kurtarılacak insanlar vardır. Günahkarlar ve melekler vardır. Sürekli bölmeye devam eder. Deneyimini her bölüşünde kendisini de bölmektedir. Ve “Kendisi” olmuş kişinin sevincini ve mutluluğunu anlayamadığı ve bilemediği tanımlayamadığı için ona çok şeyler atfeder.

Diğerinin dulitede varlığını sürdürmesi için bir amacının ve görevinin olması gerekmektedir. “Kendisi” olmuş kişinin deneyimini de onun vazifesi ve amacı olarak tanımlar.
Dünya dualite sistemi bir amaç ve görevler silsilesi üzerine kuruludur.
Oysa Evrenin bir var olma amacı YOKTUR. Müzik dinlemek gibidir. Manzarayı seyretmek gibidir. Oradadır. Ve vardır.
“Kendisi” olan kişinin de bir amacı ve vazifesi yoktur.
Çünkü artık o Bir’dir. Her şeyde kendisini görmektedir.
Ve “Her Şeyde Kendisini Gören”, Kendisine yüreğindekilerle yağmaktadır. Yağmak deneyimin kendisidir. Akmaktır. Vermektir.

Diğeri için ise bu bir rahmettir. Vazifedir. Hizmettir. Ondan çok şey beklemektedir. Hatta ona yardımcı olmak için, kendisine de vazifeler bulur amaçlar bulur. Hatta daha da ileriye giderek bu amaçları ideoloji, dine, inanca mitolojilere çevirerek her daim bunun içinde yaşamak ister.“Kendisi” olmuş kişinin deneyimi, diğerinin tanrısı olur. Diğeri kendisini bu inanca hapseder. Burası sorumluluğunu almayan diğerinin konfor alanıdır. Her şeyden “Kendisi” olmuş kişi sorumludur. Dualistik sistemde tutsak kalır. Tutsaklık ne kadar hoş ve güzel olsa da tanım olarak tutsaklıktır. Çünkü kişi “Kendisi değildir. Ta ki bu tutsaklıktan bıkıp usanana kadar.

Vazife diye illaki bir tanım yapılmak gerekiyorsa; Vazife, insanın “Kendisi” olmaktır.
Dünya bakışı ile bakıldığında “Kendisi” olan kişi vazifelidir. Diğerlerinin vazifesi, vazifeli kişinin deneyimini vazife edinmek değil, tıpkı “Kendi” olan kişinin yaptığı gibi ”Kendi” olma deneyimini yaşamak vazifesidir.

Amaç ve vazife duygusu sadece alışkanlıktan ve inançtan başka bir şey değildir. Kişiyi kendisi olma Birlik yolunda bir adım daha ilerletiyorsa ne aladır. Niyet her şeydir.
Diğerinin gözünden vazife deneyimi ortaya çıktığında orada “seçilmişler” ve kurtarılması gerekenler vardır. Vazifeli olduğu atfedilen bu noktada ki “Kendisi” olmuş kişi için bir sorun yoktur.

Vazifeli olduğu atfedilen kişi, diğerlerinin, atfettiği “Rolü “üzerine alıyorsa ve “birlikte” oynuyorsa ve seçilmiş olduğunu sanıyorsa ( insan kendisinin ne hissettiğini bilir. Burada içsel samimiyet ve dürüstlük döngüyü kırar), “Kendisi” olmuş kişi değildir. Sorun buradadır.

Dünyadaki bütün sorunlar seçilmiş kişi olma sanrısından ve “Kendisi” olmuş kişinin, kendisi olma deneyimine atfedilen vazifeli olgusundan kaynaklanır.

Seçilmiş olduğunu sanan kişi; neftsen hareket edeceği için alma eğilimindedir. Ruhtan hareket edemediği için yağamaz. Ve rahmet de olamaz. O noktada olmakta olan seçilmiş olduğunu sanan kişinin fiziksel malzemelerle ve kendisine çekilmiş insanlar ile “rahmet gibi yağma”, sanal deneyimini yaratmaya çalıştığıdır. Kendini kurtarıcı sanır. Fakat niyet ve malzemeler kaynaktan olmadığı için uzun sürmez. Binlerce yıl sürse bile uzun sürmez. Evrenin sonsuzluğunda bin yıl nedir ki.
Bir gün gelir oyun biter.

