11 Haziran 2010 Cuma

EL İNSAN

EL İNSAN


İnsan Tanrı’nın sırrının sırrıdır…Mevlana
Tanrı’da El İnsanın sırrıdır.


İnsanoğlunun, Dünya gezegeninde ki milyon yıllık macerasının “anlamı” tüm ihtişamıyla görünüşe çıkmak üzere.

İlahi Düzenin ve Kozmik Birleşimlerin, çeşitli varlıklarla aktarmaya çalıştıkları, aslında anlatırken kendilerinin de her seferde, gözümüzün içine baka baka söyledikleri, her şeyin An’da gerçekleştiği ve çok basit olduğu ve sadece yapmamız gerekenin “Kendimiz olmak” olduğu bilgisi bir sır değildi.
Bu bilgilerden başka her şey sır olarak açıklandı. Sır, sırrın sır olamadığı, sır olmayanın sır olduğu, görülmeyenin ötesiydi. Sadece “bakışımızı” düzeltmemiz gerekiyordu.

“Kendiniz olun”, “Yüreğinizde Yaşayın”. Açık ve net bir mesajdı.
Fakat biz insanoğlu olarak yapmamız gerekenin veya başarmamız gerekenin daha karmaşık, daha gizemli daha planlı, daha zor olduğunu düşündük.

Yüksek teknolojileriyle, artık gök kubbemizde filolarıyla gözükmeye başlayan UFOların bilinmezliğinde, oldunuz geçtiniz derken nereye geldiğimiz bile bilmediğimiz bir uzayın ve ilahi düzlemin koyu karanlığından gelen çağrıların gizeminde kaybolduk. Yüksek planlara ve belirsizce bize biçilmiş kaderlere hapsolduk.
Nerden çıkacağız biz O’na.
O’na çıkmak için koyulmuştuk yola.
Yol planlara, yol kaderlere, yol cennete, yol meleklere, yol uzaylı kardeşlerimize çıkıyor, çıkıyor da, bir türlü “Kendimize” “O”na çıkmıyor gibiydi.

Her yol O’na çıkıyor diyorlardı.
Ama bir türlü O’na varamıyorduk.
Neden çünkü yol var ama biz yolda değildik.
Yol var ama biz kendimiz değildik.

Bütün bilgiler yolarımızı uzatıyor. Sona varırken başa döndürüyordu.

Sanki bir labirent. İçinde dönüp duruyorduk.
Sanki her şey sonsuz bir An’dı, İçinde olamadığımız.

Bütün Evrende ve ilahi Düzende bizi dolaştırdılar. Derelerden tepelerden aşırtılar. Düz ovalarda şaşırttılar.
Nereye gidiyorduk ki nereye varmayı bekledik?
Görünen köye kılavuz beklemekten yorulmadık mı?
Görünen köyün yolu mu olur, kılavuzumu olur?
Milyonlarca yıldır, Şimdi – Burada elimizde ve dimağımızda olan bilgilerle gidilebileceğimiz ve yükselebileceğimiz bir yer olduğuna inandık. Bilgileri o yere ve O’na varmak için kullandık. Bulunduğumuz realiteden kurtulmak ve belki de diğerlerini de kurtarmak için kullandık.
Kendimizi galaktik kimliklerimizle ve bize biçilen payelerle sınırladık. Bize sunulan planların içine koşulsuzca yerleştik.

Bu planların bilgilerin kaderlerin frekansların cennetlerin kurtuluşların hiç birisi bize ait değil.
Çünkü her varlık oluşum Evrende tek seferliktir ve benzersizdir. Ve her varlığın planı yüreğindedir. Malzeme aynıdır. Her varlığın ve oluşumun bu malzemeden yapacağı ve üreteceği “Var Oluş” kendisine özeldir.

Bilgilerin, mesajların, Bütünün hayrına olan desteklerin önünde huşu içinde eğiliriz ama yeter ki “kendimiz olalım” Yüreğimizde yaşayalım. Yüreğimize iman edelim. Yüreğimizde oturanın, diğer her Varlığın yüreğinde oturan Tanrı olduğunu unutmayalım.

Hiçbir yere gidemeyiz. Gidilecek hiçbir yer yok.
Hiçbir yere varamayız. Varılacak hiçbir yok.
Hiçbir yere çıkamayız. Çıkılacak bir yer yok.
Hiçbir yere yükselemeyiz. Yükselecek hiç bir “Yükseklik” yok.

Yapmamız gereken basitçe “Kendimiz” olmak. Sevgi olmak. Aşk olmak. Efendi olmak. Bütünlenmek. Dengelenmek.
Ve yüreğinizdekileri ihtişamla korkusuzca yaşamınızın ortasına saçıvermek.
Ve ışığı sevgiyi güzelliği; siz de ne varsa güzel olan, sevginin ve aşkın hatırı için güzelliğin tadı için yüreğinizden çıkarıp yeryüzüne işlemeniz ve yanımsanız. Hepsi bunu içindi.


Çünkü her şey şimdi burada dünyada oluyor. Dünyada yaşanmayan, yansıtılmayan, yeryüzüne işlenmeyen sevgi aşk ışık huzur başarı denge barış, kısaca güzel olan ne var ise insanoğlunda gerçek olamaz, tamamlanamaz, eksik kalır.

Ve Efendiler tamamlanabilir. Tamamlanmaya Efendi cesaret edebilir.
Efendi bütünlenir tamamlanır ve halkayı tamamlar. Ve Tanrısallığını, İnsan tadında yaşar. Yaşam onda olur ve o yaşamda olur. Ve Yaşam aziz olur.
Yaşam Efendi ile kutsanır.

Çünkü hepsinden gerçek olan sevgidir. ve yüreğinizdir.
Ve yüreğinizde hissettiklerinizdir. Gerisi bu gerçeği süsleyen hikayelerdir.
Bütün evrende her şey sevgi ve aşk için yaşanıyor. Çünkü Ruh Sevgidir. Aşktır. Sevgi ve Aşk aslına dönüyor. İlk manaya.
Ve siz sevgisiniz.
Ve Sevginin içindesiniz.


Ve İnsanoğlunun Efendi olabilmesi için; Nedenin Nedenini (sırrın sırrını) yazabilmesi veya görünüşe çıkarabilmesi için yüreğinin kitabını okuması ve sayfalarını tek tek dünya diline çevirmesi gerekiyor.

Nedenin Nedeni insanın yüreğinden doğacak ve bütün bir Evren için Devrimi gerçekleştirecek.

Evrendeki, Evrimi gerçekleştirecek olan, olmakta olan Devrim Tanrı’nın sırrının sırrıdır.
Ve “İnsan Tanrı’nın sırrının sırrıdır. Ve İlahi güzelliğin aynasıdır.”

Ve Tanrı’nın sırrının sırrı EL İNSAN’dır

Onun için dünya gezegeninde beden almak zordur.
Zorluk basit oluşundan, basitin yalınlığın ve sadeliğin bütün Evrende unutulmuş olmasındandır.
Basit olan her zaman gözden kaçandır. Çünkü basittir.

Muhteşem olan basit olandan çıkacak
Mükemmel olan, mükemmel olmayandan çıkacak
Önemli olan önemsiz olandan çıkacak
Çok anlamlı, yalın olandan çıkacak

Sistem veya Varlık kendini "İlk Yaratılıştan" yeniden modelleyerek yeniden doğuracak.
Bütün Evren Tanrının sırrının sırrıyla EL İNSAN oluşumundan yayılan bilgi ve Var oluş ile evrim geçirecek.
Evrim her zaman aslında ilk modele göre gerçekleşir.
Son olandan gerçekleşen Evrim değildir. Sadece son olanın başka bir versiyonudur. Ve dönüşümdür.
Yani dünya tanımlamasına göre Egonun makyaj tazelemesi gibi bir şeydir.

Evren doğurgan bir Evrendir. Her an kendini yeniden doğurmaktadır. ve Doğan önceden doğmuş olanla eşit haklara sahiptir. Ve oda doğuran gibidir. Olmakta Olandır.

İnsan Yüreği basitçe ve doğal olarak sevgiyi, aşkı, yüreği ruhu yeniden yaratacak yani yeni “Algılayışı” ve “Hissedişi”.
Her şey algı ve hissediştir. Yani Titreşimdir. Frekanstır.
Dünya bizim yansımamızsa.. ..
Bizde Evrenin bir yansımasıyız.

Mikro Kozmos olan El İnsan. Evrene yansıyacak.
Makro Kozmos sırdır. Mikro kozmosta sırdır.
Makro Kozmosun sırrı, Mikro Kozmosa yansımıştır.
Makro Kozmos (sır), Mikro Kozmosta (sır) görünüşe çıkacaktır.
Mikro Kozmos olan İnsanda görünüşe çıkacak olan (sır) EL İNSAN’dır
Sırrın sırrı EL İNSANdır.
Ve El İnsan İlahi Güzelliğin aynasıdır.

Ve 99 Esmaü’l Hüsna’nın son Hüsnası El İnsandır. Hüvedir.

“Kendini Bilen”, “Efendi” olan El İnsanda bütün Mikro Kozmosun kodları ve güzellikleri muhteşemlikleri vardır. El İnsanda bütün Kainatın en karanlıkları vardır.
El İnsan da her tohum vardır.

Geldiğiniz boyutlara dönemeyecek olma korkunuz, sizin içinizdeki tohumları ve onların manalarını biliyor olmanızdandır.
Kendinizi üstün görüyor olmanız, her bilginin sizde biliniyor olmasındandır.

Hiçbir yere dönemeyeceğiz. Çünkü bizler artık geldiğimiz “şey” ve “yer” değiliz. Hepsiyiz. Ama hiç birisiyiz.

Hatta bazen hiçbir şeye, Tanrı’ya bile güvenemiyor olmanız, terkedilmişlik hissi, El İnsanın Evrimi, sadeliği alçakgönüllü olmayı, şefkati uyumu dengeyi aşkı sevgiyi, hiçbir etki altında kalmadan, her şeyi bilerek ve aynı zamanda bilmeyerek seçecek ve yaşayacak olmasındandır.
Sorumsuzluğun, sorumluluğundayız.
Görevsizliğin, görevindeyiz.
Manasızlıkların, manalarındayız.

Önemli olanların, önemsizlerindeyiz.
Çok olanların, azlarındayız.
Karmaşanın, sadeliğindeyiz.

Omega Çıkış Kapısı insanın yüreğinde yaşama ve Kendisi olma Gücü, kararı, İradesi, Sevgisi, Aşkı ve Bilgeliğidir.

Ve tek yapmamız gereken; “Kendimizde”; bütün sadeliğimizde, sıradanlığımızda, yalınlığımızda, saf sevgimizde, net görüşümüzde, tek bilişimizde, her şeye mesafesiz yakınlığımızda, yıkılmaz Ruh duruşumuzda, dengede kalarak ve yüreğimize inanarak, koşulsuz Zarasız ve ihtiyaçsız olmaktır.

Ve bize verilmiş yaşam armağanını alarak ve kendimizi de yaşama armağan ederek; yaşamı İnsan tadında, insan onuruna yakışır bir şekilde yaşayabilmektir.
Ve daha azına asla ve asla razı olmamaktır.


