24 Kasım 2007 Cumartesi

MATRİXİN MASKELERİ – VAROLUŞU DİNLEMEK

MATRİXİN MASKELERİ – VAROLUŞU DİNLEMEK


2008 senesi; Matrix filminde Leo’nun, Morfeustan kırmızı ve mavi hapı alarak hangisini içeceğine karar vereceği bir zamana benzemektedir.

Mavi hapı içerek, hangi düşte yaşıyorsa o düşün içinde kalarak gerçeği bilmeden geçirilen ve yaşandığı sanılan bir “yaşam” olacaktır. Leo’nun karar anından öce bu yaşamda tıpkı gerçek gibi yaşanmaktadır. Fakat bir şeyler eksiktir. Aslında bir şeyin eksikliği de her şeyin eksikliğidir. Çok Standard, yapay, sıradan bir yaşamdır. Belki de yaşandığı sanılan yaşam için bunlar yeterlidir. Bir de insanın içinde garip zamanlarda tıpkı Leo’nun gördüğü zamansız düşler gibi, yaşadığı eşzamanlılıklar gibi ve içinde hiç susmayan bir ses olmasa aslında her şey yolunda gibidir.

Veya Leo kırmızı hapı içerek iilluzyondan ve sahteden sonsuza kadar uyanacaktır. İçini kemiren o sesin gerçekliğini nihayet eline geçirme ve onu bilme, gerçeğin ne olup olmadığını görme şansı ona sunulmaktadır. Kırmızı hapla sunulan gerçek diye nitelenen bilinmeye değerdir. Ve kırmızı hap içilmeden de asla bilinemeyecek olandır.

Ve Leo seçimini yapar. Kırmızı hapı içer. İllüzyon olan yaşamda bin kez ölmektense gerçek yaşamda, gerçeği bilerek illüzyon yaşama bir kez ölmeyi seçer. Ve Efendi olur. Kaderini gerçekleştirir.

Şimdi Burada bizim de ne olacağımızı ve buradan nereye gideceğimizi seçeceğimiz ve Kaderimizi gerçekleştireceğimiz gibi.

Gerçek mi İlluzyon mu?
Mavi hap mı kırmızı hap mı?

Bizim realitemizde kırmızı veya mavi hapımız yok ama maskelerimiz var.
Bizim seçimimiz maskelerimizi bırakacak mıyız veya bırakmayacak mıyız seçimi olacak.

Neden maske takarız?
Homosapiens doğamızın bize armağanı olan birlikte fiziksel yaşamdan güç doğar eğiliminden, felsefeye, oradan da kemikleşmiş ve hapishaneye dönüşmüş sistemler yarattık.
Ve zaman içersinde nufus kalabalıklaştı toplumsal bilinç karmaşıklaştı.

Şimdi bizler farkında olmadan kurduğumuz sistemler içinde hem kendimiz bir mahkumuz hem de diğerlerinin hapishanesiyiz.

Bu hapishane öyle bir hapishanedir ki tamamen Matrixteki gibi sanal bir yerdir. Ve yeri de zihinlerimizin içindedir.
Eğer bizler, kendi elimizle yarattığımız Toplumsal Bilinç Matrixinin içindeysek neyi neden yaptığımızın, kim olduğumuzun, ne istediğimizin önemi yoktur. Yüzlerce yılın birikimi bir “Birlikte Yaşayış Modeli” meydana gelmiştir. Ve her yeni doğan varlık bu sistemin içine doğar ve bu sistemi zihninde modeller. Diğerleri gibi sistemin bir dişlisi olur. (eğitimler, birlikte yaşayışın getirdiği kurallar, bağımlılıklar v.s) Ve sistemi beslemeye devam eder. Sistemi besleyenler ve sistemden beslenenler aynı düzenin içindedir. Tek bir farkla. Sistemi besleyenler kitleler veya sürülerdir. Nerede olduklarının ve neye hizmet ettiklerinin farkında değillerdir. Kurallara uyanlar ve sefalet içinde yaşayanlardır. Sistemden beslenenler seçilmiş olduğunu sanan sahte cennetlerin, sahte tanrısal Egolarıdır. Ne yaptıklarını ve neye hizmet ettiklerini bilirler. Kuralları koyanlar, acıya sefalete savaşa neden olanlardır.

Maskeler, bu Matrixin içinde kalmaya devam etmek için; ihtiyacımız olarak betimlenen ve zihnimize işlenen psikolojik, sosyolojik, ekonomik vs ihtiyaçlarımız olduğunu zannettiğimiz “şeyleri” karşılamak için takılır.

Matrix Hapishanesinin halkı artıkça sistem karmaşıklaşır, Riskler artar ve çıkarlar tehlikeye girer. Kişilerin maskeleri çoğalır. Çünkü konumu ( sahte kralın küçük cennetini) ve “şeyleri” korumak için daha fazla oyun çevirmek, daha fazla egosal marifet gerekir.

Maskeler çoğaldıkça ve takma süreleri uzadıkça içimizde küçülür, büzülürüz. Bazen de yok oluruz. İşte bu An kendimizi tanıyamadığımız An’dır.
İnsanın “kendine” yabancılaştığı ve anlamsızlığın içimize çöktüğü An’dır.
Çünkü her şey maddidir ve sahtedir. İçimizde küçülen bunu bilmektedir. Bir şey eksiktir. O bir şey de aslında her şeydir. Maddi manevi her şeyi birbirine bağlayan ve birlikte durmasının nedeni olan “Sevgi” eksiktir. Mana eksiktir.
İnsanın gerçeği mana aleminde olduğundan arayışı, genişlemesi, mutluluğu da de manen olmaktadır.

İnsanın kendisi sevgidir. İnsanın kendisine yabancılaştığı an sevgiden uzaklaştığı andır.

Çünkü maskelerimiz o kadar kalındır ki, içinden ruhumuz (sevgi) asla yansıyamaz.
Ve “Sevgi” Güneştir. Güneşin olmadığı yer alacakaranlık kuşağıdır. Bazen de zifiri karanlık gecedir.
Ruh Güneşinin, Sevginin olmadığı her yer buz keser.
Tıpkı güneş olmadığında bitkilerin büyüyemeyeceği, yaşamın hiçbir türünün gelişemeyeceği gibi.

