19 Kasım 2007 Pazartesi

İNSAN GİBİ İNSAN – Dünya Sahnesi

İNSAN GİBİ İNSAN – Dünya Sahnesi


“Yola” koyulmuş, çağların değişiminin estirdiği fırtınada savrulan, aydınlığın ve karanlığın gerçek savaşının Şimdi – Burada, içimizde ve dışımızda her yer ve her An’da olduğunun bilincinde olan ve “Seçimleriyle” (Sevgi veya korku) din kitaplarında yüzyıllardır anlatılan “Sırat Köprüsünde” yürüyen ve “Dünya Mahşerinde” olduğunun farkında olan herkes “Efendi” olmanın savaşını veriyor.

“Kendisi”, diğerleri ve dünya için “Varlığının” nasıl olması gerektiğinin seçiyor.

Savaş yeri her İnsanın “Kalbi”.
Savaş meydanı her “olgu”.
Savaş silahı her “sözcük” her “materyal”.

“Kendi Yüreğine Giden Yola Koyulanlar” ve “Sessizce Yürüyenler”; çağlardan beri Şimdi Burada, yaşanan bu kaosun tam orta yerine tıpkı bir güneş gibi sevgiyle doğmak için yürüdüler.
Dünyadaki hayatları boyunca Şimdi Burada her yere sevgiyle akmak için, yaşam nehrinde sevgiyle büyütüldüler

Bütün Alemler, Dünya sahnesine doğacak ve Alemlere rahmet olacak “Efendileri” beklemekte.

Homosapiensin taşıdığı “İnsan Hayvan Bilinci” Dünya gezegeninden gitmek üzeredir.
Henüz gitmemiştir.
Hala pılısını pırtısını toplamaya çalışırken, son oyunlarını da giderayak döktürmektedir.

Dünyasal evrim gereği hayvan-insan doğasının etkisi altında olduğumuz Bilinçten, İnsan-İnsan Bilincine geçiş yapmak üzereyiz.

Ve yüreğine “Sessizce Yürüyen Efendiler; bu gezegene, Homosapiensi ve onunla birlikte karanlığın enerjilerini yolculamak için gelenlerdir.
Yeryüzünde yüz binlerce yıldır süren vahşetin, acının, sefilliğin, ayrılığın, savaşın ve Alemlerde süren “Enerji alarak veya aşağıya indirerek” sürdürülen oyunun son perde kapanışını “Dünya Sahnesinde” yaparak yeni bir çağı başlatmak için buradalar.

“Gönül Dergahına Yürüyenler”; Dünyada olmakta olanlara taraf olursa, galeyana gelirse, dengede ve merkezinde duramayarak; homosapiensin son döktürdüğü oyunlarda figüran rollerini kapmaya çalışırsa, son vermeye geldiğimiz dualite oyununu bitirebilir miyiz?

Homosapiens ve temsil ettiği karanlık enerjiler; “Çağların Değişiminin” son dakikasında sergiledikleri oyunlarında, gerçekmiş izlenimi yaratarak, sizin de bu oyunda gönüllü olarak rol almanız için ellerinden gelen her şeyi yaparak, gücünüzü sizden “Efendiden” almaya çalışmaktalar.

Maksatları; gelmekte olanı, sizde tecelli etmeye başlamış olanı, bölmek, sindirmek, bir tarafta bırakmak ve merkezinden oynatmaktır.

Çünkü siz oyuna katılırsanız eski tas eski hamam her şey olduğu gibi yeni adıyla ama eski içeriği ve replikleriyle devam edecektir.
Ve şimdiye kadar dualite oyunu ile beslenerek semirenler bellidir. Ve bu yeryüzünden gitmesi gereken “şeydir”.

Sizler oyuna katılırsanız, “gücün tadı damağında kalanlar” büyük bir iştahla son lokmayı da midelerine indirecektir.