Yazan Nilgün Nart
Eylül 2007 İstanbul /Turkiye

2 Mart 2009 Pazartesi

KADİM DOSTLARA -Hatırlayın- Her şey Yol'unda

KADİM DOSTLARA -Hatırlayın-

Aydınlanma Yol’unda yürüyen Dostların; galaktik momentte uzun süreden beri daha da derin manalarına yol alarak ilerlediğimiz düzlemlerin ışık yoğunluğundan dolayı sarsılmaları, yalnızlaşmaları, bitmeyen çaresizlik hisleri ile mücadeleleri, içinde dolanıp durduğu ve ne yapacağını bilemediği kaybolmuşluğu, devam eder görünen yoksulluğu ve yoksunluğu; neredeyse “bıçak kemiğe dayandı” gidecek neresi ve yapacak ne kaldı “sanrı uçurumlarına” düşmelerine neden olmakta.

Dostlar için “düşmek”- “umudunu yitirmek” - “yönünü şaşırmak”; “kendinin” doğasına güven kaybından ve İlahi Kaynağa duyulan hayal kırıklığından başka bir şey değildir. Aslında Tek’likten bakıldığında hepsi sanrıdan başka bir şey Ol’mayan ama çokluk Alemlerinden bakıldığında varlık için “Kendinin Kurtuluşu” olabilecek çok önemli bir parçanızın sizin fiziksel aleme çıkan kimliğinizle birlikte ölmesidir. Ve bu ölüm düşleyebileceğiniz ölümlerden en gerçek Ol’Anıdır.

Geçmişten fırtına gibi eserek, gelecekten kartal gibi süzülerek “Şimdi Burada” zamanına demirleyen dostlar çeşitli dünyasal nedenlerle İlahi doğalarına güvenlerini yitirdiklerinde; “Kaybolurlar”.
Kaybolmak; ışık Ol’An “kendini” kaybetmektir. Bağlantıyı yitirmektir.

İnsanlar ışıkta kaybolamazlar. Işıkta her yer ayan beyandır.
İnsanlar ancak ve ancak karanlıkta veya alacakaranlık kuşaklarında kaybolabilir.
Hatırlayın Einstein küçük hikayesinde ne demişti? Karanlık; Işığın yokluğu değil miydi?
Nedeniniz dünyasal veya ahret ile ilgili; ne Ol’ursa Ol’sun; Işığın yokluğu; ilahi doğanıza imanı ve güveni kaybetmeye başladığınızın göstergesidir.

Hele ki şimdi bu zamanda çok daha fazla ışık yoğun ortamlara girdiğimiz ve daha da giderek yoğunlaşacak düzlemlere yol aldığımız momentlerde Ruhumuzun Duruşu’nda asalet içinde eylemde ve kalbimizin ışığında; aşk ve sevgiyle yaşama sarılmak ve yaşamı düşlediğimiz gibi gerçek kılmak var iken; etrafımızda yıkılan-çürüyen eski enerji kalıntılarının arasında ürkmüş küçük bir çocuk gibi kayboluyoruz. O’nun tarafından İnsan için biçilmiş “İlahi Kaftanı” kuşanmaya ilerlerken, eski enerjiler darmadağın etrafımızda yıkılacak. Her dağılmada yıkıntıların altında kalırsak nasıl ilerleyeceğiz bu toz duman arasında?
Evet yorulduk.
Etrafımızda olanları görmekten duymaktan ve deneyimlemekten yorulduk.
Bizi buradan kurtarıcıların, yada bizleri neyin kurtarmasını düşlüyorsak gelip çıkarmasını istiyoruz. Umutsuzca, ölümüne bir bekleyişe girdik.
Bu bekleyişin ismi Atalettir, Kadim Dostlarım.
Hatırlayın; Alemlerde ve Evrenlerde, Ataleti ve getirdiği karanlığı kırmak için evrim yapılmakta idi.
Yuvadan ayrılmıştık. Buralara gelmek için.
Çılgın bir özlemle “Yuvamızı” arıyoruz. Nihayet doyasıya sevileceğimiz, esirgeneceğimiz gözetileceğimiz ve huzur içinde Ol’acağımız.
Fakat bizlerin bildiği fiziksel anlamda veya öte Alem anlamında bize ayrılmış belli bir yuva yok aslında.

Bunu da biliyoruz.

Hatırlayın; “Gönlümüzde” yaşadığımız zaman her yer YUVAMIZ’dı.
Yuva; “Gönlümüzdü”.
Ve Şimdi Burada; yine her zamanki gibi Yuva Gönlümüzdür. Ve her şey Yol’undadır. Tıpkı her zamanki gibi.

Çünkü “O” ve yarattığı Sistem muhteşem.
Sonsuz Sınırsız Alemlerde nereye gidersek gidelim Bir’likte götüreceğimiz “Bir” Yuvamız var.
Her seferde “kendimizi” yeniden yaratmak “Ne Güzel”. Her şey ne kadar kolay ve “Kusursuz”.

“Kusursuzluk ve Muhteşemlik”; “İllüzyondan” dolayı şu An’da bizi ilgilendirmiyor olabilir, ama illüzyon Yol’u başa sardığımızın anlamına gelir. Yol’u başa sardığımızda, şimdiye kadar; yolda yürüyüşümüzden dolayı indirdiğimiz ışıktan ve “Kendimizde” açığa çıkardığımız bilginin sorumluluğundan azad edilemeyiz. Sorumluluk; “bilişine Ana be An erdiğiniz kendinizin” bilgisinde yaşama şeklidir. Halidir.
Bilmiyormuş gibi Ol’amayız. Yüksek boyutlara yaşamlarımızı kapayamayız. Yoklarmış gibi rutin yaşayamayız. Çünkü çok şey biliyoruz.
Şimdi bildiğimizin gereğini “eyleme” zamanımız.

Hatırlayın; ya korkuyla yaşarsınız, ya da sevgiyle yaşarsınız.
Korkuyla yaşadığınızda; gitmekte Ol’Ana ve eski çürümüş ağlara tutunmaktasınız. Eskiye tutunursanız (eski düşüncelere söylemlere eylemlere ve meyl ederseniz) tabiî ki düşersiniz.

Sevgiyle yaşadığınızda; gelmekte Ol’Anda yerinizi almaktasınız. Dünyada yaşanan ve özel yaşamlarınızda esen fırtınalara rağmen Ruhunuzun asaletinde durabilir, nedeninizi Aşk yapabilir ve Aşka hizalanabilirseniz yaşamınız hafifler ve kolaylaşır.

Hatırlayın; Fiziksel ve şimdi birleşen Öte Alemlerdeki; düşünsel sözel eylemsel hareket geçme nedeniniz; yalnızca “Sevgi” Ol’duğunda “Kendinizin” Efendisi ve Yol’da yürüyen kardeşlerinizin ve O’nun Dostu Ol’abilirsiniz.
Nedeniniz sevgi Ol’duğunda eylemin ismi Hizmettir. Bütün Alemlerde sevgi niyetinden çıkan eylemlere ve görünüşe Hizmet denir.

Hizmet etmek için; hizmet eyleminde Ol’mak korkunun, hesap ve kitap işlerini, kurtarma kurtarılma operasyonlarının ve önümüzdeki birkaç senede daha da çok göreceğimiz gibi günü kurtarma ve kendini iyi hissetmenin eşlik ettiği minik frekans artışlarının peşinde koşanların talibi olacağı ROLLERDİR. Ve eski sistemdir.

Bizler; şimdi burada sevgiyle “Var” olmak için varız.
Yaşamak için varız.

Bu nedenle Güzel Varlığınızın hatırına sevgiyle hatırlatıyorum.
Kurtarma ve kurtarılmayı bırakınız. Kurtarma ve kurtarılma güç ile ilgilidir. Kurtarmak ve kurtarılmayı istemek; derin Mana’da güç talep etmektir. Sizin de bildiğiniz gibi Allah her şeyin sahibi ve nedenidir.
Sahibi var ve nedeni iken, neden neyi kurtarabiliriz.
Veya hepsi basitçe Biz iken “neden” kurtulabiliriz.
Bir yerden sonra yanlışı da görebilmek gerek.
Sadece ve sadece; Allah’tan “Kendinizi” dileyiniz.
“Kendinizle” Bir’likte her şey gelecek.
Çünkü “Kendisi” her şeydir. Ve her şey O’dur.

Sadece güce sahip olmak istediğinizde (-) Alemlere Özgür İrade Yasası gereği hak doğar. Gelmek ve kendi deneyimini yaratmak için.

Güç istediğinizde “kendiniz” orada olamazsınız. Gücün sahibi de (-) de orada olur. Sizin vasıtanızla gücünü; sizin ve diğerlerinin üzerinde kullanmak için.
(güce hayran olmak ve istemek gücü çağırmaktır. Mesela tapmak ve tapınılmak gibi. Eski enerji bağımlılığıdır.) Güç orada olur ama “Siz” orada olamazsınız.
Sorumluluk Yasası gereği “Kendiniz” olma sorumluluğunu almadığınız için sorumluluğunuz sizin frekansınıza ve niyetlerinize göre etkileştiğiniz enerjiler tarafından alınır. Ve realitenizi bu güç alanları ile birlikte yaratırsınız. Artık etkileşime girdiğiniz güçler kuralları belirler, siz de basit bir oyuncu olarak oyunu oynarsınız. Bu tarz oyunda da birliktelikten bahsedilir veya birliktelik diye anılır ama bu birlik karanlığa götüren ve esir eden bir birliktir. “Kendisi” Yok Ol’ur.

Hatırlayın; (-) Alemin yükselme metodu obsesyondur. Kısaca etki altında bırakma ve özgür iradeye müdahaledir. Obsesyon ile genişler; kontrol altına alarak yükselir ve korku ile büyürler. Alan ve hacim veya boyut genişletirler. Hakim olurlar. Hakim oldukları alanda; savaş, zulum, yoksulluk, sefalet, açlık, ölüm, hastalık vardır. (-) Alemin karanlığıdır. Işığın Ol’madığı alemlerdir. (-) Bilgileri anlaşılamazdır. Bilgiler ikna ediciliğini karmaşık sunumundan ve gücünü yaydığı korkunun baskısından alır. Bilgileri alabileceğinden fazla vererek ve tam ve bütün bilgiyi eksik vererek sistemin ışığını kırarlar. Maksatları can enerjisini kontrol altında tutarak büyümek ve Özgür İrade yasası gereği kendisi ile birlikte (-) ve bilerek veya bilmeyerek talep oluşturanların deneyim sahasını yaratarak negatif kutbu tutmaktır.

(+) Alemin Yüceleri taşın altına sizinle birlikte el koyup ( benzetmek gerekirse) dünyada veya Alemlerde birlikte yürürler. Özgürleştirerek yükselmeye ve yansıyarak hatırlatmaya hizmet ederler.
Güneş gibidirler.
Nasıl ki güneşin görünüşe çıkardığı cümle aleme bakarken ışığı fark etmezseniz Onları da fark edemezsiniz. Ama bir şekilde onların Ol’duğu her yer aydınlıktır ve alenen ışıktır. Ve açıklıktır. Endişeye ve ikiliğe fırsat bırakmayacak kadar Nettirler. Ne ise O’dur.