Ruhun-Sevginin tıpkı bir güneş gibi ışımadığı yerde de ( Toplumsal Bilinc Matrixinde); İlişkiler donuktur, işler verimsizdir, sözler anlamsızdır, bakışlar sönüktür, kısaca yaşam her birimizin içinde An be An ölmektedir. Yansıma yoktur.

Dünyanın bu kadar karanlık olmasına şaşmamak gerek.

Her şey fiziksel alemden, dışardan bakıldığında yolunda görünse bile, var olan her şey içten içe çökmektedir. Çöküntü içerden geldiği için, insan görsel ağırlıklı olduğu, yüzyıllardan beri gördüğü her şeyin bundan ibaret olduğuna inandığı veya inandırıldığı için yıkımın nereden geldiğini fark etmez bile.


Her şey birden bire olur.
Her şey kararır. Kararır.
Yaşam işte bu Anlarda ayağımıza bir pranga gibi dolanır.
Nefes alamayız. Aklımız karışık içimiz korku doludur.
Adeta ölüyoruzdur sevgisizlikten. Herkes aynı şeyi arar “Güneşi”.
Arayış depreştiğinde kuvvetlice maskenin ardına iteleriz. Sistemin ve matrixin içinde “böyle gelmiş böyle gider” der ve kalmaya devam ederiz. Hapishane psikolojisi doğar. Güvenli sandığımız bölgelerde ölü yaşamlarımız olur.

Hapishaneden çıkmanın bir yolu vardır. İçerden gelen bir şok veya maskede bir kırılma, çıkış yolumuzu hazırlayabilir. Bu bir Lutufdur.

Şoklar içimizde biriktirdiklerimize göre güzel ve iyi olarak bize gelir. Her ikisi de bilene göre, Yaradan’ın bir latifesidir. Çünkü karşılığında çıkış “yoluna” koyuluruz. Gidecek başka kapımız kalmaz. Şoku aldığımız An’daki “Görüş” hapishaneyi bir anda yerle bir eder. Her şey açıkça anlamsız saçma ve boşunadır.
İyi şoklardan en muhteşemi “Aşktır”. Kötü şoklardan en acısı "canımız gibi sevdiklerimizi sonsuza kadar kaybetmektir”. (Ne ekersek onu biçeriz. Aslında ekmek iki taraflıdır. Ama hasat tek seferde yapılır.)

Hapishaneden topluca çıkmanın yolu da gezegenin geçtiği galaktik bölgelerdeki kozmik döngülerin evrimleştirici yüksek ışınımlarıdır.
Bunlar Kaderseldir.
Evrim vakti geldiğinde Kozmik döngüye girilir. Kozmik döngüye girildiğinde evrimleşilir. İkisi birlikte olur.
Ve Tek’in Evrenleri ve Alemleri kendi kendinde, spirallendirerek yaşamı Sonsuz Sınırsız şekillerde – hallerde var edişidir. Yaratışıdır.

Bu nedenle Dünyamızın galaktik düzlemde geldiği momentten “Şekil” yaratılmıştır Varlığın Kendinde (fiziksel alemde görünüşe çıkmak).
Şimdi Burada, Kozmik Döngüde olmakta olan Varlığın “Kendini”(Hal-OL’mak) Kendinde (Şekil içinde) yaratışıdır (maddeye inişidir).

Bu momentte dört mevsim bahardır.

Bu nedenle İnsanoğlunun ikinci baharı beklemeden, dört mevsim baharda Değişim geçirerek Evrimini gerçekleştirmesi Kaderseldir. Bu kader İnsanoğlunun tanrısal hakkıdır. Tabiî ki bilinçli olarak her birey kendi için veya İnsanlığın hepsi için Tanrısal kaderi seçerse. Gezegendeki Özgür İrade Yasası gereği varlıkların seçimleri sonsuz ve sınırsızdır. Sonun sonu da her zaman sınırsız seçimlerden biridir. Ve her seçim gibi olasılık dahilindedir.

Gelinen zamanların doğasından Gezegenimize yağmakta ola Rahmet de sonsuz ve sınırsızdır. Her şok bir lutufdur. Lutfu da nasıl alacağı İnsanoğlunun seçimine kalmıştır.

Matrixin içinde bulunmamızdan ve taktığımız maskelerden doğan stres, endişe, korku, hırs, kibir, öfke, yargılama vs gibi duygular bedenlerimizde kasılmalar neden olmaktadır. Çünkü içimizde doğmakta OL’anın basıncı artmıştır.

Bedenimiz kasıldığında; DNA mızda kasılmakta ve büzülmektedir. DNA mızdaki kasılma ve büzülme Kozmik Döngünün momentinin içindeki ışınımları alamamasına neden olur.
Ve DNA momentin ışıklarını (bilgileri) alamadığı için bedeni “”Gelmekte olan Evrim için” dönüştüremez ve düzenleyemez Çünkü ne yapması gerektiğini bilemez.

Maskelerimizi çıkardığımızda doğal halimize döneriz. DNA mız orijinal esnekliğine ve salınımına kavuşur. Alması gereken evrimleştirici ışınımları (bilgileri) alır ve değişimini lutufla gerçekleştirir.

Bizler DNA mızda tutuğumuz ışık kadar ( fiziksel karşılıkları, neşe huzur sevgi aşk v.s) değişiriz. DNA mızda topladığımız ışık veya hayatımızdaki neşe huzur sevgi aşk bizlerin yaratım enerjisidir. Yaratımlarımızı ateşleyendir-pişirendir. Yüreğimizde “kendimiz” için yaşamak istediğimiz ne var ise bunlarda, deneyim modellerimiz ve şablonlarımızdır. DNA mızda tutuğumuz ışık miktarına göre ( neşe huzur sevgi aşk) modellerimiz ve şablonlarımızda aynı anda yüksek titreşimlerin modellerine dönüşür. Deneyimlerimizde daha çok sevinç, daha çok coşku ve neşe olması gibi. Yaşamın kendisinden alınan tadın ve lezzetin artarak değişmesidir.

Öfke, hırs, kibir, acı, korku içindeysek ( yüreğimize ne ektiysek) ve bu duyguları taşıyorsak DNA mızdaki kasılmadan dolayı ışınımı yeterli miktarda alamayız. Yüreğimizdeki modeller de düşük titreşimin modelleri olur. Ve bu modellerde yaşayacağımız gene korku sefalet acı hırs ve öfkedir. Döngü ektra şokla kırılır
( yüreğimize ektiğimize göre uygun şoku çekeriz).