“Kendisi” olmuş kişinin görüşünden bakıldığında kurtarılacak kimse yoktur. Yardım edilecek kimse de yoktur. “Kendisi” olan kişinin deneyimi, diğerlerinin kurtuluşudur. Diğerlerinin görüşünden.

“Kendisi” olan kişi sıradandır. Kendisi olan diğer herkes gibi sıradandır. Çünkü sadece kendisi vardır. İhtiyaçsızıdır. Zararsızdır. Koşulsuzdur. Yüreğinde bir düşü yaşar. Ve Yüreği her yerdir. Ve herkestedir. Sıradandır. Sıradan olmanın güzelliğini yaşar.

Atfedilecek, kazanılacak, alınacak, hesaplaşılacak, yarışacak hiçbir şey ve bir neden yoktur. Sadece deneyim ve deneyimde var olmanın sevinci vardır.

Kalmak için bir neden yoktur. Gitmek için de bir neden yoktur. Var olmanın dayanılmaz hafifliği dolar içine.

İnsan; Teklikten çokluk halinde varlığa çıkmış olarak sonsuz ve sınırsızdır. Ve ve dünya zamanıyla bir gün gelip hatırlayacağı gibi Tekbaşınadır.
Her gittiğiniz yerde karşınıza çıkan sizden başkası değildir. Ve siz dilediğiniz vizyon deneyimini yaratıp var olmanın sevincini yaşayabilirsiniz.
Çoklukta Tekliği, varlıkta Yokluğu unutup Var olmanın sevincini yaşıyorsunuz.
Bu görünüşe çıkmaların bizim bildiğimiz anlamda bir amacı yoktur. Doğası gereği böyledir.
Çoklukta Tekliğin, Teklikte çokluğun farkında olma eylemidir. Farkında olma eyleminin veya hareketinin Kendisidir.
Gidiş gelişlerle oluş halinde değişim yaşanması Tek olan Varlığın sevinci, oyunu ve düşüdür.

Yaratılmış bütün Cosmos, oyun alanının bir sahnesidir.
Yaradan O’dur.
Sahne Kendisidir.
Oynayan ise yine çokluktaki Kendisidir.
Kendisini sever kendi bedenlerinde. Kendisini bilir kendi gözlerinde. Kendisini görür, bir diğeri olan kendisinin varlığında.

Çokluktan baktığımızda Tekliği de çokluk mantığıyla algılarız. Her şey karışıktır. Kaos vardır. İkilik ve nedenler bütün alemlerde silsileler halinde yayılır.
En rahat bakış Teklikten çokluğa bakmaktır. Burası merkezdir. Kendisidir. Her şey yolundadır. Mükemmeldir. Muhteşemdir.

Teklikten veya çokluktan bakmanın veya bakabilmenin, bir diğerine göre değerli veya değersiz olma durumu yoktur. Sadece farklı bir bakıştır. Bu bakışlara her alemde farklı değerler yüklenebilir. Bu bakışların birini değerli yapmaz.

Bakan aynı BAKIŞTIR. Gören aynı GÖRÜŞTÜR.

Her şey gelip geçtiğinde ve düşlerden bile silindiğinde, hatta yokluk bile yok olduğunda olmakta olan Nedir?


Yazan Nilgün Nart

OLMAKTA OLAN EL İNSAN

OLMAKTA OLAN EL İNSAN


İnsan Tanrı’nın sırrının sırrıdır…Mevlana
Tanrı’da El İnsanın sırrıdır.


İnsanoğlunun, Dünya gezegeninde ki milyon yıllık macerasının “anlamı” tüm ihtişamıyla görünüşe çıkmak üzere.