(+)Alemlerin Bir’liğinin NEDENİ sevgidir. Sizi “Kendinizin” Hakikatine çıkarır. Ve (+) Alem; aslına rucu ettiği için Hakikat Ol’ur. Hakikat Ol’arak anılır.
Çünkü Alemlerin nedeni sevgidir.
Ve sevgi basitçe güneş gibi ışıyandır, O’dur.
Aslında “Hepsi” O’dur. Aslında hiçbirisi de değildir. Anlatılmaz Ol’Andır.
Maksat sizin ne Ol’mak istediğinizdir. Farkındalığınızdır.
O; ayrı ayrı sever kendini her yarattığının kendisi Ol’duğunu bilerek.
Hepsi sevgilidir ezelden ebede O’na, hazinelerinde ve Ol’uşlarında.
Hazinelerinin ve Ol’uşlarının hepsi O’nun; Kendini kendinde yitirişinde ve tekrar hatırlayışının bilgisinde saklıdır.

Hatırlayın; yeter ki ne seçildiğinin ve nereye gidildiğinin ve ne yaratıldığının farkına varılsın. Hepsi de pekaladır.

Kadim Dost; eonlarca süren uzun yürüyüşünde sonra “Kendisi” Ol’muş ise; hala dünyadadır ama bir dünyalı gibi DEĞİLDİR.

Dünyalı gibi Ol’mamak üçüncü boyut realitesinde olmamaktır. Mücadeleyi, kurban bilincini, kader kavramlarını-sorgulamasını, negatif besinleri (her türlü fiziksel zihinsel duygusal ve ruhsal besinleri), yargılamayı, dedikoduyu ve arayışı ve kavramlarını; bırakmış Ol’mak anlamına gelir.

Bırakmak; ancak ve ancak “KAVRAYIŞ” ile mümkündür.

Kavrayış; mana okyanusunda; derinleşme- genişleme- içselleşmek ve ne kavranıyorsa; kavranan bilgiyi kapsamak anlamına gelir.
Kapsamak sahip Ol’mak demek değildir. Kapsamak ruhen bilmektir. Biliştir. Ruhen bilmek; kapsadığı “şeylerin” doğasına nufuz edebilme etki edebilme ve Neden Ol’ma gücüne ermektir.

Bir şey ya kavranmıştır, yada kavranmamıştır. Biraz kavramak veya çok kavramak diye bir hal söz konusu değildir. Kavrayış eylemi de içine aldığından idrakten farklıdır.
İdrak etmiş Ol’abilirsiniz bazı şeyleri ama idrak ettiğiniz bilginin kavrayışında değilseniz; dünyanız toz duman Ol’duğunda illüzyona düşebilirsiniz.

Sevgiyle yazıyorum Kadim Dost; Bir’likte sevgiyle ışığa yürüyense Işığın Eylemindedir. Eylemleri sevgidendir. Işıyandır. Sessizce “Kendine” Yürüyendir. Aşkınlığı “Kendinedir”.
Ve bu yürüyüş yeterlidir. Evren sonsuzdur. Potansiyeller ve imkanlar sınırsızdır.
Hayatınızda ve dünyanızda neler olursa Ol’sun siz “Kendinize” yürümeye devam ediniz.
Kendinize yürümeniz her An’da Sevgiye ve Aşka hizalanarak yürümenizdir.

Hatırlayın “Kendinize” yürümeye devam ettiğiniz sürece asla kaybolamazsınız.

Bu nedenle; Dostların yüreğinde ve varlığında sevgiyi ve yaşamı var edelim ki kaybolmayalım. Dostlarımız Biz’i aydınlatan Işığımız Ol’sun.

Yaşamınıza; NEŞEnin, SEVGİnin AŞKın, BAHAR SEVİNCİ ile dolmasını ve TAŞMASINI diliyorum.
Geceniz AYDINLIK, Gönlünüz AŞK, Hatırlayışınız SİZ Ol'sun.

Nilgün Nart
02.03.2009 İstanbul/Türkiye

25 Mart 2008 Salı

SEN, İN’S’AN OL’AN KADİM DOST

SEN, İN’S’AN OL’AN KADİM DOST

“Yol”undan dönen ve ataletin pençesinde kıvranan “Kadim Dostlara” sevgiyle atfedilmiştir.

“Sen” aydınlanmış olarak dünyaya gelen Yaradan’ın kendi suretinde yarattığı ve tüm kainatları Tek hücrene yerleştirdiği cümle sırları sana, senin Ruhuna fısıldadığı, Alemlerin uyansın diye gözünün içine baktığı, O’nun kendisini içine sakladığı en değerli hazinesi, “sensin” İNSAN-Kadim Dost.
Hatırla kendini; Kim ve Ne Ol’duğunu ve Şimdi Burada niçin bulunduğunu.
Gör artık dünyayı ve sana Olmakta OL’ANı olduğu gibi
Milyonlarca yıldır oynanan oyunları,
Ruhuna örtülen örtüleri,
Yüzüne taktığın maskeleri,
Kendi yarattığın cehennemleri

Uyan, uyan ki çekip gitsin artık karanlıklar

Bütün Alemin parmağı insanı, “seni” gösterirken, “sen” “sen” her şey sende derken ……
İnsanoğlunun; nasıl kurtulurum, kapağı nereye atsam da zarar görmesem, nasıl aydınlansam, kimlerin, hangi yücelerin, sistemlerin, kitapların himayesine girsem, nereye kayıt olsam, hangi kula el pençe divan olsam da sığınsam, hangi enerjiye uyulmansam, hangi dünya ve ahret “nimetine” tutunsam da başıma bir dert gelmeden cehennemlerde sonsuz zamanlar boyunca yanmaktan kurtulsam diye dolanıp durması traji komodiden, absürtlükten, karanlığa hizmet edenlere yalakalıktan, sefillikten, cehaletten başka bir şey değildir.

İnsanoğlunun kuantum sıçramasının son momentinde yaşadığı hayal kırıklığı ve bu ilahi hayal kırıklığından etrafına saçılan öfke kıskançlık zalimlik yalnızlık çaresizlik karanlık akıl almaz boyutlardadır. İlahi hayal kırıklığı ve küskünlük içinde olanlardan ortaya çıkan acı ve keder, normal uyuyan insana göre dünyanın etrafına bin misli sarılmakta ve karanlığa hizmet etmektedir.

Yollara düştük kendimizi bulmak için; binlerce kitap okuduk, güya akaşik kayıtları temizledik, arındık, ilahi alemden çeşit türlü enerjiler indirdik, sağa sola şifa yolladık, yalvardık yakardık. Ne oldu sonunda “Spritüel Balon” patladı.
Sanırım bütün bu çalışmaları bırakıp, içimize yürüdüğümüz yolun bir yerinden sonra “Yolun” kendisi OL’mayı unuttuk.
İçimize yürüdüğümüz “Yol” dönüşü OL’mayan bir yoldur gelinen momentte.

Geriye dönmek çürümektir. Ölmektir. Tutsaklıktır.

Tutsaklıktan gerçek anlamda kurtulmak istiyorsanız; arkanıza hiç bakmadan sadece ilerleyiniz. Bütün bıraktığınız gemileri, tutunduğunuz zihnin dallarını ve gerekçelerini ayırt etme kılıcınızla kesiniz.
Yolunuzun kendisi ve Eylemin kendisi OL’unuz.
Hiç bir şey için hayıflanmayınız, acımayınız emeklerinize, basitçe bırakınız gitsinler. Hepsinin arkasında bizleri eski paradigmaya bağlayan korkularımız bulunmakta ve illuzyonu sürdürmektedir.
Hiçbirisine tamah etmeyiniz.
Bazen bir An gelir insanın kendisini de bağışlaması gerekir. Kendinizi sonsuza kadar bağışlayınız. Ve seviniz.
Seviniz ki içinizdeki “O” yücelsin ve görünüşe çıksın.
Hasat mevsimidir. Varlığınızın hayrı için; Kendi kendinizi hasat ediniz.
KENDİSİNE HAYRI OLMAYAN İnsanın hiç kimseye “hayrı” OL’amaz.

Bütün Alemlerde ve Evrenlerde Birtanecik ve yeğane OL’duğunuzu unutmayınız.

Artık hazırsınız. Yürüdüğünüz yoldaki bütün bilgiler her varlığın Tekbaşına kaldığı şu An’larda kullanmak içindi.
Rüzgarlar daha da şiddetlenecek, fırtınalar daha da çoğalacak, kaoslar dört bir yanımızda baş döndürücü bir hızla dönecek.
Bu An’larda hangi enerji çalışmasını yapacaksınız, O’ndan, kendinizden başka kime sığınacaksınız. Kime kayıtlanacak, kime kurtarması için yalvaracaksınız.
Her insan, her Alem, her Evren; Yücesinden, meleğine, toz zerresinden iblisine kadar kendi geçişini yapıyor olacak.
El elde baş başta olacak.
Sadece ve basitçe “Siz” “Tekbaşına” olacaksınız. Elimizi kaosun üzerine ve karanlığa salladığımızda hiçbir şey çekip gitmeyecek.Yok olmayacak. İnsan gibi dünya toprağında olmanın gereği neyse onu yerine getireceğiz. Sevgiyle şefkatle yaşamın dünya toprağında “Gerçek Çiçeğini” açmasına kol kanat gereceğiz ve Şimdi Burada Sevgi Eyleminde ve merkezimizde duracağız.

Son kez Güzel Varlığınızın hatırına sevgiyle hatırlatıyor ve yansıyorum.
Bir yerde kayıtlanmak var ise birileri sizi bir yere kayıtlıyorsa biliniz ki ilahi gücünüz ve Varoluşa “İnsan” gibi çıkma hakkınız elinizden alınıyor.

Sizi kayıtlayan, kodlayan, enerjilere bağımlı hale getiren her ne ve kim ise; gücünüze ve sizin içinizde, düşünüzde gerçek olarak üretilmeye ihtiyacı var demektir. Yani var olmak için ihtiyaç hissetmekte demektir.
Her Alemin (+,-) Yüceleri vardır.
(+)Alemin Yücelerinin dünyaya inmeleri gerekmez. Adı üstünde Alemin Efendileridir. Ve onlar sadece bizimle birlikte Alemlerde birlikte yürürler. Varlıklarını fark etmezsiniz bile.
(-)Alemin Yüceleri yeryüzüne inerler ve insanlığın DNA si ile oynayıp kodlarlar. Ruhlarda kayıt yaparlar teknolojilerini kullanarak. İnsanı sanrılar içinde bırakırlar.
Her Alemin karanlığı, nefsi kendinedir. Yüce OL’AN kayıt peşinde kodlama peşinde koşmaz. Derdinde ise hiç olmaz. Dünyaya inmez. Dünyada bütünlük aramaz. Bütünlenmeye çalışmaz. Zaten tam ve bütündür.

Kayıt derdinde kod derdinde olan yüce Dünyaya inerse ve dünyada kayıt yapmaya etki alanını ve enerji alanını genişletmeye çalışıyorsa bu o yücenin kendi kendine yetemediğini, ihtiyaç içinde olduğunu gösterir. İhtiyaç içinde olan zararsız olamaz. İhtiyaç içinde olan zarar verme kapasitesinde olan ve ihtiyacından dolayı gücü eline geçirmeye çalışandır.
Ve kayıt ve kod derdinde olan yüce dünyaya inerse veya insanla birleşmeye çalışırsa İnsanoğlunu da dünyadan indirir.