Evrenden gelen Kozmik Işınımlar, Kainatın yaratılışında DNA mıza kodlanmış bilgileri açacak anahtardır.
Tek yapmamız gereken maskelerimizi çıkarmaktır. Maskelerimizi çıkarmaktan başka hiçbir şeye ihtiyacımız yoktur. Sahte-illuzyon ( karanlığı-ağır titreşimleri) olanı bıraktığımızda güneş doğabilir. Evren gerisini halledecektir.

Evrenden gelen Kozmik Işınımlar sonsuz bir hiçlikte (Nirvanada) dağılıp gitmek için değildir. Beyin kapasitemizin veya DNA mızın kodlarının hepsi açılmamıştır. Beyin kapasitemizin daha % 10 nu kullanabiliyoruz.
Geriye kalan kapasitemizin %90 ı değişimimiz sonucu gelen evrimle birlikte kullanılmak üzere bizi bekliyor.
Evren Hiçlikte ( Nirvanada) dağılıp gidecek bir var oluşa bu kadar yüksek bir yaratım yüklemez.
DNA larımızda görünüşe çıkmayı bekleyen yaratımlar vardır. Bu sonsuz bir süreçtir. Sonu olmadığı içinde varışı yoktur.
Her An Yolda olmak gibidir

Evren muhteşem bir sistemdir. Ve aşağısı nasılsa yukarısı da öyledir.
Kozmik Işınımlar; Kozmik Kalbin içindeki Evrenlerin ve Alemlerin yaratım modellerini ateşler. Model spiraldir.
Spiral; Kozmik Kalbin, Evrimde-Tekamülde olmasını Murad etiğidir.


Tıplı İnsanın yüreğinde kendisi için ne yaşamak istediğini Murad etmesi gibidir.


Kozmik Döngüler, Kozmik Kalbin ritmidir. Her seferde yükselir ve genişler.

Tıpkı insanın nefes alıp verdiğinde kalbin genişlemesi – yükselmesi gibidir.

Her Kozmik Döngü (nefes) yeni bir yaratımdır. Her Nefes ( kozmik döngü) yeniden var olmaktır.
An’da Ol’maktır. An’da eskiye ölmek yeniye doğmaktır. Her An yeni bir farkındalıktır. Yeni bir genişliktir. Yeni bir Yüksekliktir.

Kozmik Döngü ( Nefes) = AN; Sonsuz yekpare zamandaki sonsuz bir An’dır. Sonsuz bir Var oluştur. Tamdır Bütündür ve Tek’tir. Her şeyden münezzehdir.
Kendini kendinde, sınırsızca sonsuz zamanlar boyunca aşkla sevgiyle döndürür. Sema etmek gibidir.
Neşedir.

Tıpkı insanların her An’da yeniden var oldukları, Tam, Bütün ve Tek oldukları gibi.
Ne geçmiş ne gelecek. An’da var olmanın dayanılmaz hafifliği gibi. Her şeyden özgür olmak gibi. Kendini kendinde yeniden yaratmak, halden hale girmek gibi. Sema etmek gibidir. An’da Ol’mak
Neşedir.

Bu nedenle “Aydınlanmak” oldum bitti meselesi değildir.
Aydınlanmak An’da OL’dum meslesidir. An’ın içine aydınlanılabilir. Bu o An’ın aydınlığıdır. Bilgisidir. Farkındalığıdır.
Farkındalığın arttığı An’daki bir diğer derinlik ve anlam (Aydınlık) bizi beklemektedir. Her An’da yeni olmamız bundan dolayıdır. O An’daki bilgiyi veya aydınlığı OL’uruz veya OL’mayız bu bizim seçimimizdir.

Her şey, “Değişim” An’da gerçekleşir. Bilgi ve Işınım An’dadır.

An’daki bilgiyi - aydınlığı alamadığımız zaman (Şimdi Burada olamadığımızda), An’ların getirdiği tortuları (anılar, deneyimler ve bunlardan doğan acıları kederler korkulardır. Bunların malzemesinden savunma duvarları örer ve maskeler yaratırız ve hikayelerimizi oluştururuz) yüreğimizde bir sonraki An’a birlikte taşırız. Ta ki halledip bu acının kederin e olduğunu anlayıp bırakana kadar. Veya bu acıları kederleri taşımaya doyamayız bir sonraki yaşamlara, yine yaşam dersi olarak aktarırız.

An’da yaşamak her şeyden kopuk bağımsız olmak vur patlasın çal oynasın demek de değildir.
Evrendeki; Özgür İrade ve Çekim Yasası, sonsuz sınırsız bir Alemde, her An’da yeniden “Varoluşu" ve “Nedenlerini” yerinde tutan ve devamını sağlayan yasalardır.
An’da yaşamak; Sonsuz Sınırsız bir Var oluşta, “Kendi Selametinin” Sorumluluğudur.
Bireyselleşen, genişleyen bir bilinçte Varlığını tanıma, yaşama ve Var olmanın hazzına sevincine yeniden yeniden ermedir.
Bireyselleşmek” Ben Ben’im” varlığıdır. Çünkü “Ben” bilir biriktirmeyi. Biriktirdiklerine çarparak tanır Bilinmeyeni. “Ben*” olmayınca; Bilinmeyen bilinemez. Tanınma, yaşama ve “Varlık” gerçekleşemez.

Yeni Yaratım her birimizin yüreğinden çıkacak “Kendimizdir”. Efendidir. Yeter ki O’na yol açalım.

Neşe, huzur, coşku, bereket, sevgi, aşk olmaktan kısaca aslımız, “Kendimiz” olmaktan korkmamalıyız. Neşemizin sevgimizin bereketimizin başarımızın aşkımızın bedeli yine aşk sevgi başarı bereket huzur olacaktır.

Yeter ki cesur bir iradeyle niyetlerimizin seçimlerimizin başında nöbet tutalım.

Matrixin Maskelerini terk edip, Varoluşumuzun Sesini dinlemek için yüreğimize iman etmemiz, bizi İnsanlık olarak selamete çıkaracak ve her şeyi Dengeleyecektir.