İlahi Düzenin ve Kozmik Birleşimlerin, çeşitli varlıklarla aktarmaya çalıştıkları, aslında anlatırken kendilerinin de her seferde, gözümüzün içine baka baka söyledikleri, her şeyin An’da gerçekleştiği ve çok basit olduğu ve sadece yapmamız gerekenin “Kendimiz olmak” olduğu bilgisi bir sır değildi.
Bu bilgilerden başka her şey sır olarak açıklandı. Sır, sırrın sır olamadığı, sır olmayanın sır olduğu, görülmeyenin ötesiydi. Sadece “bakışımızı” düzeltmemiz gerekiyordu.

“Kendiniz olun”, “Yüreğinizde Yaşayın”. Açık ve net bir mesajdı.
Fakat biz insanoğlu olarak yapmamız gerekenin veya başarmamız gerekenin daha karmaşık, daha gizemli daha planlı, daha zor olduğunu düşündük.

Yüksek teknolojileriyle, artık gök kubbemizde filolarıyla gözükmeye başlayan UFOların bilinmezliğinde, oldunuz geçtiniz derken nereye geldiğimiz bile bilmediğimiz bir uzayın ve ilahi düzlemin koyu karanlığından gelen çağrıların gizeminde kaybolduk. Yüksek planlara ve belirsizce bize biçilmiş kaderlere hapsolduk.
Nerden çıkacağız biz O’na.
O’na çıkmak için koyulmuştuk yola.
Yol planlara, yol kaderlere, yol cennete, yol meleklere, yol uzaylı kardeşlerimize çıkıyor, çıkıyor da, bir türlü “Kendimize” “O”na çıkmıyor gibiydi.

Her yol O’na çıkıyor diyorlardı.
Ama bir türlü O’na varamıyorduk.
Neden çünkü yol var ama biz yolda değildik.
Yol var ama biz kendimiz değildik.

Bütün bilgiler yolarımızı uzatıyor. Sona varırken başa döndürüyordu.

Sanki bir labirent. İçinde dönüp duruyorduk.
Sanki her şey sonsuz bir An’dı, İçinde olamadığımız.

Bütün Evrende ve ilahi Düzende bizi dolaştırdılar. Derelerden tepelerden aşırtılar. Düz ovalarda şaşırttılar.
Nereye gidiyorduk ki nereye varmayı bekledik?
Görünen köye kılavuz beklemekten yorulmadık mı?
Görünen köyün yolu mu olur, kılavuzumu olur?
Milyonlarca yıldır, Şimdi – Burada elimizde ve dimağımızda olan bilgilerle gidilebileceğimiz ve yükselebileceğimiz bir yer olduğuna inandık. Bilgileri o yere ve O’na varmak için kullandık. Bulunduğumuz realiteden kurtulmak ve belki de diğerlerini de kurtarmak için kullandık.
Kendimizi galaktik kimliklerimizle ve bize biçilen payelerle sınırladık. Bize sunulan planların içine koşulsuzca yerleştik.

Bu planların bilgilerin kaderlerin frekansların cennetlerin kurtuluşların hiç birisi bize ait değil.
Çünkü her varlık oluşum Evrende tek seferliktir ve benzersizdir. Ve her varlığın planı yüreğindedir. Malzeme aynıdır. Her varlığın ve oluşumun bu malzemeden yapacağı ve üreteceği “Var Oluş” kendisine özeldir.

Bilgilerin, mesajların, Bütünün hayrına olan desteklerin önünde huşu içinde eğiliriz ama yeter ki “kendimiz olalım” Yüreğimizde yaşayalım. Yüreğimize iman edelim. Yüreğimizde oturanın, diğer her Varlığın yüreğinde oturan Tanrı olduğunu unutmayalım.

Hiçbir yere gidemeyiz. Gidilecek hiçbir yer yok.
Hiçbir yere varamayız. Varılacak hiçbir yok.
Hiçbir yere çıkamayız. Çıkılacak bir yer yok.
Hiçbir yere yükselemeyiz. Yükselecek hiç bir “Yükseklik” yok.