İnsan yeter ki “İNSAN” olduğunu bilsin başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.
Ne kayıta ne kurtarılmaya ne tapmaya ve de tapınılmaya.
Ruh manyetizasyonunu ( Ben Varlığını) gerçekleştirme yolunda olan bir varlığın O’na ve kendisine iman etmekten başka hiç bir şeye bir yere ait olmaya veya kayıtlanmaya ihtiyacı yoktur.
Kayıtlanmak, bütünlüğe katılmak (terimler ve oyunları) tamamen zihnin, Ruhsal dünyayı da kendi paradigmasıyla görüp aklı-sıra bütünlemeye düzenlemeye ve anlamaya, dolayısıyla Tanrıcılık ve Birlik oyunu oynamaya çalışmasından ve birilerine “yem” olmasından başka bir şey değildir.

Her varlık Tek ve Bütündür. Bir başkası veya başka oluşum tarafından bütünlenmeye tamamlanmaya ihtiyacı yoktur.
Mesele işbirliği birlikte hareket ve yansıma ise tamamdır. Her varlığın bütün ve tam olduğu yerde zaten Bir’lik bilinci kendiliğinden oluşan Bütünlenme Yasasıyla işlerlik kazanır.

Kayıtlanmak Bütün Ol’mak demek değildir.
Siz bütünlenmeye katılamazsınız.
Siz tam ve bütün olduğunuzda Bütünlük Yasası kendiliğinden işlemeye başlar Bir ve Bütün OL’ursunuz.
“Kendi” “kendinizle” Bir ve Bütün OL’ursunuz.

Bütünlük oluşturmak için yapabileceğiniz hiçbir şey, hiçbir kayıt yoktur.
Tek yapmanız gereken Kendi içinizde tam ve Bütün Ol’manızdır. Gerisi kendiliğinden oluşacaktır.

Evrensel Yasalar OL’uş haline göre kendiliğinden devreye girerler.
Zihin ve zihnin taşıdığını sandığı hiçbir bilgi bu yasaları hareket geçiremez.
Evrensel Yasaları hareket geçiren “Kalbin” “Gönül Dergahınızdaki Ben’in” (eğer gönül dergahındaki Ben OL’muşsanız sizin) elinizdedir.

Çünkü Evrensel Yasaları hareket geçirmek için belirli bir güç uygulamak gerekir.
Güç bildiğimiz anlamda ne dünyasal ne zihinsel ne de başka bir şeydir.
Evrensel yasaların tanıdığı bir tek güç vardır Sevginin Gücüdür.
Siz ne kadar sevgiyseniz o kadar kendinizsinizdir.
O kadar Koşulsuz Zarasız ve İhtiyaçsız.

Ve frekansınız buna bağlı olarak yüksektir. Bu frekans (Sevginin Gücü) Evrenin fonudur. Temelidir. Ve Evrensel Yasalar varoluşsal yasalardır. Varlığı görünüşe çıkaran yasalardır.
Bu nedenle ne kadar sevginin gücünü olduğunuza göre harekete geçerler.
Ve size kendilerini bilinir ve anlaşılır kılarlar. Ki siz yasalar ile Bütünün hayrı doğrultusunda bilinçli olarak yüreğinizdekileri yaratabilesiniz diye.

Çünkü Siz Gönül Dergahındaysanız, Gönül dergahındaki “Ben” iseniz; O ve siz Bir’sinizdir.
Evrensel Yasalar için “Kendisi” OL’AN “O”nun hatırı ve sizin hatırınız, arzunuz nedeniniz Bir’dir. Aşkın ve sevginin tıpkı Bir’liğinizdeki gibi fiziksel Alemde de görünüşe çıkmasıdır.
Dünyada cenneti yaratmaktır.
“Kendisi” cennettir.
“Kendisinden” Gönül dergahından başka bir yerde cenneti arayan, başka hiç bir yerde cenneti göremez bulamaz.
Cehennem; “Kendinden”, Varlığının “Nedeninden” “O’ndan” bihaber olmaktır.
Gerçekten de tam bir cehennemdir. Tıpkı şu An’da dünyada insanoğluna olmakta OL’AN gibidir.
Kendinden bihaber OL’mak; Şimdi Burada korkuda, endişede, sefillikte, yoksullukta, acizlikte, ikilikte, yargıda, yalanda, ihanette, acıda, kederde, cehalette, karanlıkta kalmak ve karanlığı çoğaltmaktır. Ve çoğalmasına vesile olmaktır.

İnsanoğlunun yüreğine açılan bütün karanlık kapıların kapatılması İnsanoğlunun hayrınadır. Karanlık kapıların kapatılması sizi korkutan, Ruhunuzu inciten ve sizi sevgiden ayrı tutan her şeyi istisnasız yaşamlarınızdan sevgiyle salıvermenizdir.
Halen aydınlanmaya, halen arınmaya, halen enerjilere uyumlanmaya çalışıyorsanız biliniz ki “Kendinizden” ayrısınız. Ayrı olduğunuz illuzyonundasınız. Helen “kendiniz” ile siz arasında mesafe var.
“Kendiniz” ile sizin aranızda, mesafe varsa halen arayış içindeyseniz aranıza karanlık kapılardan çok şey sızar ve sizi gelmekte OL’An yeni enerji akımlarında ve momentte kaosun içine savurur.

An’da yaratım başlamıştır. Ama dünyaya ve gönüllerimize açılan karanlık kapılarda henüz kapatılamamıştır. Çünkü “kendini” hatırlayışların yoğunlaştığı An’larda hatırlayışla beraber, hatırlayışın diğer yüzünde yapışık ikizi OL’An “atalet” de birlikte gelmektedir yeryüzüne. Bu kaçınılmazdır. Atalet karanlığın kapılarını sonsuza kadar kapatmanıza engel olmaktadır.
Yapılması gereken Olmakta OL’Ana teslimiyet , sevgiyle salıverme, dengelenme ve bilgiyle ve sevgiyle An’da eyleme geçmektir.
Eylemsiz teslimiyet atalettir.
Teslimiyette evrendeki her şey gibi paradoksladır. Şimdi Burada dünyada Olmakta OL’An savaş zülüm acı sefillik, cahillik ve acizliktir. Aynı zamanda Şimdi Burada Olmakta OL’An yeni barışın huzurun sevginin aşkın dünyasıdır . İkisi de görünüştür.
İlk Görünüş (Sefilliğin acizliğin dünyası) gitmekte OL’Andır. Vardır illuzyondur.
Sizlerin korkularınızla acılarınızla ve bunları her An’da seçmenizle ve ataletinizle kendini var kılmaya devam etmektedir.

İkinci Görünüş (barışın sevginin dünyası) gelmekte OL’Andır. Vardır ve “Gerçektir.” Yüreğinizi korkusuzca gerçek kılmanızla ve An’da ne kadar yüreğinizde yaşadığınız ve bunun için eyleme geçme iradenizle bağlantılı olarak gerçek OL’maktadır.

Dengede Teslimiyet yargılamadan OL’Anı kabul etmek ve odağımızı kötüden çekip iyiyi sevgiyi ışığı içimizde çoğaltarak An’da eyleme geçmek ve ışığı yeryüzüne fiziksel eylemle ve tüm boyutlardaki merkezlenmemizle yeryüzüne işlemektir. Sevgiyle “Eylemin Kendisi” OL’maktır.

İnsanoğlu dünya sisteminden ve fiziksel Alemden sağ selamet Efendi olarak çikabildiğinde; Alemleri seyreyleyecek ve hatırlamadığımız sonsuz zamanlar boyunca insanoğlunun kaydını tuta tuta gücünü emenlerin ve Evrenleri de karıştıranların defterini sonsuz kadar, Aşkın ve Sevginin hatırı için sevgiyle, aşkla bilgiyle ve bilgeliğiyle “dürecek” olandır.

Yeter ki “Ne” OL’duğuna UYANSIN.

Kadim Dost; ayırt etme yeteneğinden, yüreğinden başka hiç bir şeye ve hiçbir kimseye inanma ve güvenme.
Hatırla; Evrende tek güvence ve sonsuzluğa çıkan “Yol”; “Kendini” hatırlamaktır ve bilmektir.

Üzme, yorma Ruhunu; bırak gitsin hepsini, hiçbirisi bize ait değildi, Biz OL’An Şimdi Burada.

Bilgiyle ve Sevgiyle
Yazan Nilgün Nart
25.03.2008 / İstanbul

14 Ocak 2008 Pazartesi

YENİ BAŞLANGIÇLAR

YENİ BAŞLANGIÇLAR


Her sabah güneş yeniden doğuyor, yağmurlar yağıyor, mevsimler birbiri ardına hızla gelip geçiyor, gece gündüzü-gündüz geceyi kovalıyor. Yaşamlarımıza bakıyoruz sanki oda aynı gibi. Aynı yeknesak işler, sorunlar, alışılmış sevinçler, yıpranmış sözcükler, yorgun kalpler, gerçekleşme umudu tükenmiş hayaller, neyi beklediğimizi bilemediğimiz sessiz “bekleyişimiz”.

Yıllardır dünya ve ülkemizin gündeminde olanlar, bir de bizim şahsi ve ruhsal gündemimizde olanlar hepimizi bir noktaya kadar getirdi.
Çok şeyleri bıraktık, terk ettik, bir yoldaydık ve basitçe bilebildiğimiz kadarı ile yürüdük. Çünkü bizi içten içe bu yolda yürüten bir Düşümüz vardı.
Artık huzurda, bollukta, şifada, sevgide, özgürlükte ve barışta olmak istiyorduk. Ve bunun herkes için gerçek olmasını istiyorduk.

Bir sabah kalkacaktık ve dünyaya sihirli bir değnek değmişçesine dünya ve yaşamlarımız değişecekti. Her şey düşlerimizdeki gibi olacaktı. Biz OL’muş olacaktık. Ve dünyayı da OL’durmuş olacaktık. Dualarımızla, meditasyonlarımızla, yogamızla, seromonilerimizle ve belki de iyi dileklerimizle.
Her sabah aynı umutla uyanıyoruz.
Ve bakıyoruz ki yine herşey yerli yerinde.
Yeni Başlangıçta başladı.
Neden yine aynı herşey?

Görünüşte aynı gibi ama aslında hiç bir şey aynı değil. Dünya “Görüşümüzün” yüzyıllık alışkanlığı gözlerimizden silinmek üzere.
Son bir gayret ve son bir adım.
Eğer seçersek; son kez, sonsuza kadar sürecek bir dengelenmeye gelebilir ve merkezlenebiliriz. Ve "Yeni Başlangıçtayız”.

Herşey son kez aynı gözüküyor. Son kez direniyor yaşamlarımızda “aynıyı” devam ettirmek için.

Aynı olması mümkün değil. Çünkü bizler aynı kişi değiliz.
Yapmamız gereken sebatla ve sabırla yeni olanın üzerine odaklanmak ve vazgeçmemek.
İradeyle, aşkla sevgiyle yüreğimizin sesine kulak vermek ve yaratmak. Ve azına asla asla razı olmamak.