Yazan Nilgün Nart .....22/11/2007

19 Kasım 2007 Pazartesi

İNSAN GİBİ İNSAN – Dünya Sahnesi

İNSAN GİBİ İNSAN – Dünya Sahnesi


“Yola” koyulmuş, çağların değişiminin estirdiği fırtınada savrulan, aydınlığın ve karanlığın gerçek savaşının Şimdi – Burada, içimizde ve dışımızda her yer ve her An’da olduğunun bilincinde olan ve “Seçimleriyle” (Sevgi veya korku) din kitaplarında yüzyıllardır anlatılan “Sırat Köprüsünde” yürüyen ve “Dünya Mahşerinde” olduğunun farkında olan herkes “Efendi” olmanın savaşını veriyor.

“Kendisi”, diğerleri ve dünya için “Varlığının” nasıl olması gerektiğinin seçiyor.

Savaş yeri her İnsanın “Kalbi”.
Savaş meydanı her “olgu”.
Savaş silahı her “sözcük” her “materyal”.

“Kendi Yüreğine Giden Yola Koyulanlar” ve “Sessizce Yürüyenler”; çağlardan beri Şimdi Burada, yaşanan bu kaosun tam orta yerine tıpkı bir güneş gibi sevgiyle doğmak için yürüdüler.
Dünyadaki hayatları boyunca Şimdi Burada her yere sevgiyle akmak için, yaşam nehrinde sevgiyle büyütüldüler

Bütün Alemler, Dünya sahnesine doğacak ve Alemlere rahmet olacak “Efendileri” beklemekte.

Homosapiensin taşıdığı “İnsan Hayvan Bilinci” Dünya gezegeninden gitmek üzeredir.
Henüz gitmemiştir.
Hala pılısını pırtısını toplamaya çalışırken, son oyunlarını da giderayak döktürmektedir.

Dünyasal evrim gereği hayvan-insan doğasının etkisi altında olduğumuz Bilinçten, İnsan-İnsan Bilincine geçiş yapmak üzereyiz.

Ve yüreğine “Sessizce Yürüyen Efendiler; bu gezegene, Homosapiensi ve onunla birlikte karanlığın enerjilerini yolculamak için gelenlerdir.
Yeryüzünde yüz binlerce yıldır süren vahşetin, acının, sefilliğin, ayrılığın, savaşın ve Alemlerde süren “Enerji alarak veya aşağıya indirerek” sürdürülen oyunun son perde kapanışını “Dünya Sahnesinde” yaparak yeni bir çağı başlatmak için buradalar.

“Gönül Dergahına Yürüyenler”; Dünyada olmakta olanlara taraf olursa, galeyana gelirse, dengede ve merkezinde duramayarak; homosapiensin son döktürdüğü oyunlarda figüran rollerini kapmaya çalışırsa, son vermeye geldiğimiz dualite oyununu bitirebilir miyiz?

Homosapiens ve temsil ettiği karanlık enerjiler; “Çağların Değişiminin” son dakikasında sergiledikleri oyunlarında, gerçekmiş izlenimi yaratarak, sizin de bu oyunda gönüllü olarak rol almanız için ellerinden gelen her şeyi yaparak, gücünüzü sizden “Efendiden” almaya çalışmaktalar.

Maksatları; gelmekte olanı, sizde tecelli etmeye başlamış olanı, bölmek, sindirmek, bir tarafta bırakmak ve merkezinden oynatmaktır.

Çünkü siz oyuna katılırsanız eski tas eski hamam her şey olduğu gibi yeni adıyla ama eski içeriği ve replikleriyle devam edecektir.
Ve şimdiye kadar dualite oyunu ile beslenerek semirenler bellidir. Ve bu yeryüzünden gitmesi gereken “şeydir”.

Sizler oyuna katılırsanız, “gücün tadı damağında kalanlar” büyük bir iştahla son lokmayı da midelerine indirecektir.

Sistemden semirenler, bölmenin ve taraf olmanın kefesine, kendi sinsi hesaplarında son hamleye sakladıkları öyle ağırlıklar koymaktadırlar ki, sizle sizi karşı karşıya bırakmaktadırlar.
Bütün bunlar değil zihnimizi, yüreğimizi bulandırmaktadır.
Her yer toz dumandır. Tam bir yangın ve mahşer yeridir yüreğimiz.

Sizin yüreğiniz nasılsa, dünyada öyledir. Tam da hissettiğiniz gibidir.

Siz dengelenemezseniz, siz merkezlenemezseniz, siz sevgi olamazsanız, siz kendiniz ve diğerleri için seçmiş olduğunuz “Geçeğinizde” duramazsanız, başka kim durabilir?
Dünyada daha yola koyulmamış hangi canlar buna dayanabilir?

Quantum Sıçrayışını gerçekleştiren dünyayı ve İnsanoğlunu zor “durumlar” ve “An’lar” beklemektedir.
Kimine göre “kıyam”, kimine göre “kıyamet” olacak “Anlar” gelmiştir.
Kiminin kıyameti, kiminin de kıyamıdır.

“Efendiler”; kıyam mı edecek; ayağa kalkarak “Kendisi” “Gerçeği” ve “Sevgimi” olacak, yoksa taraf olarak, ateşe körükle giderek, galeyana gelerek kıyametin orta yerinde mi duracak?

Her ikisi de pekaladır. İki seçimde kutsaldır. Yeter ki ne seçildiğinin farkında olunsun.
Farkındalık ve bilinç her şeydir.
Yolunuz ve içinize yaptığınız “Sessiz Yürüyüş” öyle bir “Yürüyüştür” ki; her An öldüğünüz nefsinizden yeni bir “Efendinin” “Kendinizin” canını yaratmakla alakalıdır. Yaşamı ve Varlığınızı, kısaca siz olan dünyayı veya kaosu nasıl ve niçin yapılandıracağınız ve nasıl ve niçin yaşayacağınız ile alakalıdır.

Bu toz dumanın alev alev yananın içinde her şey aynıdır. Materyaller, sözcükler, araçlar, nedenler, sonlar, başlangıçlar.
Nerede duracaksınız?
Nereden başlayacaksınız?
Ne için yapacaksınız bütün bunları?

Sevgi ve Aşk için. Güzelliğin doğası için. Ruhunuzun asaleti için. İnsan tadında ve insan onuruna yakışır bir şekilde bu dünyada yaşamak için. Siz, diğerleri ve Dünya için.
Yüreğinizde her şey olan “Kendinizi”, “Efendiyi” bu dünyada gerçek kılmak için.