Sistemden semirenler, bölmenin ve taraf olmanın kefesine, kendi sinsi hesaplarında son hamleye sakladıkları öyle ağırlıklar koymaktadırlar ki, sizle sizi karşı karşıya bırakmaktadırlar.
Bütün bunlar değil zihnimizi, yüreğimizi bulandırmaktadır.
Her yer toz dumandır. Tam bir yangın ve mahşer yeridir yüreğimiz.

Sizin yüreğiniz nasılsa, dünyada öyledir. Tam da hissettiğiniz gibidir.

Siz dengelenemezseniz, siz merkezlenemezseniz, siz sevgi olamazsanız, siz kendiniz ve diğerleri için seçmiş olduğunuz “Geçeğinizde” duramazsanız, başka kim durabilir?
Dünyada daha yola koyulmamış hangi canlar buna dayanabilir?

Quantum Sıçrayışını gerçekleştiren dünyayı ve İnsanoğlunu zor “durumlar” ve “An’lar” beklemektedir.
Kimine göre “kıyam”, kimine göre “kıyamet” olacak “Anlar” gelmiştir.
Kiminin kıyameti, kiminin de kıyamıdır.

“Efendiler”; kıyam mı edecek; ayağa kalkarak “Kendisi” “Gerçeği” ve “Sevgimi” olacak, yoksa taraf olarak, ateşe körükle giderek, galeyana gelerek kıyametin orta yerinde mi duracak?

Her ikisi de pekaladır. İki seçimde kutsaldır. Yeter ki ne seçildiğinin farkında olunsun.
Farkındalık ve bilinç her şeydir.
Yolunuz ve içinize yaptığınız “Sessiz Yürüyüş” öyle bir “Yürüyüştür” ki; her An öldüğünüz nefsinizden yeni bir “Efendinin” “Kendinizin” canını yaratmakla alakalıdır. Yaşamı ve Varlığınızı, kısaca siz olan dünyayı veya kaosu nasıl ve niçin yapılandıracağınız ve nasıl ve niçin yaşayacağınız ile alakalıdır.

Bu toz dumanın alev alev yananın içinde her şey aynıdır. Materyaller, sözcükler, araçlar, nedenler, sonlar, başlangıçlar.
Nerede duracaksınız?
Nereden başlayacaksınız?
Ne için yapacaksınız bütün bunları?

Sevgi ve Aşk için. Güzelliğin doğası için. Ruhunuzun asaleti için. İnsan tadında ve insan onuruna yakışır bir şekilde bu dünyada yaşamak için. Siz, diğerleri ve Dünya için.
Yüreğinizde her şey olan “Kendinizi”, “Efendiyi” bu dünyada gerçek kılmak için.

Şimdi - Burada tam zamanı.
Çok kolaydır her şey sütlimanken “Sevgi” olmak. Merkezde durmak. Dengede olmak.
Ve çok zordur Şimdi Burada tam savaşın ortasında, ateşin içinde denge olmak. Sevgi ve farkındalık olmak. Ama tam da zamanıdır OL’manın.
Çünkü her zaman için demir tavında dövülür

Yüreğinizden, Sevgiden, Güzellikten, Huzurdan oluşturacağınız zeminden, bu merkezden ayrılmadan ve dengede kalarak, aynı görünen şeyleri, dünya toplumsal bilinçliliğinin çamurundan savaş alanından alarak ve temizleyerek ve sevgi yükleyerek ve tekrardan tekrardan her An’da bu temizliği ve yerleştirme işlemini yaparak “Kendimiz” OL’ma zamanıdır.

Dünyadaki bütün anlamlar ve sözcükler kirlenmiştir.
Anlamları ve sözcükleri bir taraftan temizlerken bir taraftan da yeniden manalandırmalı, sevgiyle yıkamalı ve yüreğimize almalıyız.