Yapmamız gereken basitçe “Kendimiz” olmak. Sevgi olmak. Aşk olmak. Efendi olmak. Bütünlenmek. Dengelenmek.
Ve yüreğinizdekileri ihtişamla korkusuzca yaşamınızın ortasına saçıvermek.
Ve ışığı sevgiyi güzelliği; siz de ne varsa güzel olan, sevginin ve aşkın hatırı için güzelliğin tadı için yüreğinizden çıkarıp yeryüzüne işlemeniz ve yanımsanız. Hepsi bunu içindi.


Çünkü her şey şimdi burada dünyada oluyor. Dünyada yaşanmayan, yansıtılmayan, yeryüzüne işlenmeyen sevgi aşk ışık huzur başarı denge barış, kısaca güzel olan ne var ise insanoğlunda gerçek olamaz, tamamlanamaz, eksik kalır.

Ve Efendiler tamamlanabilir. Tamamlanmaya Efendi cesaret edebilir.
Efendi bütünlenir tamamlanır ve halkayı tamamlar. Ve Tanrısallığını, İnsan tadında yaşar. Yaşam onda olur ve o yaşamda olur. Ve Yaşam aziz olur.
Yaşam Efendi ile kutsanır.

Çünkü hepsinden gerçek olan sevgidir. ve yüreğinizdir.
Ve yüreğinizde hissettiklerinizdir. Gerisi bu gerçeği süsleyen hikayelerdir.
Bütün evrende her şey sevgi ve aşk için yaşanıyor. Çünkü Ruh Sevgidir. Aşktır. Sevgi ve Aşk aslına dönüyor. İlk manaya.
Ve siz sevgisiniz.
Ve Sevginin içindesiniz.


Ve İnsanoğlunun Efendi olabilmesi için; Nedenin Nedenini (sırrın sırrını) yazabilmesi veya görünüşe çıkarabilmesi için yüreğinin kitabını okuması ve sayfalarını tek tek dünya diline çevirmesi gerekiyor.

Nedenin Nedeni insanın yüreğinden doğacak ve bütün bir Evren için Devrimi gerçekleştirecek.

Evrendeki, Evrimi gerçekleştirecek olan, olmakta olan Devrim Tanrı’nın sırrının sırrıdır.
Ve “İnsan Tanrı’nın sırrının sırrıdır. Ve İlahi güzelliğin aynasıdır.”

Ve Tanrı’nın sırrının sırrı EL İNSAN’dır

Onun için dünya gezegeninde beden almak zordur.
Zorluk basit oluşundan, basitin yalınlığın ve sadeliğin bütün Evrende unutulmuş olmasındandır.
Basit olan her zaman gözden kaçandır. Çünkü basittir.

Muhteşem olan basit olandan çıkacak
Mükemmel olan, mükemmel olmayandan çıkacak
Önemli olan önemsiz olandan çıkacak
Çok anlamlı, yalın olandan çıkacak

Sistem veya Varlık kendini "İlk Yaratılıştan" yeniden modelleyerek yeniden doğuracak.
Bütün Evren Tanrının sırrının sırrıyla EL İNSAN oluşumundan yayılan bilgi ve Var oluş ile evrim geçirecek.
Evrim her zaman aslında ilk modele göre gerçekleşir.
Son olandan gerçekleşen Evrim değildir. Sadece son olanın başka bir versiyonudur. Ve dönüşümdür.
Yani dünya tanımlamasına göre Egonun makyaj tazelemesi gibi bir şeydir.

Evren doğurgan bir Evrendir. Her an kendini yeniden doğurmaktadır. ve Doğan önceden doğmuş olanla eşit haklara sahiptir. Ve oda doğuran gibidir. Olmakta Olandır.

İnsan Yüreği basitçe ve doğal olarak sevgiyi, aşkı, yüreği ruhu yeniden yaratacak yani yeni “Algılayışı” ve “Hissedişi”.
Her şey algı ve hissediştir. Yani Titreşimdir. Frekanstır.
Dünya bizim yansımamızsa.. ..
Bizde Evrenin bir yansımasıyız.