Şimdi - Burada tam zamanı.
Çok kolaydır her şey sütlimanken “Sevgi” olmak. Merkezde durmak. Dengede olmak.
Ve çok zordur Şimdi Burada tam savaşın ortasında, ateşin içinde denge olmak. Sevgi ve farkındalık olmak. Ama tam da zamanıdır OL’manın.
Çünkü her zaman için demir tavında dövülür

Yüreğinizden, Sevgiden, Güzellikten, Huzurdan oluşturacağınız zeminden, bu merkezden ayrılmadan ve dengede kalarak, aynı görünen şeyleri, dünya toplumsal bilinçliliğinin çamurundan savaş alanından alarak ve temizleyerek ve sevgi yükleyerek ve tekrardan tekrardan her An’da bu temizliği ve yerleştirme işlemini yaparak “Kendimiz” OL’ma zamanıdır.

Dünyadaki bütün anlamlar ve sözcükler kirlenmiştir.
Anlamları ve sözcükleri bir taraftan temizlerken bir taraftan da yeniden manalandırmalı, sevgiyle yıkamalı ve yüreğimize almalıyız.

Yoksa sevgiyle yıkamadan yüreğimize alacağımız her neden, anlam, sözcük, düşünce ve eylem biz olan bütünü bulandıracaktır. Tek bir sözcük ve anlam dahi sevgiyle yıkanmadan yüreğimize alınırsa ve nedenimiz yapılırsa, her şeye biz olan her yere yayılır. Ve biz “kendimiz” olamayız.

Taraf olmak; (nedeni ve gerekçesi ne olursa olsun) iyide kötüde, güzelde çirkinde, savaşta barışta, haklıda haksızlıkta durmak dualistik bir yaklaşımdır. Dualitede durmaktır.

Kutuplara yüklenen değerler, zıtlarını da birlikte getirir. Bunları ayıramayız. Tıpkı bir paranın iki yüzünün tek olması gibidir.
Paranın iki yüzü varsa para, paradır.
İyi, kötü varsa iyidir.
Güzel, çirkin varsa güzeldir.
Barış, savaş varsa barıştır.
Kötüden dolayı iyiyi görüyorsanız ikiliktesiniz. Çirkinden dolayı, güzeli istiyorsanız ikiliktesiniz. Savaştan dolayı barışı seçiyorsanız ikiliktesiniz.
Haksızlıktan dolayı adalet istiyorsanız ikiliktesiniz.

“Kendisi” olmamış, “Sevgi” olmamış, hala nefsinin kafesinde ve oyunun içinde oturan insanın barışı, güzeli iyiyi istemesi hiçbir şeyi değiştiremez.
Çünkü bu kaçıştır. Kutuplar arasında savruluştur. Homosapiensin binlerce yıldır geliştirdiği “hayatta kalma” refleksiyken, var olma şekline dönüşmüş başka bir güç alma, sömürme şeklidir.
Emperyalizmin en güzel maskesidir.
Küresel Sermayenin ve temsil ettiklerinin sloganıdır.
Medeniyetin Tek Dişi Kalmış Canavarlarının, İnsan Ruhunu yerle bir edeceği son silahıdır.

Çünkü nefs sabit bir merkez değildir. Çünkü “Kendisi” değildir.
Her An çeşitli toplumsal ve psikolojik akımlarla ve etkilerle diğer kutbun, değerlerine kayması “An” meselesidir. Seçimlerinde duramaz. Çünkü nefsin ihtiyaçları vardır. Zarar görme ihtimali vardır. Ve hayatta kalma gibi genetiğine işlenmiş bir “Nedeni” vardır. Ve bunun için her şeyi yapabilecek cehalettedir. Ve aracı her şeydir; petrol, doğal gaz, silah, ilaç sektörü, insanlar, ırklar, her türlü değerler, bölgeler, can alıcı konular, teknoloji….kısaca her şeydir.

Ve İnsanoğlu için bu saatten sonra sadece hayatta kalmaya çalışmak, varlığını bu gezegende devam ettirmesi için yeterli değildir.
Mekan ve zaman öyle bir An’dadır ki; bir tek “Kendisi” OL’mak ve “Sevgi” OL’mak varlığını baki kılacaktır.

Yeni doğmakta olan “Gerçek İnsanın”, “Efendinin” hayatta kalmak için bir nedeni yoktur. Çünkü kendisi hayattır.
Efendinin zarar görmesi gibi bir şey söz konusu değildir. Çünkü “Kendisi” her şeydir ve “Sevgidir”.
Zararsızlık her şeyin kendisi gibi görülmesinden doğan bir biliş ve duruştur. İllaki güvence aranıyorsa Efendi için “Güvence” kendini bilmek ve her An seçimleriyle ve seçimlerinde duruşuyla yani “sabrıyla” kendini ve yaşamı yarattığının farkında olmaktır.

Efendinin ihtiyaçları yoktur. Kendisi Rahmettir. Kendisi sırdır. Kendisi Sır ve Rahmet olanın ihtiyaçları değil, yüreğinde yaşamak istediği deneyimleri ve arzuları vardır.

Hazine kendisidir.
Hazine kendisi OL”An’ın; koşulu, ihtiyacı ve zararı olabilir mi?
Kendisi Her şey OL’An’ın; bir tarafta durması söz konusu olabilir mi?

Efendi-Bilge; dünyada var olurken ama dünyaya ait değilken, homosapiensin en sevdiği oyun araçlarından “silahı”, gerekçesi ne olursa olsun hiçbir nedenle elinde tutmayandır. Oyuna katılmayandır.
Ve silahı elinde tutmadığı için de hiçbir zaman ne ilk kez ne son kez ateşleyendir.

Dünyanın ve kimin gündemi ne olursa olsun, “Efendi” hangi oyunun içinde olursa olsun gündemi değişmeyendir.
Eğer illaki bir silahtan söz etmek gerekiyorsa ”Bilgenin” “Efendinin” silahı; “Kendisi Olmaktır” “Sevgi Olmaktır” “Farkındalıktır“.

Efendinin” kendisi ve duruşu, “Kendisini” sevgiyle gerçekleştirmesi ve sevgi olması en büyük silahıdır.
Ve bu da savaşmadan, savaşma sanatıdır.
Dolayısıyla savaş değil, üstatlıktır.