Yoksa sevgiyle yıkamadan yüreğimize alacağımız her neden, anlam, sözcük, düşünce ve eylem biz olan bütünü bulandıracaktır. Tek bir sözcük ve anlam dahi sevgiyle yıkanmadan yüreğimize alınırsa ve nedenimiz yapılırsa, her şeye biz olan her yere yayılır. Ve biz “kendimiz” olamayız.

Taraf olmak; (nedeni ve gerekçesi ne olursa olsun) iyide kötüde, güzelde çirkinde, savaşta barışta, haklıda haksızlıkta durmak dualistik bir yaklaşımdır. Dualitede durmaktır.

Kutuplara yüklenen değerler, zıtlarını da birlikte getirir. Bunları ayıramayız. Tıpkı bir paranın iki yüzünün tek olması gibidir.
Paranın iki yüzü varsa para, paradır.
İyi, kötü varsa iyidir.
Güzel, çirkin varsa güzeldir.
Barış, savaş varsa barıştır.
Kötüden dolayı iyiyi görüyorsanız ikiliktesiniz. Çirkinden dolayı, güzeli istiyorsanız ikiliktesiniz. Savaştan dolayı barışı seçiyorsanız ikiliktesiniz.
Haksızlıktan dolayı adalet istiyorsanız ikiliktesiniz.

“Kendisi” olmamış, “Sevgi” olmamış, hala nefsinin kafesinde ve oyunun içinde oturan insanın barışı, güzeli iyiyi istemesi hiçbir şeyi değiştiremez.
Çünkü bu kaçıştır. Kutuplar arasında savruluştur. Homosapiensin binlerce yıldır geliştirdiği “hayatta kalma” refleksiyken, var olma şekline dönüşmüş başka bir güç alma, sömürme şeklidir.
Emperyalizmin en güzel maskesidir.
Küresel Sermayenin ve temsil ettiklerinin sloganıdır.
Medeniyetin Tek Dişi Kalmış Canavarlarının, İnsan Ruhunu yerle bir edeceği son silahıdır.

Çünkü nefs sabit bir merkez değildir. Çünkü “Kendisi” değildir.
Her An çeşitli toplumsal ve psikolojik akımlarla ve etkilerle diğer kutbun, değerlerine kayması “An” meselesidir. Seçimlerinde duramaz. Çünkü nefsin ihtiyaçları vardır. Zarar görme ihtimali vardır. Ve hayatta kalma gibi genetiğine işlenmiş bir “Nedeni” vardır. Ve bunun için her şeyi yapabilecek cehalettedir. Ve aracı her şeydir; petrol, doğal gaz, silah, ilaç sektörü, insanlar, ırklar, her türlü değerler, bölgeler, can alıcı konular, teknoloji….kısaca her şeydir.

Ve İnsanoğlu için bu saatten sonra sadece hayatta kalmaya çalışmak, varlığını bu gezegende devam ettirmesi için yeterli değildir.
Mekan ve zaman öyle bir An’dadır ki; bir tek “Kendisi” OL’mak ve “Sevgi” OL’mak varlığını baki kılacaktır.

Yeni doğmakta olan “Gerçek İnsanın”, “Efendinin” hayatta kalmak için bir nedeni yoktur. Çünkü kendisi hayattır.
Efendinin zarar görmesi gibi bir şey söz konusu değildir. Çünkü “Kendisi” her şeydir ve “Sevgidir”.
Zararsızlık her şeyin kendisi gibi görülmesinden doğan bir biliş ve duruştur. İllaki güvence aranıyorsa Efendi için “Güvence” kendini bilmek ve her An seçimleriyle ve seçimlerinde duruşuyla yani “sabrıyla” kendini ve yaşamı yarattığının farkında olmaktır.

Efendinin ihtiyaçları yoktur. Kendisi Rahmettir. Kendisi sırdır. Kendisi Sır ve Rahmet olanın ihtiyaçları değil, yüreğinde yaşamak istediği deneyimleri ve arzuları vardır.