Asıl yaratım zamanı şimdi başladı. Kadersel An’lar yaratım zamanını da birlikte açar.
Kadersel An içinde kendine özel zamanı ve mekanı taşır.
Kadersel An’ın içinde; değiştirilmek istenen ile ilgili çok yüksek potansiyeller vardır.
Daha doğrusu Yüksek Potansiyellerin, ayaklarını bizim bulunduğunuz zamana ve mekana demirlediği ve ortaya çıkışının da An meselesi olduğu anlamına gelir.
Ve bizim irade ve aşkla yüreğinizde kalarak yenide (deneyimlemek istediklerimizde) odaklanmamız süreyi ya kısaltır veya uzatır- duruma göre çözer.

Yüreğimizdekiler; vizyonlarımız, düşlerimiz önemlidir.
Çünkü “Yeni Başlangıcın” oluşum yeridir.
Fiziksel alemin görünüşü ne olursa olsun yüreğimizde durmamız ve kendimizi yeniden küllerimizden doğurmamız gereken yer burasıdır. Eğer isteniyor ve seçiliyorsa.
Ve eğer halen kendimize ne değişti dünyada veya yaşantımızda diye soruyorsak; Sevginin –Aşkın hatırı için kendimize, içimize bakabilme cesaretini bir kez daha Ruhumuzun Asaletinde bulabilmeliyiz.
Eğer seçersek yapmamız gereken; son kez, “Yüreğimize” sonsuz bir imanla sarılabiliriz.
Değişen insan eskinin kurallarından özgürleşebilir.
Ve şimdi bizler Özgürüz.
Eskinin kurallarından özgürleşmek insanın aslına rucu etmesidir.

İnsanoğlu Şimdi Burada artık özgür olduğu için Düşünü gerçek kılabilir.
Ve yüreğinden yarattığı vizyonla; Düşünü gerçek kılacak sistemleri ve kuralları yeniden yaratabilir. Ve değişim gerçekleşir. Çünkü İnsan değişmiştir.
Kurallar ve sistemler vizyonu yaratamaz. Vizyonu, İnsan yaratabilir.

Değişimin iki yönü vardır. İleriye veya geriye doğruda olabilir.
O An da olduğu durumdan İleriye olan genişleyen yükselen değişim; “değişimdir”. Yansıması mutluluk özgürlük sevinç, coşku düzendir. Ve bizler şimdi dünyanın yüzyıllık alışılmış görünüşüne rağmen yüreğimizde sevgide ve aşktayız. Çünkü değiştik.
Geriye olan, daralan düşen, değişim; “tükenişdir”. Yansıması acı tutsaklık üzüntü çöküntü ve kargaşadır. Ve eski olan “görünüş”, sistem tükeniştedir. Çünkü bitiyor. Sönüyor.

Değişim zordu ve kendimizi yol boyunca yalnız hissettik.
Çünkü her birimiz Toplumsal Bilincin “Görünüşünden” değişenler; bizler; o An’da içinde bulunduğumuz sistemin veya kuralların etkisinde olanların gözünde Asiydik. Çünkü var olan düzene uyamıyorduk.
“Kendisi” olmak yüzyıllarca dünya gezegeninde tehlike olarak algılanmıştı. Çünkü düzen ve sistemden beslenenler için tehditti. Ve tehlikeydi. Ve tehlike her zaman için ateşti.
Ve Ateş yanar. Etrafında ateş olmayanları da basitçe yakar.
Sessiz ve yalnız yapılan bir yürüyüştür.
Asi OL’An Tekbaşınadır.
Diğerleri için varolan düzende belki maddi manevi her şeyini kaybeder gözüküyorken, seçimiyle “Yeni Başlangıçta” çoktan kazanmıştır.
Kazandığı; “Kendisidir”.
“Kendisi” O’dur.
Ve “O” hazinenin kendisidir.
Asilik insanın içinde “kendisi” olma gücünü, besler. Buradan doğan meleke “cesarettir”. Ve cesaret her zaman için Yeni Başlangıçların biletidir.

Asilik; yüreğin asiliği olduğunda “Asilliktir”. Sevgiyi, özgürlüğü, barışı, paylaşımı, huzuru görünüşe çıkartır. Yaşam, yaşam OL’ur. Aziz OL’ur.
Asilik; nefsin (zihnin) asiliği olduğunda Sefilliktir. Acıyı, ayrılığı, savaşı, açgözlülüğü görünüşe çıkartır. Yaşam, zulum olur. Yok olur.

Asillik; yine kendisi OL’An değişimin içindeki değişmeyen “Sevgidir”. “Kendisinin” sevgisidir.
Aslının Sevgisi ve Aşkıdır.
Kendisine OL’An sadakatidir.

“Kendisi”; herkese ve her şeye rağmen Sevgide ve Aşkta kalarak ve An’da seçerek Asilleşir.
Ve Efendi OL’ur. Efendiler asildir. Çünkü asidir.
Sisteme, kalıplara, tanımlamalara, görünüşlere, zincirlere, maskelere, kişilere geçmişe ve geleceğe, olaylara ve kişilere bağımlı değillerdir.
Yürekte yaşarlar ve kanun her zaman Kalbin – Sevginin kanunları ve düzenidir.
Çünkü herkesin ve her şeyin yüreğinde “O” oturmaktadır.
herkes “O” Tek Kalp’tedir.
Ve kalbin kanunları herkes ve herşey için aynı hassaslık, sevgi ve aşkla işler. Ve akar. Herkes ve herşey, bilsin veya bilmesin sevilir korunur ve gözetilir. Alabildiğimiz kadarı ile.

Şimdi Burada; Yeni Başlangıçta; Insanoglunun yureginde yankilanmasi ve her hucresinde cinlamasi dileğimle sevgiyle yazıyorum.
İnsanın ilacı İnsandır.
İnsanın Çaresi yine İnsandır.
Ve güzel OL’An da Şimdi Burada budur.

Çünkü O İnsan’dadır. İnsan’da O’ndadır.
Ve O “Kendisidir”. Ve bizler “Kendimizin” sonsuz hatırlayışlarındayız. Her An’da başka bir derinlikte ve manadayız.
Dünya gezegeninde; dert, savaş zulum, hastalık, ölüm, ayrılık, sefillik, talan, yalan-dolan olabilir. Görünüştür.
Fakat Dünya gezegeninde; sevgi, aşk, yaşam, şifa, mutluluk, huzur, başarı bolluk ve Rahmet de vardır. Gerçektir.
Dert de biziz, çare de biziz. Savaşta biziz, barışta biziz. Nefret de biziz, sevgide biziz.

“Kendimizi” unuttukça dert, acı, nefret, ayrılık oluyoruz. Savaş oluyoruz.
“Kendimizi” hatırladıkça sevgi, aşk çare, barış, Rahmet OL’uyoruz. Aşk OL’uyoruz
Aşk, Sevgi, Huzur, Bereket, Başarı, Şifa, Barış Özgürlük ve Birlik “Gerçektir”.
Yeter ki “Kendimizi” sevgiyle sonsuz hatırlayışımızda OL’alım.
Ve “Kendimizi” “Gerçek” kılalım.


Yazan Nilgün Nart / 14.01.2008

31 Aralık 2007 Pazartesi

BEYAZ KARTAL.......Ebedi Sevgiliye

BEYAZ KARTAL......Ebedi Sevgiliye

Çığlık çığlığa
Gözleri sabitlenmiş hedefine
Kanatları dünyanın üzerinde
Hışımla çırpıyor
Ebedi bir Günün Şafağına

Pençelerinde
İnsanlığın maskeleri
Ve binyıllık sefalet

Kanatlarında
Özgürlük ve Asalet
Aşk Sevgi ve Nezaket

Kendi Gerçeğimize
Efendiliğimiz için
Beyaz Kartalız

Nilgün Nart 25/12/2007

24 Kasım 2007 Cumartesi

MATRİXİN MASKELERİ – VAROLUŞU DİNLEMEK

MATRİXİN MASKELERİ – VAROLUŞU DİNLEMEK


2008 senesi; Matrix filminde Leo’nun, Morfeustan kırmızı ve mavi hapı alarak hangisini içeceğine karar vereceği bir zamana benzemektedir.

Mavi hapı içerek, hangi düşte yaşıyorsa o düşün içinde kalarak gerçeği bilmeden geçirilen ve yaşandığı sanılan bir “yaşam” olacaktır. Leo’nun karar anından öce bu yaşamda tıpkı gerçek gibi yaşanmaktadır. Fakat bir şeyler eksiktir. Aslında bir şeyin eksikliği de her şeyin eksikliğidir. Çok Standard, yapay, sıradan bir yaşamdır. Belki de yaşandığı sanılan yaşam için bunlar yeterlidir. Bir de insanın içinde garip zamanlarda tıpkı Leo’nun gördüğü zamansız düşler gibi, yaşadığı eşzamanlılıklar gibi ve içinde hiç susmayan bir ses olmasa aslında her şey yolunda gibidir.

Veya Leo kırmızı hapı içerek iilluzyondan ve sahteden sonsuza kadar uyanacaktır. İçini kemiren o sesin gerçekliğini nihayet eline geçirme ve onu bilme, gerçeğin ne olup olmadığını görme şansı ona sunulmaktadır. Kırmızı hapla sunulan gerçek diye nitelenen bilinmeye değerdir. Ve kırmızı hap içilmeden de asla bilinemeyecek olandır.

Ve Leo seçimini yapar. Kırmızı hapı içer. İllüzyon olan yaşamda bin kez ölmektense gerçek yaşamda, gerçeği bilerek illüzyon yaşama bir kez ölmeyi seçer. Ve Efendi olur. Kaderini gerçekleştirir.

Şimdi Burada bizim de ne olacağımızı ve buradan nereye gideceğimizi seçeceğimiz ve Kaderimizi gerçekleştireceğimiz gibi.

Gerçek mi İlluzyon mu?
Mavi hap mı kırmızı hap mı?

Bizim realitemizde kırmızı veya mavi hapımız yok ama maskelerimiz var.
Bizim seçimimiz maskelerimizi bırakacak mıyız veya bırakmayacak mıyız seçimi olacak.

Neden maske takarız?
Homosapiens doğamızın bize armağanı olan birlikte fiziksel yaşamdan güç doğar eğiliminden, felsefeye, oradan da kemikleşmiş ve hapishaneye dönüşmüş sistemler yarattık.
Ve zaman içersinde nufus kalabalıklaştı toplumsal bilinç karmaşıklaştı.

Şimdi bizler farkında olmadan kurduğumuz sistemler içinde hem kendimiz bir mahkumuz hem de diğerlerinin hapishanesiyiz.

Bu hapishane öyle bir hapishanedir ki tamamen Matrixteki gibi sanal bir yerdir. Ve yeri de zihinlerimizin içindedir.
Eğer bizler, kendi elimizle yarattığımız Toplumsal Bilinç Matrixinin içindeysek neyi neden yaptığımızın, kim olduğumuzun, ne istediğimizin önemi yoktur. Yüzlerce yılın birikimi bir “Birlikte Yaşayış Modeli” meydana gelmiştir. Ve her yeni doğan varlık bu sistemin içine doğar ve bu sistemi zihninde modeller. Diğerleri gibi sistemin bir dişlisi olur. (eğitimler, birlikte yaşayışın getirdiği kurallar, bağımlılıklar v.s) Ve sistemi beslemeye devam eder. Sistemi besleyenler ve sistemden beslenenler aynı düzenin içindedir. Tek bir farkla. Sistemi besleyenler kitleler veya sürülerdir. Nerede olduklarının ve neye hizmet ettiklerinin farkında değillerdir. Kurallara uyanlar ve sefalet içinde yaşayanlardır. Sistemden beslenenler seçilmiş olduğunu sanan sahte cennetlerin, sahte tanrısal Egolarıdır. Ne yaptıklarını ve neye hizmet ettiklerini bilirler. Kuralları koyanlar, acıya sefalete savaşa neden olanlardır.