Yoksa; Bilge kişi elinde silah tutarsa taraf olmuş olur. İkilikte olur. Ve taraf olduğu için aslında hiçbir zaman Bilge ve kendisi olmamış olur.

Olsa olsa elinde silah tutan; Bilgelik Oyunu oynayan Spritüel Egodan başkası değildir.

Karanlıkların içine doğan sahte güneş, Bilgelik Oyunu oynayan şarlatan kral, komik kurtarıcı, dilinin ucundaki söylemleriyle kendisiyle birlikte herkesi oradan oraya savuran, sulu derelere götürüp susuz getiren ve yüreklerdeki sevgiyi ve insanoğlunu sonuna kadar sömüren, gücünü –yaşamını çalan sahte kurtarıcı ve Mesih, hepsi ….. ama hepsi Nefstir.

Efendi olmadan, “Kendimiz OL’madan; istenen iyilikten, verilen adaletten, yürünen yoldan, anlaşılan barıştan, teslim edilen güçten, yapılan savaştan hiç kimseye fayda gelmez.

Bu nedenle Sonsuzluğa ve Sınırsızlığa sıçradığımız Quantum alanında, İnsanoğlunu merkezinde ve dengesinde tutabilecek olan tek şey “Sevgidir”.

Nedenler ve Sonuçlar artık birlikte gelmektedir. Ve herkesin kendisi ile baş başa olacağı An’lar Şimdi-Buradadır. Özgür İrade Yasası gereği herkes kendi kendisinden sorumludur.

Çünkü; “Özgürlük”, kendi kendinin sorumluluğudur.
Bu demek değildir ki hiçbir şey yapmayacağız.

Tabiî ki yapacağız. Ama sevgiyle farkındalıkla nereye gittiğimizi ve diğerlerini de nereye götürdüğümüzü bilerek yapacağız.

Sonuçları görerek sevgiyle “neden” olacağız. Gücümüzü vermeden, güç talep etmeden, hiç bir şeyden ve hiç kimseden beslenmeden ve beslemeden yapacağız.

Savaş meydanlarında ölenin ve öldürenin, sefilliğe neden olanın ve sefil olanın, zulmedenin ve zulüm görenin, her şeyin “O” olduğunu görerek ve bilerek sevgiyle düşüneceğiz, hissedeceğiz, seçeceğiz söyleyeceğiz ve eyleyeceğiz.

Eğer “Sevgide” durabilirsek; “İnsan gibi İnsan” OL’manın FARKINI; her şeye ve herkese, bütün bu oyuna- oyunun gücüne rağmen ve herkes için hep birlikte yaratacağız.

Ülkemizde ve Dünyada gelişen son olaylardan dolayı olmakta olanın da görülmesi ve iyi anlaşılması gerekir.
İnsanın Üstünlüğü hangi milletten olursa olsun “İnsan” olup olmadığıyla değer bulur.
Ve bütün insanlık için geçerli olan “birincil” değer önce “İnsan” olabilmektir. Daha sonra hangi millete aitse o kimlikte olmak ikincildir. Bu sıralama da savaşlarda çıkmaz sorun da çıkmaz.

Ayrıca her insan gibi, her ırkın da bir kaderi vardır.
Ve “Kader” yeryüzünde Yaşam adına üretilen değerdir. Ekilen tohumdur.

Bizler Türk olmayı; “Yaşam” için ve “İnsanlık” için ürettiğimiz değerlerde aramalıyız.

Ve Osmanlı’nın ürettiği ve bizim de üretegeldiğimiz en önemli değer, Özgür İradeye saygı “değeridir”.

Osmanlının hakimiyeti ve yıkılışı, Türkiye Cumhuriyetin doğuşu ve var oluşu sürecinde; İmparatorluktan terk edilen topraklarda; hakimiyet altındaki ırklar kendi kültürel özelliklerini dillerini dinlerini kaybetmemiştir. Yunanlı yunan olabilmiş. Arap arap olmaya devam edebilmiştir.
Ve 700 yıl başka bir ırkın hükümranlığı altında yaşamak "kendi kimliğini" unutmak için uzun bir süredir.
Osmanlı bu değere dokunmamıştır. Nedeni ne olursa olsun veya ne şekilde uygulanmış olursa olsun sonuçta terk edilen topraklarda kimlik kaybı söz konusu değildir. Görünüş ortadadır.

Dünyada emperyalist güçler tarafından sömürülen ülkelere ve hallerine bir bakınız. Değil özgürlükleri, kimlikleri, dilleri, dinleri, maddesel varlıkları dahi kalmadı. Kızılderililer, oberjinler, Afrika ülkelerinde ve Ortadoğu’da olanlar ve daha bilemediğimiz nice yerde gerçekleşmiş olan vahşet ortadadır. Dünyanın neden bu kadar sefillik açlık ve acının içinde olduğu da bellidir.

Türkün dünyaya ve tarihe ektiği değer "Özgürlüktür". Ve gelinen zamanların doğasından ve hasat mevsiminden her ırk ve insan ektiğini biçmek zorundadır.

Ve Atatürk'ün üzerinde ısrarla durduğu Türk Irkının Bağımsızlığının ve Özgürlüğünün sürekliliği kadersel olarak tecelli etmektedir ve edecektir.

Belki de Atatürk; “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki akan asil kanda mevcuttur” demekle, bu kadersel bağlantıyı işaret etmek ve bağlam kurmak istemiştir.

Merkezimizde dengede kalarak, sevgiden, özgürlükten, ruhumuzun asaletinden ödün vermeyerek; Ruhumuzu ve diğerlerinin Ruhlarını özgür kılmamız gerekiyor ki şu dünyada huzur bulup hep birlikte İnsan tadında yaşayabilelim.

Kaderimize, mirasımıza, “Kendimize”, sevgiye sahip çıkmamız ve yaşamamız dileğimle

“Sevgi ve merhamet insanlığın; hiddet ve şehvet ise hayvanlığın vasıflarındandır ve savaş, çocukların kavgasına benzer; hepsi de anlamsız ve saçmadır.” Mevlana
“Halkın ayrılığı, aykırılığı addan meydana gelir, manaya ulaşan esenleşir” Mevlana

Yazan Nilgün Nart

7 Kasım 2007 Çarşamba

DÜNYA İNSANLIK AİLESİ

DÜNYA İNSANLIK AİLESİ


İnsanoğlunun psikolojik ihtiyaçlarından bir tanesi olan “bir yere ait olma” duygusu veya ihtiyacı yaşadığımız yüzyılda üzerinde önemle durulması gereken bir olgudur.
Ait olma ihtiyacı, insanın kendisini eksik hissetmesi ve tamamlanmak istemesi ile ilgilidir. Kabul görme, sevme ve sevilmeyle tamamlanır ve tatmin edilir.