Hazine kendisidir.
Hazine kendisi OL”An’ın; koşulu, ihtiyacı ve zararı olabilir mi?
Kendisi Her şey OL’An’ın; bir tarafta durması söz konusu olabilir mi?

Efendi-Bilge; dünyada var olurken ama dünyaya ait değilken, homosapiensin en sevdiği oyun araçlarından “silahı”, gerekçesi ne olursa olsun hiçbir nedenle elinde tutmayandır. Oyuna katılmayandır.
Ve silahı elinde tutmadığı için de hiçbir zaman ne ilk kez ne son kez ateşleyendir.

Dünyanın ve kimin gündemi ne olursa olsun, “Efendi” hangi oyunun içinde olursa olsun gündemi değişmeyendir.
Eğer illaki bir silahtan söz etmek gerekiyorsa ”Bilgenin” “Efendinin” silahı; “Kendisi Olmaktır” “Sevgi Olmaktır” “Farkındalıktır“.

Efendinin” kendisi ve duruşu, “Kendisini” sevgiyle gerçekleştirmesi ve sevgi olması en büyük silahıdır.
Ve bu da savaşmadan, savaşma sanatıdır.
Dolayısıyla savaş değil, üstatlıktır.

Yoksa; Bilge kişi elinde silah tutarsa taraf olmuş olur. İkilikte olur. Ve taraf olduğu için aslında hiçbir zaman Bilge ve kendisi olmamış olur.

Olsa olsa elinde silah tutan; Bilgelik Oyunu oynayan Spritüel Egodan başkası değildir.

Karanlıkların içine doğan sahte güneş, Bilgelik Oyunu oynayan şarlatan kral, komik kurtarıcı, dilinin ucundaki söylemleriyle kendisiyle birlikte herkesi oradan oraya savuran, sulu derelere götürüp susuz getiren ve yüreklerdeki sevgiyi ve insanoğlunu sonuna kadar sömüren, gücünü –yaşamını çalan sahte kurtarıcı ve Mesih, hepsi ….. ama hepsi Nefstir.

Efendi olmadan, “Kendimiz OL’madan; istenen iyilikten, verilen adaletten, yürünen yoldan, anlaşılan barıştan, teslim edilen güçten, yapılan savaştan hiç kimseye fayda gelmez.

Bu nedenle Sonsuzluğa ve Sınırsızlığa sıçradığımız Quantum alanında, İnsanoğlunu merkezinde ve dengesinde tutabilecek olan tek şey “Sevgidir”.

Nedenler ve Sonuçlar artık birlikte gelmektedir. Ve herkesin kendisi ile baş başa olacağı An’lar Şimdi-Buradadır. Özgür İrade Yasası gereği herkes kendi kendisinden sorumludur.

Çünkü; “Özgürlük”, kendi kendinin sorumluluğudur.
Bu demek değildir ki hiçbir şey yapmayacağız.

Tabiî ki yapacağız. Ama sevgiyle farkındalıkla nereye gittiğimizi ve diğerlerini de nereye götürdüğümüzü bilerek yapacağız.

Sonuçları görerek sevgiyle “neden” olacağız. Gücümüzü vermeden, güç talep etmeden, hiç bir şeyden ve hiç kimseden beslenmeden ve beslemeden yapacağız.

Savaş meydanlarında ölenin ve öldürenin, sefilliğe neden olanın ve sefil olanın, zulmedenin ve zulüm görenin, her şeyin “O” olduğunu görerek ve bilerek sevgiyle düşüneceğiz, hissedeceğiz, seçeceğiz söyleyeceğiz ve eyleyeceğiz.

Eğer “Sevgide” durabilirsek; “İnsan gibi İnsan” OL’manın FARKINI; her şeye ve herkese, bütün bu oyuna- oyunun gücüne rağmen ve herkes için hep birlikte yaratacağız.