Maskeler, bu Matrixin içinde kalmaya devam etmek için; ihtiyacımız olarak betimlenen ve zihnimize işlenen psikolojik, sosyolojik, ekonomik vs ihtiyaçlarımız olduğunu zannettiğimiz “şeyleri” karşılamak için takılır.

Matrix Hapishanesinin halkı artıkça sistem karmaşıklaşır, Riskler artar ve çıkarlar tehlikeye girer. Kişilerin maskeleri çoğalır. Çünkü konumu ( sahte kralın küçük cennetini) ve “şeyleri” korumak için daha fazla oyun çevirmek, daha fazla egosal marifet gerekir.

Maskeler çoğaldıkça ve takma süreleri uzadıkça içimizde küçülür, büzülürüz. Bazen de yok oluruz. İşte bu An kendimizi tanıyamadığımız An’dır.
İnsanın “kendine” yabancılaştığı ve anlamsızlığın içimize çöktüğü An’dır.
Çünkü her şey maddidir ve sahtedir. İçimizde küçülen bunu bilmektedir. Bir şey eksiktir. O bir şey de aslında her şeydir. Maddi manevi her şeyi birbirine bağlayan ve birlikte durmasının nedeni olan “Sevgi” eksiktir. Mana eksiktir.
İnsanın gerçeği mana aleminde olduğundan arayışı, genişlemesi, mutluluğu da de manen olmaktadır.

İnsanın kendisi sevgidir. İnsanın kendisine yabancılaştığı an sevgiden uzaklaştığı andır.

Çünkü maskelerimiz o kadar kalındır ki, içinden ruhumuz (sevgi) asla yansıyamaz.
Ve “Sevgi” Güneştir. Güneşin olmadığı yer alacakaranlık kuşağıdır. Bazen de zifiri karanlık gecedir.
Ruh Güneşinin, Sevginin olmadığı her yer buz keser.
Tıpkı güneş olmadığında bitkilerin büyüyemeyeceği, yaşamın hiçbir türünün gelişemeyeceği gibi.

Ruhun-Sevginin tıpkı bir güneş gibi ışımadığı yerde de ( Toplumsal Bilinc Matrixinde); İlişkiler donuktur, işler verimsizdir, sözler anlamsızdır, bakışlar sönüktür, kısaca yaşam her birimizin içinde An be An ölmektedir. Yansıma yoktur.

Dünyanın bu kadar karanlık olmasına şaşmamak gerek.

Her şey fiziksel alemden, dışardan bakıldığında yolunda görünse bile, var olan her şey içten içe çökmektedir. Çöküntü içerden geldiği için, insan görsel ağırlıklı olduğu, yüzyıllardan beri gördüğü her şeyin bundan ibaret olduğuna inandığı veya inandırıldığı için yıkımın nereden geldiğini fark etmez bile.


Her şey birden bire olur.
Her şey kararır. Kararır.
Yaşam işte bu Anlarda ayağımıza bir pranga gibi dolanır.
Nefes alamayız. Aklımız karışık içimiz korku doludur.
Adeta ölüyoruzdur sevgisizlikten. Herkes aynı şeyi arar “Güneşi”.
Arayış depreştiğinde kuvvetlice maskenin ardına iteleriz. Sistemin ve matrixin içinde “böyle gelmiş böyle gider” der ve kalmaya devam ederiz. Hapishane psikolojisi doğar. Güvenli sandığımız bölgelerde ölü yaşamlarımız olur.

Hapishaneden çıkmanın bir yolu vardır. İçerden gelen bir şok veya maskede bir kırılma, çıkış yolumuzu hazırlayabilir. Bu bir Lutufdur.

Şoklar içimizde biriktirdiklerimize göre güzel ve iyi olarak bize gelir. Her ikisi de bilene göre, Yaradan’ın bir latifesidir. Çünkü karşılığında çıkış “yoluna” koyuluruz. Gidecek başka kapımız kalmaz. Şoku aldığımız An’daki “Görüş” hapishaneyi bir anda yerle bir eder. Her şey açıkça anlamsız saçma ve boşunadır.
İyi şoklardan en muhteşemi “Aşktır”. Kötü şoklardan en acısı "canımız gibi sevdiklerimizi sonsuza kadar kaybetmektir”. (Ne ekersek onu biçeriz. Aslında ekmek iki taraflıdır. Ama hasat tek seferde yapılır.)

Hapishaneden topluca çıkmanın yolu da gezegenin geçtiği galaktik bölgelerdeki kozmik döngülerin evrimleştirici yüksek ışınımlarıdır.
Bunlar Kaderseldir.
Evrim vakti geldiğinde Kozmik döngüye girilir. Kozmik döngüye girildiğinde evrimleşilir. İkisi birlikte olur.
Ve Tek’in Evrenleri ve Alemleri kendi kendinde, spirallendirerek yaşamı Sonsuz Sınırsız şekillerde – hallerde var edişidir. Yaratışıdır.

Bu nedenle Dünyamızın galaktik düzlemde geldiği momentten “Şekil” yaratılmıştır Varlığın Kendinde (fiziksel alemde görünüşe çıkmak).
Şimdi Burada, Kozmik Döngüde olmakta olan Varlığın “Kendini”(Hal-OL’mak) Kendinde (Şekil içinde) yaratışıdır (maddeye inişidir).

Bu momentte dört mevsim bahardır.

Bu nedenle İnsanoğlunun ikinci baharı beklemeden, dört mevsim baharda Değişim geçirerek Evrimini gerçekleştirmesi Kaderseldir. Bu kader İnsanoğlunun tanrısal hakkıdır. Tabiî ki bilinçli olarak her birey kendi için veya İnsanlığın hepsi için Tanrısal kaderi seçerse. Gezegendeki Özgür İrade Yasası gereği varlıkların seçimleri sonsuz ve sınırsızdır. Sonun sonu da her zaman sınırsız seçimlerden biridir. Ve her seçim gibi olasılık dahilindedir.

Gelinen zamanların doğasından Gezegenimize yağmakta ola Rahmet de sonsuz ve sınırsızdır. Her şok bir lutufdur. Lutfu da nasıl alacağı İnsanoğlunun seçimine kalmıştır.

Matrixin içinde bulunmamızdan ve taktığımız maskelerden doğan stres, endişe, korku, hırs, kibir, öfke, yargılama vs gibi duygular bedenlerimizde kasılmalar neden olmaktadır. Çünkü içimizde doğmakta OL’anın basıncı artmıştır.

Bedenimiz kasıldığında; DNA mızda kasılmakta ve büzülmektedir. DNA mızdaki kasılma ve büzülme Kozmik Döngünün momentinin içindeki ışınımları alamamasına neden olur.
Ve DNA momentin ışıklarını (bilgileri) alamadığı için bedeni “”Gelmekte olan Evrim için” dönüştüremez ve düzenleyemez Çünkü ne yapması gerektiğini bilemez.

Maskelerimizi çıkardığımızda doğal halimize döneriz. DNA mız orijinal esnekliğine ve salınımına kavuşur. Alması gereken evrimleştirici ışınımları (bilgileri) alır ve değişimini lutufla gerçekleştirir.

Bizler DNA mızda tutuğumuz ışık kadar ( fiziksel karşılıkları, neşe huzur sevgi aşk v.s) değişiriz. DNA mızda topladığımız ışık veya hayatımızdaki neşe huzur sevgi aşk bizlerin yaratım enerjisidir. Yaratımlarımızı ateşleyendir-pişirendir. Yüreğimizde “kendimiz” için yaşamak istediğimiz ne var ise bunlarda, deneyim modellerimiz ve şablonlarımızdır. DNA mızda tutuğumuz ışık miktarına göre ( neşe huzur sevgi aşk) modellerimiz ve şablonlarımızda aynı anda yüksek titreşimlerin modellerine dönüşür. Deneyimlerimizde daha çok sevinç, daha çok coşku ve neşe olması gibi. Yaşamın kendisinden alınan tadın ve lezzetin artarak değişmesidir.

Öfke, hırs, kibir, acı, korku içindeysek ( yüreğimize ne ektiysek) ve bu duyguları taşıyorsak DNA mızdaki kasılmadan dolayı ışınımı yeterli miktarda alamayız. Yüreğimizdeki modeller de düşük titreşimin modelleri olur. Ve bu modellerde yaşayacağımız gene korku sefalet acı hırs ve öfkedir. Döngü ektra şokla kırılır
( yüreğimize ektiğimize göre uygun şoku çekeriz).

Evrenden gelen Kozmik Işınımlar, Kainatın yaratılışında DNA mıza kodlanmış bilgileri açacak anahtardır.
Tek yapmamız gereken maskelerimizi çıkarmaktır. Maskelerimizi çıkarmaktan başka hiçbir şeye ihtiyacımız yoktur. Sahte-illuzyon ( karanlığı-ağır titreşimleri) olanı bıraktığımızda güneş doğabilir. Evren gerisini halledecektir.

Evrenden gelen Kozmik Işınımlar sonsuz bir hiçlikte (Nirvanada) dağılıp gitmek için değildir. Beyin kapasitemizin veya DNA mızın kodlarının hepsi açılmamıştır. Beyin kapasitemizin daha % 10 nu kullanabiliyoruz.
Geriye kalan kapasitemizin %90 ı değişimimiz sonucu gelen evrimle birlikte kullanılmak üzere bizi bekliyor.
Evren Hiçlikte ( Nirvanada) dağılıp gidecek bir var oluşa bu kadar yüksek bir yaratım yüklemez.
DNA larımızda görünüşe çıkmayı bekleyen yaratımlar vardır. Bu sonsuz bir süreçtir. Sonu olmadığı içinde varışı yoktur.
Her An Yolda olmak gibidir

Evren muhteşem bir sistemdir. Ve aşağısı nasılsa yukarısı da öyledir.
Kozmik Işınımlar; Kozmik Kalbin içindeki Evrenlerin ve Alemlerin yaratım modellerini ateşler. Model spiraldir.
Spiral; Kozmik Kalbin, Evrimde-Tekamülde olmasını Murad etiğidir.


Tıplı İnsanın yüreğinde kendisi için ne yaşamak istediğini Murad etmesi gibidir.


Kozmik Döngüler, Kozmik Kalbin ritmidir. Her seferde yükselir ve genişler.

Tıpkı insanın nefes alıp verdiğinde kalbin genişlemesi – yükselmesi gibidir.

Her Kozmik Döngü (nefes) yeni bir yaratımdır. Her Nefes ( kozmik döngü) yeniden var olmaktır.
An’da Ol’maktır. An’da eskiye ölmek yeniye doğmaktır. Her An yeni bir farkındalıktır. Yeni bir genişliktir. Yeni bir Yüksekliktir.