İnsanlar; değişik zamanlarda ihtiyacına göre bir guruba, bir partiye, bir ideolojiye, bir dine, tarikata v.s ait olabilirler. Bu ait olmak bilinçli seçimle gelen bir aidiattir. Bir ırka, millete ve aileye ait olmak ise doğumla gelen bir seçimdir.

İnsanoğlu kendisini eksik, aciz, zavallı, yetersiz, değersiz hisseder. Ait olduğu “şeylerin-yerlerin” değerleriyle kendini tamamlamaya çalışır. Fakat ne yaparsa yapsın nereye ait olursa olsun bir türlü tamamlanamaz. ( Guruplar içinde de bireysel bazda güç alarak ve güç vererek enerji tamamlama oyunları oynanması da başka bir hikayedir).Tamamlanma eylemi “Kendisinin” dışında arandığından her girişim, eksikliğin yarattığı gittikçe derinleşen hayal kırıklığı ile sonuçlanır. Dışarıda dış dünya vardır. Bazen her ne kadar tinsel içerikli guruplarda “içe ait olanlar” konuşuluyormuş veya oluyormuş gibi olsa da bütün her şey dışsal şekillerde – dışarıda gerçekleşmektedir.
Bu aidiatlerde ne kadar uzun süre oyalanılıyorsa, içsel hayal kırıklığının, acının, eksikliğin boyutları ve varlığın tükenişi de o oranda artar.

İnsanoğlunun; tarihin başlangıcından beri süren uzun yolculuğunda öyle bir can alıcı noktaya gelinmiştir ki, bu dünyada huzur bulabilmesi için binlerce yıldır ait olduğu kimlikleri sorgulaması gerekmektedir.

Yeryüzünde olan savaşların, zulümlerin, sefaletin, acının ve ayrılığın nedeni üzerimize yapıştırdığımız ve biz olduğunu düşündüğümüz kimliklerimizdir.

Şu millettenim, şu dindenim, bu ırktanım, şuna inanırım, şu guruba üyeyim, bu mürşide giderim, bu muhterem zatın dediklerini yaparım v.s gibi söylemlerin ve “kendini” oldurmaya çalışmaların bir sonu yoktur.

Tüm uğraşlar dipsiz bir kuyudan başka bir şey değildir. Bütün bu uğraşılar; dünyada refahı, saadeti, başarıyı, hayatta kalmayı, Öte Alemde veya Yüksek Boyutlarda Cenneti, Galaktik kimlikleri, payeleri imkanları bilgileri almak ve Ol’mak için can hıraş bir mücadelenin içine girerek, kendini her vesile ile insan kardeşlerinden ve dünyadan ayıran egodan başkası değildir.

Binlerce yıldır insanoğlunu ve yaşamını sömüren dünyasal veya galaktik varlıklar insanın bu kimlik arayışından, kurdukları kurumlarla sistemlerle tarikatlarla ideolojilerle kendi egolarını tatmin etmektedirler. İnsanoğlunun gücünden beslenmektedirler.

İyi veya hayrımıza hizmet ediyor görünse bile eğer bir sistem, ideoloji, düzen; bizim içimizde acizlik, yetersizlik, değersizlik, bağımlılık, korku, tükeniş yaratıyorsa ve bu aidiyeti yitirmeyle kaybedeceklerimiz (maddi manevi) bizi bu oluşumlarda hala tutmaya devam ediyorsa, biliniz ki gücünüzü sizden alıyorlar. Sizden besleniyorlar.

İnsanoğlunun hayrına hizmet edebilecek yeğane kimlik “İnsan Kimliğidir”.
Ve bu da aslında İnsanın ilk değeri ve ilk kimliğidir

İnsanoğlunun; artık Evrensel İnsan” olabilmesi için, şimdiye kadar ki bütün kimliklerini terk etmesi ve sadece “İnsan Kimliğinin” içine yerleşmesi gerekmektedir.
Ve bunun için insanın tek ihtiyacı olan “Kendisi” olmaktır.

Geldiğimiz zamansızlık ve mekansızlığın doğasından, dünyamıza ve insanlığa yüzlerce sen önce gelmiş öğretiler, dinler, gelmekte olan yol gösterici, yükseltici ve insana oraya aitmiş hissi ve algısı kazandırmaya çalışan bilgiler, sistemler bütünlükler, her ne kadar bizim hayrımıza hizmet ediyor görünürse görünsün ve gerekçesi ne olursa olsun, İnsanlık kendisine “sunulan” hiçbir şeye ait değildir. Hiçbir sisteme, öğretiye, ideolojiye, bütünlüğe ve “Kadere” ait değildir.

Her insan tek tek, önce “Kendisine” sonra İnsanlık Bütünlüğüne sonrada Dünyaya aittir. Ve bunların “oluşunun” bütün bilgisiyle kendi yaratacağı “Kadere” aittir.
Dünya ve İnsan bir Bütündür.
İnsanlık bir Bütünlüktür.

Dünyanın toprağından, elementlerinden oluşan bedenimiz ve bedende manyetize olan, tekamül eden Ruhumuz Alemde efendi olarak görünüşe çıkmaktadır.
Bu her birimizin; Dünya Ana’dan ve İnsanlık Bütünlüğünden, Efendi olarak doğmamız anlamına gelir.
Bu nedenle Evrende çeşitlilik oluşabilmektedir.
Her şey Tek Ruhsa ve “aynı” enerji her yerdeyse ve O her şeyse, Alemdeki çeşitlilik ve çokluk başka türlü nasıl ortaya çıkabilirdi ki?
Bu oluşum; Teklik içindeki Bütünlükler için, tıpkı dünyadaki parmak izine benzer özel bir kimlik ve enerji imzası demektir.

Bu nedenle hiçbir zaman ve hiçbir şekilde başka bir yere veya bütünlüğe ait olamayız. Çok istesek de olamayız.
Bizler Dünya İnsanlığına aitiz.