Mikro Kozmos olan El İnsan. Evrene yansıyacak.
Makro Kozmos sırdır. Mikro kozmosta sırdır.
Makro Kozmosun sırrı, Mikro Kozmosa yansımıştır.
Makro Kozmos (sır), Mikro Kozmosta (sır) görünüşe çıkacaktır.
Mikro Kozmos olan İnsanda görünüşe çıkacak olan (sır) EL İNSAN’dır
Sırrın sırrı EL İNSANdır.
Ve El İnsan İlahi Güzelliğin aynasıdır.

Ve 99 Esmaü’l Hüsna’nın son Hüsnası El İnsandır. Hüvedir.

“Kendini Bilen”, “Efendi” olan El İnsanda bütün Mikro Kozmosun kodları ve güzellikleri muhteşemlikleri vardır. El İnsanda bütün Kainatın en karanlıkları vardır.
El İnsan da her tohum vardır.

Geldiğiniz boyutlara dönemeyecek olma korkunuz, sizin içinizdeki tohumları ve onların manalarını biliyor olmanızdandır.
Kendinizi üstün görüyor olmanız, her bilginin sizde biliniyor olmasındandır.

Hiçbir yere dönemeyeceğiz. Çünkü bizler artık geldiğimiz “şey” ve “yer” değiliz. Hepsiyiz. Ama hiç birisiyiz.

Hatta bazen hiçbir şeye, Tanrı’ya bile güvenemiyor olmanız, terkedilmişlik hissi, El İnsanın Evrimi, sadeliği alçakgönüllü olmayı, şefkati uyumu dengeyi aşkı sevgiyi, hiçbir etki altında kalmadan, her şeyi bilerek ve aynı zamanda bilmeyerek seçecek ve yaşayacak olmasındandır.
Sorumsuzluğun, sorumluluğundayız.
Görevsizliğin, görevindeyiz.
Manasızlıkların, manalarındayız.

Önemli olanların, önemsizlerindeyiz.
Çok olanların, azlarındayız.
Karmaşanın, sadeliğindeyiz.

Omega Çıkış Kapısı insanın yüreğinde yaşama ve Kendisi olma Gücü, kararı, İradesi, Sevgisi, Aşkı ve Bilgeliğidir.

Ve tek yapmamız gereken; “Kendimizde”; bütün sadeliğimizde, sıradanlığımızda, yalınlığımızda, saf sevgimizde, net görüşümüzde, tek bilişimizde, her şeye mesafesiz yakınlığımızda, yıkılmaz Ruh duruşumuzda, dengede kalarak ve yüreğimize inanarak, koşulsuz Zarasız ve ihtiyaçsız olmaktır.

Ve bize verilmiş yaşam armağanını alarak ve kendimizi de yaşama armağan ederek; yaşamı İnsan tadında, insan onuruna yakışır bir şekilde yaşayabilmektir.
Ve daha azına asla ve asla razı olmamaktır.


Yazan Nilgün Nart

MUHTEŞEM İNSANLIK MEDENİYETİ

MUHTEŞEM İNSANLIK MEDENİYETİ



Ne zaman ki insanoğlu dünyaya hükmetmez, dünyanın ve diğerlerinin bir hizmetkarı olur sevinci coşkuyu tamamlanmayı diğerleriyle bütün olmakta ve hizmetin sevincinde bulur ise,

Ne zaman ki insanoğlu dünyayı zalimce tüketmekten ve yok etmekten vazgeçip, yeryüzünde yaptığı bütün pislikleri temizler ve gezegeni yüreğine alabilirse,

Ne zaman ki İnsanoğlu silahını savaş meydanlarından, savaşmanın mantıksızlığını ve yıkıcılığını görerek ve diğerleriyle kucaklaşarak terk eder ve bir daha asla dönmezse,