Kozmik Döngü ( Nefes) = AN; Sonsuz yekpare zamandaki sonsuz bir An’dır. Sonsuz bir Var oluştur. Tamdır Bütündür ve Tek’tir. Her şeyden münezzehdir.
Kendini kendinde, sınırsızca sonsuz zamanlar boyunca aşkla sevgiyle döndürür. Sema etmek gibidir.
Neşedir.

Tıpkı insanların her An’da yeniden var oldukları, Tam, Bütün ve Tek oldukları gibi.
Ne geçmiş ne gelecek. An’da var olmanın dayanılmaz hafifliği gibi. Her şeyden özgür olmak gibi. Kendini kendinde yeniden yaratmak, halden hale girmek gibi. Sema etmek gibidir. An’da Ol’mak
Neşedir.

Bu nedenle “Aydınlanmak” oldum bitti meselesi değildir.
Aydınlanmak An’da OL’dum meslesidir. An’ın içine aydınlanılabilir. Bu o An’ın aydınlığıdır. Bilgisidir. Farkındalığıdır.
Farkındalığın arttığı An’daki bir diğer derinlik ve anlam (Aydınlık) bizi beklemektedir. Her An’da yeni olmamız bundan dolayıdır. O An’daki bilgiyi veya aydınlığı OL’uruz veya OL’mayız bu bizim seçimimizdir.

Her şey, “Değişim” An’da gerçekleşir. Bilgi ve Işınım An’dadır.

An’daki bilgiyi - aydınlığı alamadığımız zaman (Şimdi Burada olamadığımızda), An’ların getirdiği tortuları (anılar, deneyimler ve bunlardan doğan acıları kederler korkulardır. Bunların malzemesinden savunma duvarları örer ve maskeler yaratırız ve hikayelerimizi oluştururuz) yüreğimizde bir sonraki An’a birlikte taşırız. Ta ki halledip bu acının kederin e olduğunu anlayıp bırakana kadar. Veya bu acıları kederleri taşımaya doyamayız bir sonraki yaşamlara, yine yaşam dersi olarak aktarırız.

An’da yaşamak her şeyden kopuk bağımsız olmak vur patlasın çal oynasın demek de değildir.
Evrendeki; Özgür İrade ve Çekim Yasası, sonsuz sınırsız bir Alemde, her An’da yeniden “Varoluşu" ve “Nedenlerini” yerinde tutan ve devamını sağlayan yasalardır.
An’da yaşamak; Sonsuz Sınırsız bir Var oluşta, “Kendi Selametinin” Sorumluluğudur.
Bireyselleşen, genişleyen bir bilinçte Varlığını tanıma, yaşama ve Var olmanın hazzına sevincine yeniden yeniden ermedir.
Bireyselleşmek” Ben Ben’im” varlığıdır. Çünkü “Ben” bilir biriktirmeyi. Biriktirdiklerine çarparak tanır Bilinmeyeni. “Ben*” olmayınca; Bilinmeyen bilinemez. Tanınma, yaşama ve “Varlık” gerçekleşemez.

Yeni Yaratım her birimizin yüreğinden çıkacak “Kendimizdir”. Efendidir. Yeter ki O’na yol açalım.

Neşe, huzur, coşku, bereket, sevgi, aşk olmaktan kısaca aslımız, “Kendimiz” olmaktan korkmamalıyız. Neşemizin sevgimizin bereketimizin başarımızın aşkımızın bedeli yine aşk sevgi başarı bereket huzur olacaktır.

Yeter ki cesur bir iradeyle niyetlerimizin seçimlerimizin başında nöbet tutalım.

Matrixin Maskelerini terk edip, Varoluşumuzun Sesini dinlemek için yüreğimize iman etmemiz, bizi İnsanlık olarak selamete çıkaracak ve her şeyi Dengeleyecektir.


Yazan Nilgün Nart .....22/11/2007

19 Kasım 2007 Pazartesi

İNSAN GİBİ İNSAN – Dünya Sahnesi

İNSAN GİBİ İNSAN – Dünya Sahnesi


“Yola” koyulmuş, çağların değişiminin estirdiği fırtınada savrulan, aydınlığın ve karanlığın gerçek savaşının Şimdi – Burada, içimizde ve dışımızda her yer ve her An’da olduğunun bilincinde olan ve “Seçimleriyle” (Sevgi veya korku) din kitaplarında yüzyıllardır anlatılan “Sırat Köprüsünde” yürüyen ve “Dünya Mahşerinde” olduğunun farkında olan herkes “Efendi” olmanın savaşını veriyor.

“Kendisi”, diğerleri ve dünya için “Varlığının” nasıl olması gerektiğinin seçiyor.

Savaş yeri her İnsanın “Kalbi”.
Savaş meydanı her “olgu”.
Savaş silahı her “sözcük” her “materyal”.

“Kendi Yüreğine Giden Yola Koyulanlar” ve “Sessizce Yürüyenler”; çağlardan beri Şimdi Burada, yaşanan bu kaosun tam orta yerine tıpkı bir güneş gibi sevgiyle doğmak için yürüdüler.
Dünyadaki hayatları boyunca Şimdi Burada her yere sevgiyle akmak için, yaşam nehrinde sevgiyle büyütüldüler

Bütün Alemler, Dünya sahnesine doğacak ve Alemlere rahmet olacak “Efendileri” beklemekte.

Homosapiensin taşıdığı “İnsan Hayvan Bilinci” Dünya gezegeninden gitmek üzeredir.
Henüz gitmemiştir.
Hala pılısını pırtısını toplamaya çalışırken, son oyunlarını da giderayak döktürmektedir.

Dünyasal evrim gereği hayvan-insan doğasının etkisi altında olduğumuz Bilinçten, İnsan-İnsan Bilincine geçiş yapmak üzereyiz.

Ve yüreğine “Sessizce Yürüyen Efendiler; bu gezegene, Homosapiensi ve onunla birlikte karanlığın enerjilerini yolculamak için gelenlerdir.
Yeryüzünde yüz binlerce yıldır süren vahşetin, acının, sefilliğin, ayrılığın, savaşın ve Alemlerde süren “Enerji alarak veya aşağıya indirerek” sürdürülen oyunun son perde kapanışını “Dünya Sahnesinde” yaparak yeni bir çağı başlatmak için buradalar.

“Gönül Dergahına Yürüyenler”; Dünyada olmakta olanlara taraf olursa, galeyana gelirse, dengede ve merkezinde duramayarak; homosapiensin son döktürdüğü oyunlarda figüran rollerini kapmaya çalışırsa, son vermeye geldiğimiz dualite oyununu bitirebilir miyiz?

Homosapiens ve temsil ettiği karanlık enerjiler; “Çağların Değişiminin” son dakikasında sergiledikleri oyunlarında, gerçekmiş izlenimi yaratarak, sizin de bu oyunda gönüllü olarak rol almanız için ellerinden gelen her şeyi yaparak, gücünüzü sizden “Efendiden” almaya çalışmaktalar.

Maksatları; gelmekte olanı, sizde tecelli etmeye başlamış olanı, bölmek, sindirmek, bir tarafta bırakmak ve merkezinden oynatmaktır.

Çünkü siz oyuna katılırsanız eski tas eski hamam her şey olduğu gibi yeni adıyla ama eski içeriği ve replikleriyle devam edecektir.
Ve şimdiye kadar dualite oyunu ile beslenerek semirenler bellidir. Ve bu yeryüzünden gitmesi gereken “şeydir”.

Sizler oyuna katılırsanız, “gücün tadı damağında kalanlar” büyük bir iştahla son lokmayı da midelerine indirecektir.

Sistemden semirenler, bölmenin ve taraf olmanın kefesine, kendi sinsi hesaplarında son hamleye sakladıkları öyle ağırlıklar koymaktadırlar ki, sizle sizi karşı karşıya bırakmaktadırlar.
Bütün bunlar değil zihnimizi, yüreğimizi bulandırmaktadır.
Her yer toz dumandır. Tam bir yangın ve mahşer yeridir yüreğimiz.

Sizin yüreğiniz nasılsa, dünyada öyledir. Tam da hissettiğiniz gibidir.

Siz dengelenemezseniz, siz merkezlenemezseniz, siz sevgi olamazsanız, siz kendiniz ve diğerleri için seçmiş olduğunuz “Geçeğinizde” duramazsanız, başka kim durabilir?
Dünyada daha yola koyulmamış hangi canlar buna dayanabilir?

Quantum Sıçrayışını gerçekleştiren dünyayı ve İnsanoğlunu zor “durumlar” ve “An’lar” beklemektedir.
Kimine göre “kıyam”, kimine göre “kıyamet” olacak “Anlar” gelmiştir.
Kiminin kıyameti, kiminin de kıyamıdır.

“Efendiler”; kıyam mı edecek; ayağa kalkarak “Kendisi” “Gerçeği” ve “Sevgimi” olacak, yoksa taraf olarak, ateşe körükle giderek, galeyana gelerek kıyametin orta yerinde mi duracak?

Her ikisi de pekaladır. İki seçimde kutsaldır. Yeter ki ne seçildiğinin farkında olunsun.
Farkındalık ve bilinç her şeydir.
Yolunuz ve içinize yaptığınız “Sessiz Yürüyüş” öyle bir “Yürüyüştür” ki; her An öldüğünüz nefsinizden yeni bir “Efendinin” “Kendinizin” canını yaratmakla alakalıdır. Yaşamı ve Varlığınızı, kısaca siz olan dünyayı veya kaosu nasıl ve niçin yapılandıracağınız ve nasıl ve niçin yaşayacağınız ile alakalıdır.

Bu toz dumanın alev alev yananın içinde her şey aynıdır. Materyaller, sözcükler, araçlar, nedenler, sonlar, başlangıçlar.
Nerede duracaksınız?
Nereden başlayacaksınız?
Ne için yapacaksınız bütün bunları?

Sevgi ve Aşk için. Güzelliğin doğası için. Ruhunuzun asaleti için. İnsan tadında ve insan onuruna yakışır bir şekilde bu dünyada yaşamak için. Siz, diğerleri ve Dünya için.
Yüreğinizde her şey olan “Kendinizi”, “Efendiyi” bu dünyada gerçek kılmak için.

Şimdi - Burada tam zamanı.
Çok kolaydır her şey sütlimanken “Sevgi” olmak. Merkezde durmak. Dengede olmak.
Ve çok zordur Şimdi Burada tam savaşın ortasında, ateşin içinde denge olmak. Sevgi ve farkındalık olmak. Ama tam da zamanıdır OL’manın.
Çünkü her zaman için demir tavında dövülür

Yüreğinizden, Sevgiden, Güzellikten, Huzurdan oluşturacağınız zeminden, bu merkezden ayrılmadan ve dengede kalarak, aynı görünen şeyleri, dünya toplumsal bilinçliliğinin çamurundan savaş alanından alarak ve temizleyerek ve sevgi yükleyerek ve tekrardan tekrardan her An’da bu temizliği ve yerleştirme işlemini yaparak “Kendimiz” OL’ma zamanıdır.

Dünyadaki bütün anlamlar ve sözcükler kirlenmiştir.
Anlamları ve sözcükleri bir taraftan temizlerken bir taraftan da yeniden manalandırmalı, sevgiyle yıkamalı ve yüreğimize almalıyız.