Bizlerin Bütünlüğü, Dünya İnsanlığıdır.

Herhangi bir şekilde nedeni ne olursa olsun dünyaya bilgi ve yardım etme kisvesi altında kainat bilgilerini ve sistem düzenlerinin bilgisini, sırlarını dünyada birileri vasıtası ile vermeye çalışan bütünlükler kendi bütünlüklerine hasat için bütün bunları yapmaktadırlar.

Evrende en makbul “Hasat” her Varlığın kendi hasatını kendisinin yapmasıdır. Kendini hasat etmesidir.

Özgür İrade Yasasının en saf ve yalın anlamıyla tecelli ettiği Varlığa çıkış şeklidir.
Evrenlerin ve Alemlerin çeşitliliğinin de temel yasasıdır.
Çünkü her varlık “Kendisi” olduğunda güzeldir.
“Kendisi olduğunda özgürdür.
Kendisi olduğunda “özeldir”. “Farklıdır”. Ve “eşittir”.
Ve “eşitliğin” her nimetinden yararlanabilmek için de “Kendisi” olması gerekir.
Ve boyutlarla sistemlerle düzenlerle paylaşıma da ancak “eşitlik” olgusu gerçek kılındıktan sonra geçilebilir. Daha önce değil.

Bu nedenle Dünya Ananın toprağından görünüşe çıkmış ve Efendilik yolunda yürüyen bir varlık olarak, başka bir annenin (Bütünlüğün, Sistemin, Düzenin) çocuğu olamayız.
Bu çok açık ve nettir.

Olsak olsak “Yem” oluruz. Köle oluruz. Deney malzemesi oluruz

Ama Efendi olamayız.
Efendi eğer toprağı varsa ve toprağına aitse Efendidir.

Öz evlatlığı kabul edip Efendi olarak bütünlüğünüze yerleştiğiniz zaman Evrenin bütün sırları keşfetmeniz için sizin emrinize amadedir.
Hiçbir şeye ihtiyacınız yoktur.

Bilgi peşinde koşarak bir takım galaktik uygarlıkların sistemlerine teknolojilerine bel bağlayarak kendimizi “yem” konumuna getirirsek, hasatlarının meyvesi olursak, bu evrende ulaşabileceğimiz hiçbir yer yoktur. Buradaki sır ve gizem; hasatı yani sizi bir şekilde elde edenlerin ( mesajlarıyla, verdikleri taktiklerle, tekniklerle) sırrına erebilirsiniz.

Ama “Kendinizin” ve kainatın sırına değil.
Varlığın amacı “Kendi” sırına ve kainatın sırrına ermektir.
“Kendisi” dışarıda değil. İçerdedir
“Kendi” sırrı dışarıdaki bilgide değil, kendi çıkış yaptığı topraktaki, ait olduğu Bütünlükteki ve yüreğindeki sırdır.
Verilen mesajlar, bilgiler teknikler öğretiler bir yere kadar size belki hizmet edebilir, fakat bir yerden sonra terk etmek insanın kendine olan sorumluluğudur.

Taşıma suyla değirmen dönmez. Belki bir devir belki iki devir yapabilir. Bu değirmenin çalıştığı anlamına gelmez.
Dışardan alınan bilgiyle insan kendisi olamaz. Bir yere kadar gelebilir. Doldurma bilgiyle geldiği yer kendisi demek değildir.

Öğretiler, bilgiler, mesajlar, dinler, Galaktik bütünlüklerin bildirileri hepsi insanı bu noktaya getirebilmek değirmene taşınan bir kova sudan ve aşılıp geçilmesi gereken bir basamaktan başka bir şey değildir.
Vakit gelmiştir. Artık her şeyi bırakıp yüreğimizin içindeki okyanusa atlama ve oradaki kitabı ve manaları anlama ve OL’ma zamanıdır.




Ve İnsanoğlu tek bir sistemin bütünlüğüne sığacak kadar küçük bir varlık da değildir.

İnsanoğlu bütün kainatın bilgisini kendinde saklayan ve ancak kendi sınırsız bütünlüğüne sığabilecek ve oradan da alemlere taşabilecek büyük bir “Varlık” Potansiyelidir. Görülür, inanılır ve gerçek kılınırsa ne ala.

Yeter ki insan bunun farkında olsun. Değerini bilsin. Üzerine yağan lütfu görsün.
Varlığına İnsan kardeşlerine gezegenine yaşama sevgiye ve yüreğine sahip çıksın ve bütünlensin.

Bu nedenle insanoğlu galakside ki yardımsever (?) bütünlükler, sistemler, varlıklar için çok lezzetli, büyük ve değerli bir yemdir.


Acizlik, bilgi peşinde koşmak galaktik bilgi kırıntılarıyla uğraşmak, tozlu öğretiler, ritüeller zavallılık üvey evlat olmak, yem olmak, dilencilik yapmak ve bütünlüğüne ihanet ve delalet içinde olmak İnsanoğluna yakışmaz.

İnsanoğluna; insan onuruna yakışan bir şekilde, ayağa kalkarak kendine, insan kardeşlerine, gezegenine sahip çıkmak ve İnsan Ruhunun asaletinde durarak Dünya ve Evrende fark yaratmak yakışır.

Her şeyin tüm şiddetiyle etrafımızda döndüğü bir süreçte sarılabileceğimiz ve iman edebileceğimiz sadece yüreğimiz ve insan kardeşlerimiz ve gezegenimizdir.

Bütün kimliklerimizi terk ederek sadece İnsan kimliğine yerleşmemiz, Dünya ve İnsanlık için, savaşın, zumlun, acının ayrılığın sefaletin de bitmesi anlamına gelir. Ve tarihin tozlu sayfaları sizlerin seçimiyle kapanır.

Ve böylece İnsanlık olarak Yeni Çağın şafağını hep birlikte huşu içinde nihayet seyreyleyebiliriz.

Vakit Şimdidir
Mekan Dünya Gezegenidir
Bütünlük Dünya İnsanlık Ailesidir.


Yazan Nilgün Nart

EL İNSAN

EL İNSAN İnsan Tanrı’nın sırrının sırrıdır…Mevlana Tanrı’da El İnsanın sırrıdır. İnsanoğlunun, Dünya gezegeninde ki milyon yıllık macerasını...