Ne zaman ki insanoğlu nefsinin aç gözünü maddeden çekerek ruhunun derinliklerine yönelterek, muhteşem insanlık medeniyetini ruhundan çekip çıkartabilirse,

Ne zaman ki İnsanoğlu geçmiş binyılların acı hesaplarını kapatır, sınırları yüreğinde eritir, yürüdüğü yolların çıkmaz sokaklarından dönebilirse,

Ne zaman ki Alemden ilham edilenleri yalnızca kendi ölümlü nefsi için kullanmayı bırakıp, diğerlerinin refahı huzuru ve mutluluğu için paylaşabilirse,

Ne zaman ki insanoğlu kendini tutsak eden toplumsal bilince ölüp tıpkı bir Anka kuşu gibi “Kendini” küllerinden yeniden bir İnsanoğlu olarak yaratabilirse,

İşte o zaman, İnsanoğlu medenileşir.



Hiçbir insan ve hiçbir ülke, diğer bir insanın ve dünyanın sefalet, korku, açlık, hastalık, savaş baskı altında yaşadığı bir dünyada, onunla aynı gezgeni paylaştığı ve yaşadığı sürece; ne medeni sayılır ne de uygar.

Medeniyet ve uygarlık; bir takım toplumların gurupların kişilerin zenginliği refahı ve yüksek teknolojisi demek değildir.

Uygarlık; topluluğu oluşturan varlıkların düşüncelerinde, yaşamlarında bir biri ile ilişkilerinde ve ürettikleri değerleri paylaşımlarında ve kullanma amaçlarında, üzerinde yaşadıkları gezegen ve Evrenle bütünleşmelerinde ne kadar bilinçlerinin gelişkin olduğu ile ilgilidir.

Medenileşmek, diğerleriyle, yaşamla, gezegenle, Evrenle ilgili “sorumluluk almak” demektir;
Sorumluluk almak, diğerlerini, Yaşamı- Gezegeni, Evreni de yükseltmek, yüceltmek ve tüm güzellikleri sevgiyle paylaşabilme Bilincidir.



Dünya gezegeninde;
Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için olabildiğimizde,
İnsan insan bilincine evrilebildiğimizde,
Muhteşem İnsanlık Medeniyetini yaratabildiğimizde
Herkes için bolluk sağlık sevgi aşk huzur içinde yaşama vakti geldiğinde
İnsan kardeşlerimizi de kendimiz gibi bildiğimizde
Vermenin Bilgeliğine ve sırrına erebildiğimizde,
İnsanlık olarak nefsimize ölüp, evrensel bir insanoğlu kimliğinde yeniden doğabildiğimizde
Karanlıkların savaşların yoksulluğun, acıların ayrılıkların, şiddetin, sefilliğin içine güneş gibi ışıyabildiğimizde
Şimdi – Burada her şeyi bir kenara bırakıp yalnızca sevgi için var olma ve sevgiden ve kendimizden daha azına ödün vermediğimizde medenileşebiliriz. Uygar bir İnsanlık medeniyetini gerçek kılabiliriz.

Bundan başka ne şekilde anlatılırsa anlatılsın ne yapılırsa yapılsın boştur. Acı bir düşün içinde oyalanıştır. Ve İnsanlığı oyalayıştır.


İnsanoğulları ve Kızları; kartal bakışlı, cesur yürekli melek yüzlü, iradesini, içindeki Kainatın gücünden alan, gözlerini sonsuzluğa çevirmiş, içine bin adımlık bir nefes çekerek kendini okyanusun sularına bırakmış, dimdik duran başıyla uzayın ufkuna bakan bir Efendi olarak Aşkın küllerinden yeniden doğmaya cesaret edebildiğinde medenileşiriz.


Yazan Nilgün Nart

EL İNSAN

EL İNSAN İnsan Tanrı’nın sırrının sırrıdır…Mevlana Tanrı’da El İnsanın sırrıdır. İnsanoğlunun, Dünya gezegeninde ki milyon yıllık macerasını...