Yoksa sevgiyle yıkamadan yüreğimize alacağımız her neden, anlam, sözcük, düşünce ve eylem biz olan bütünü bulandıracaktır. Tek bir sözcük ve anlam dahi sevgiyle yıkanmadan yüreğimize alınırsa ve nedenimiz yapılırsa, her şeye biz olan her yere yayılır. Ve biz “kendimiz” olamayız.

Taraf olmak; (nedeni ve gerekçesi ne olursa olsun) iyide kötüde, güzelde çirkinde, savaşta barışta, haklıda haksızlıkta durmak dualistik bir yaklaşımdır. Dualitede durmaktır.

Kutuplara yüklenen değerler, zıtlarını da birlikte getirir. Bunları ayıramayız. Tıpkı bir paranın iki yüzünün tek olması gibidir.
Paranın iki yüzü varsa para, paradır.
İyi, kötü varsa iyidir.
Güzel, çirkin varsa güzeldir.
Barış, savaş varsa barıştır.
Kötüden dolayı iyiyi görüyorsanız ikiliktesiniz. Çirkinden dolayı, güzeli istiyorsanız ikiliktesiniz. Savaştan dolayı barışı seçiyorsanız ikiliktesiniz.
Haksızlıktan dolayı adalet istiyorsanız ikiliktesiniz.

“Kendisi” olmamış, “Sevgi” olmamış, hala nefsinin kafesinde ve oyunun içinde oturan insanın barışı, güzeli iyiyi istemesi hiçbir şeyi değiştiremez.
Çünkü bu kaçıştır. Kutuplar arasında savruluştur. Homosapiensin binlerce yıldır geliştirdiği “hayatta kalma” refleksiyken, var olma şekline dönüşmüş başka bir güç alma, sömürme şeklidir.
Emperyalizmin en güzel maskesidir.
Küresel Sermayenin ve temsil ettiklerinin sloganıdır.
Medeniyetin Tek Dişi Kalmış Canavarlarının, İnsan Ruhunu yerle bir edeceği son silahıdır.

Çünkü nefs sabit bir merkez değildir. Çünkü “Kendisi” değildir.
Her An çeşitli toplumsal ve psikolojik akımlarla ve etkilerle diğer kutbun, değerlerine kayması “An” meselesidir. Seçimlerinde duramaz. Çünkü nefsin ihtiyaçları vardır. Zarar görme ihtimali vardır. Ve hayatta kalma gibi genetiğine işlenmiş bir “Nedeni” vardır. Ve bunun için her şeyi yapabilecek cehalettedir. Ve aracı her şeydir; petrol, doğal gaz, silah, ilaç sektörü, insanlar, ırklar, her türlü değerler, bölgeler, can alıcı konular, teknoloji….kısaca her şeydir.

Ve İnsanoğlu için bu saatten sonra sadece hayatta kalmaya çalışmak, varlığını bu gezegende devam ettirmesi için yeterli değildir.
Mekan ve zaman öyle bir An’dadır ki; bir tek “Kendisi” OL’mak ve “Sevgi” OL’mak varlığını baki kılacaktır.

Yeni doğmakta olan “Gerçek İnsanın”, “Efendinin” hayatta kalmak için bir nedeni yoktur. Çünkü kendisi hayattır.
Efendinin zarar görmesi gibi bir şey söz konusu değildir. Çünkü “Kendisi” her şeydir ve “Sevgidir”.
Zararsızlık her şeyin kendisi gibi görülmesinden doğan bir biliş ve duruştur. İllaki güvence aranıyorsa Efendi için “Güvence” kendini bilmek ve her An seçimleriyle ve seçimlerinde duruşuyla yani “sabrıyla” kendini ve yaşamı yarattığının farkında olmaktır.

Efendinin ihtiyaçları yoktur. Kendisi Rahmettir. Kendisi sırdır. Kendisi Sır ve Rahmet olanın ihtiyaçları değil, yüreğinde yaşamak istediği deneyimleri ve arzuları vardır.

Hazine kendisidir.
Hazine kendisi OL”An’ın; koşulu, ihtiyacı ve zararı olabilir mi?
Kendisi Her şey OL’An’ın; bir tarafta durması söz konusu olabilir mi?

Efendi-Bilge; dünyada var olurken ama dünyaya ait değilken, homosapiensin en sevdiği oyun araçlarından “silahı”, gerekçesi ne olursa olsun hiçbir nedenle elinde tutmayandır. Oyuna katılmayandır.
Ve silahı elinde tutmadığı için de hiçbir zaman ne ilk kez ne son kez ateşleyendir.

Dünyanın ve kimin gündemi ne olursa olsun, “Efendi” hangi oyunun içinde olursa olsun gündemi değişmeyendir.
Eğer illaki bir silahtan söz etmek gerekiyorsa ”Bilgenin” “Efendinin” silahı; “Kendisi Olmaktır” “Sevgi Olmaktır” “Farkındalıktır“.

Efendinin” kendisi ve duruşu, “Kendisini” sevgiyle gerçekleştirmesi ve sevgi olması en büyük silahıdır.
Ve bu da savaşmadan, savaşma sanatıdır.
Dolayısıyla savaş değil, üstatlıktır.

Yoksa; Bilge kişi elinde silah tutarsa taraf olmuş olur. İkilikte olur. Ve taraf olduğu için aslında hiçbir zaman Bilge ve kendisi olmamış olur.

Olsa olsa elinde silah tutan; Bilgelik Oyunu oynayan Spritüel Egodan başkası değildir.

Karanlıkların içine doğan sahte güneş, Bilgelik Oyunu oynayan şarlatan kral, komik kurtarıcı, dilinin ucundaki söylemleriyle kendisiyle birlikte herkesi oradan oraya savuran, sulu derelere götürüp susuz getiren ve yüreklerdeki sevgiyi ve insanoğlunu sonuna kadar sömüren, gücünü –yaşamını çalan sahte kurtarıcı ve Mesih, hepsi ….. ama hepsi Nefstir.

Efendi olmadan, “Kendimiz OL’madan; istenen iyilikten, verilen adaletten, yürünen yoldan, anlaşılan barıştan, teslim edilen güçten, yapılan savaştan hiç kimseye fayda gelmez.

Bu nedenle Sonsuzluğa ve Sınırsızlığa sıçradığımız Quantum alanında, İnsanoğlunu merkezinde ve dengesinde tutabilecek olan tek şey “Sevgidir”.

Nedenler ve Sonuçlar artık birlikte gelmektedir. Ve herkesin kendisi ile baş başa olacağı An’lar Şimdi-Buradadır. Özgür İrade Yasası gereği herkes kendi kendisinden sorumludur.

Çünkü; “Özgürlük”, kendi kendinin sorumluluğudur.
Bu demek değildir ki hiçbir şey yapmayacağız.

Tabiî ki yapacağız. Ama sevgiyle farkındalıkla nereye gittiğimizi ve diğerlerini de nereye götürdüğümüzü bilerek yapacağız.

Sonuçları görerek sevgiyle “neden” olacağız. Gücümüzü vermeden, güç talep etmeden, hiç bir şeyden ve hiç kimseden beslenmeden ve beslemeden yapacağız.

Savaş meydanlarında ölenin ve öldürenin, sefilliğe neden olanın ve sefil olanın, zulmedenin ve zulüm görenin, her şeyin “O” olduğunu görerek ve bilerek sevgiyle düşüneceğiz, hissedeceğiz, seçeceğiz söyleyeceğiz ve eyleyeceğiz.

Eğer “Sevgide” durabilirsek; “İnsan gibi İnsan” OL’manın FARKINI; her şeye ve herkese, bütün bu oyuna- oyunun gücüne rağmen ve herkes için hep birlikte yaratacağız.

Ülkemizde ve Dünyada gelişen son olaylardan dolayı olmakta olanın da görülmesi ve iyi anlaşılması gerekir.
İnsanın Üstünlüğü hangi milletten olursa olsun “İnsan” olup olmadığıyla değer bulur.
Ve bütün insanlık için geçerli olan “birincil” değer önce “İnsan” olabilmektir. Daha sonra hangi millete aitse o kimlikte olmak ikincildir. Bu sıralama da savaşlarda çıkmaz sorun da çıkmaz.

Ayrıca her insan gibi, her ırkın da bir kaderi vardır.
Ve “Kader” yeryüzünde Yaşam adına üretilen değerdir. Ekilen tohumdur.

Bizler Türk olmayı; “Yaşam” için ve “İnsanlık” için ürettiğimiz değerlerde aramalıyız.

Ve Osmanlı’nın ürettiği ve bizim de üretegeldiğimiz en önemli değer, Özgür İradeye saygı “değeridir”.

Osmanlının hakimiyeti ve yıkılışı, Türkiye Cumhuriyetin doğuşu ve var oluşu sürecinde; İmparatorluktan terk edilen topraklarda; hakimiyet altındaki ırklar kendi kültürel özelliklerini dillerini dinlerini kaybetmemiştir. Yunanlı yunan olabilmiş. Arap arap olmaya devam edebilmiştir.
Ve 700 yıl başka bir ırkın hükümranlığı altında yaşamak "kendi kimliğini" unutmak için uzun bir süredir.
Osmanlı bu değere dokunmamıştır. Nedeni ne olursa olsun veya ne şekilde uygulanmış olursa olsun sonuçta terk edilen topraklarda kimlik kaybı söz konusu değildir. Görünüş ortadadır.

Dünyada emperyalist güçler tarafından sömürülen ülkelere ve hallerine bir bakınız. Değil özgürlükleri, kimlikleri, dilleri, dinleri, maddesel varlıkları dahi kalmadı. Kızılderililer, oberjinler, Afrika ülkelerinde ve Ortadoğu’da olanlar ve daha bilemediğimiz nice yerde gerçekleşmiş olan vahşet ortadadır. Dünyanın neden bu kadar sefillik açlık ve acının içinde olduğu da bellidir.

Türkün dünyaya ve tarihe ektiği değer "Özgürlüktür". Ve gelinen zamanların doğasından ve hasat mevsiminden her ırk ve insan ektiğini biçmek zorundadır.

Ve Atatürk'ün üzerinde ısrarla durduğu Türk Irkının Bağımsızlığının ve Özgürlüğünün sürekliliği kadersel olarak tecelli etmektedir ve edecektir.

Belki de Atatürk; “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki akan asil kanda mevcuttur” demekle, bu kadersel bağlantıyı işaret etmek ve bağlam kurmak istemiştir.

Merkezimizde dengede kalarak, sevgiden, özgürlükten, ruhumuzun asaletinden ödün vermeyerek; Ruhumuzu ve diğerlerinin Ruhlarını özgür kılmamız gerekiyor ki şu dünyada huzur bulup hep birlikte İnsan tadında yaşayabilelim.

Kaderimize, mirasımıza, “Kendimize”, sevgiye sahip çıkmamız ve yaşamamız dileğimle

“Sevgi ve merhamet insanlığın; hiddet ve şehvet ise hayvanlığın vasıflarındandır ve savaş, çocukların kavgasına benzer; hepsi de anlamsız ve saçmadır.” Mevlana
“Halkın ayrılığı, aykırılığı addan meydana gelir, manaya ulaşan esenleşir” Mevlana

Yazan Nilgün Nart

EL İNSAN

EL İNSAN İnsan Tanrı’nın sırrının sırrıdır…Mevlana Tanrı’da El İnsanın sırrıdır. İnsanoğlunun, Dünya gezegeninde ki milyon yıllık macerasını...