Ülkemizde ve Dünyada gelişen son olaylardan dolayı olmakta olanın da görülmesi ve iyi anlaşılması gerekir.
İnsanın Üstünlüğü hangi milletten olursa olsun “İnsan” olup olmadığıyla değer bulur.
Ve bütün insanlık için geçerli olan “birincil” değer önce “İnsan” olabilmektir. Daha sonra hangi millete aitse o kimlikte olmak ikincildir. Bu sıralama da savaşlarda çıkmaz sorun da çıkmaz.

Ayrıca her insan gibi, her ırkın da bir kaderi vardır.
Ve “Kader” yeryüzünde Yaşam adına üretilen değerdir. Ekilen tohumdur.

Bizler Türk olmayı; “Yaşam” için ve “İnsanlık” için ürettiğimiz değerlerde aramalıyız.

Ve Osmanlı’nın ürettiği ve bizim de üretegeldiğimiz en önemli değer, Özgür İradeye saygı “değeridir”.

Osmanlının hakimiyeti ve yıkılışı, Türkiye Cumhuriyetin doğuşu ve var oluşu sürecinde; İmparatorluktan terk edilen topraklarda; hakimiyet altındaki ırklar kendi kültürel özelliklerini dillerini dinlerini kaybetmemiştir. Yunanlı yunan olabilmiş. Arap arap olmaya devam edebilmiştir.
Ve 700 yıl başka bir ırkın hükümranlığı altında yaşamak "kendi kimliğini" unutmak için uzun bir süredir.
Osmanlı bu değere dokunmamıştır. Nedeni ne olursa olsun veya ne şekilde uygulanmış olursa olsun sonuçta terk edilen topraklarda kimlik kaybı söz konusu değildir. Görünüş ortadadır.

Dünyada emperyalist güçler tarafından sömürülen ülkelere ve hallerine bir bakınız. Değil özgürlükleri, kimlikleri, dilleri, dinleri, maddesel varlıkları dahi kalmadı. Kızılderililer, oberjinler, Afrika ülkelerinde ve Ortadoğu’da olanlar ve daha bilemediğimiz nice yerde gerçekleşmiş olan vahşet ortadadır. Dünyanın neden bu kadar sefillik açlık ve acının içinde olduğu da bellidir.

Türkün dünyaya ve tarihe ektiği değer "Özgürlüktür". Ve gelinen zamanların doğasından ve hasat mevsiminden her ırk ve insan ektiğini biçmek zorundadır.

Ve Atatürk'ün üzerinde ısrarla durduğu Türk Irkının Bağımsızlığının ve Özgürlüğünün sürekliliği kadersel olarak tecelli etmektedir ve edecektir.

Belki de Atatürk; “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki akan asil kanda mevcuttur” demekle, bu kadersel bağlantıyı işaret etmek ve bağlam kurmak istemiştir.

Merkezimizde dengede kalarak, sevgiden, özgürlükten, ruhumuzun asaletinden ödün vermeyerek; Ruhumuzu ve diğerlerinin Ruhlarını özgür kılmamız gerekiyor ki şu dünyada huzur bulup hep birlikte İnsan tadında yaşayabilelim.

Kaderimize, mirasımıza, “Kendimize”, sevgiye sahip çıkmamız ve yaşamamız dileğimle

“Sevgi ve merhamet insanlığın; hiddet ve şehvet ise hayvanlığın vasıflarındandır ve savaş, çocukların kavgasına benzer; hepsi de anlamsız ve saçmadır.” Mevlana
“Halkın ayrılığı, aykırılığı addan meydana gelir, manaya ulaşan esenleşir” Mevlana

Yazan Nilgün Nart

Hiç yorum yok:

EL İNSAN

EL İNSAN İnsan Tanrı’nın sırrının sırrıdır…Mevlana Tanrı’da El İnsanın sırrıdır. İnsanoğlunun, Dünya gezegeninde ki milyon yıllık macerasını...